Zuhruf Suresi ve Türkçe Meali






Kuran Suresi ve Türkçe Meali

Zuhruf Suresi - Elmalılı Hamdi Tefsiri

43-ZUHRUF:

1-3- O apaçık kitap hakkı için. "Hâ-mîm"de yemin mânâsı bulunduğuna göre (vav) atıf vavı olmadığına göre yemin içindir, o açık kitap, Allah yolunu apaçık gösterir bir nur olan o parlak kitap, yani Kur'an. Kur'ân'ın şanını beyan ederken yine Kur'ân'a "beyan" vasfı ile yemin edilmesi onun kendini tanıttırmak için başka delile muhtaç olmayıp bizzat "beyyin" (açıklayıcı) olan bir nur olduğunu ifade içindir. Aynı zamanda ona yemin edilmesi hakkına tazim emrini gerektirdiğinden meâlde bu lazım mânâyı gösterdik.

4- Kitabın aslı, ana kitap, yani Levh-i mahfuz yahut onun da aslı olan Allah'ın ilmi, herhalde çok yüksek, indirilmiş olan kitapların hepsinden yüksek, çok hikmetli veya çok hakim veya çok muhkem (sağlam).

5- ya şimdi sizden o zikri yana mı atacağız? Müsrif bir kavim olduğunuz için? Yani inkârda, haksızlıkta ısrarlı, cinayette iler gitmeyi âdet etmiş müşrikler olduğunuz için Peygamber'e bir zararınız dokunur diye çekinip de size nasihat ve ihtarda bulunmaktan, bir hatırlatma olan o kitabı indirmekten vaz geçeceğiz, halinize bırakıvereceğiz mi zannediyorsunuz?

6- Oysa öncekilerde yani sizden daha müsrif, daha sert olan önceki kavimler içinde biz ne kadar Peygamberler gönderdik.

7-8- "Kendilerine (peygamber) geldiğinde..." ifadesi, öncekilerin de israfını beyandır. Nihayet gönderdik de öyle eğlenerek inkar ettikleri için netice olarak yumruğu onlardan, yani o müsrif kavimden daha güçlü olanları helak ettik. Burada "onlardan" zamiri, önceki geçenler yerine değil, muhatab olan kavim yerine kullanılmıştır. Onun için buna göre "sizden" denilmesi gerekirdi. Fakat bunda Peygamber'e de bir işaret ihtimalinden dolayı "hitab"dan (ikinci şahıstan) "gıyab"a, (üçüncü şahısa) geçilerek ifade, iltifat biçiminde yalnız Peygamber'e yöneltilmiştir ve bu şekilde ona özel bir değer vermekle teselli yapılmıştır. Nasıl helak edildi denilirse ve öncekilerin "mesel"i geçti. Nasıl helak edildiklerine dair "mesel" haline gelmiş, akıllara hayret verecek kıssaları Kur'ân'da geçti.

9-Yukarılarda zikrolundu, ey Muhammed! "Onlara gökleri ve yeri kim yarattı? diye soracak olsan, elbette onları çok güçlü ve her şeyi bilen Allah yarattı derler." Yani Allah'ın yarattığını itiraf ederler, bu ise O'nun gücünü, ilmini ve daha zikrolunan diğer niteliklerini gerektirir.

10- "O, sizin için yaptı..." Bu nitelemeler Yüce Allah tarafından açıklamadır.

11-Böyle olduğuna karine olmak üzere "gıyab"dan (üçüncü tekil şahıs) "tekellüm"e (birinci çoğul şahsa) geçilerek şöyle buyuruluyor: Onunla ölü bir beldeye yeniden hayat verdik ve işte siz de böyle çıkarılacaksınız. Bir ruh olan bu Kur'an ile siz de yepyeni bir hayata çıkarılacaksınız. Veya kabirlerden çıkarılacaksınız. Bunu yapan güç ve kudret bunu da yapar.

12- "Ve O, bütün çiftleri yarattı." Burada "ezvac" eşyanın çeşitleri ve sınıfları veya genel olarak birbirine karşılık olanlarla tefsir edilmiştir. Râzî'nin naklettiği üzere bazı tahkikçi bilginler demişlerdir ki, Allah'tan başka ne varsa hep çifttir. Yalnız Hak Teâlâ zıt ve misilden menezzeh olarak tektir. Şu da hatıra gelir ki, herşey, bir zihnî sureti, bir de dış dünya sureti olmak itibariyle çifttir. Yalnız yüce Allah zihnî suret ile sınırlanamaz. Onun kendisini bilmesi de özel biçimle değil, huzurîdir. O herşey değil "leyse kemislihi şey" (benzeri yok) olarak birdir.

13- "Bunları bizim hizmetimize veren Allah'ı tesbih ederiz, yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi" diyesiniz." Rivayet olunur ki, Resul-i Ekrem (s.a.v) ayağını üzengiye koyduğu zaman "Bismillah" der, hayvanın üzerine doğrulduğunda "Her halükârda Allah'a hamd olsun. Tenzih ederim o Allah'ı ki, bunu bize müsahhar kılmış, yoksa biz bunu yanaştıramazdık ve her halde biz dönüp dolaşıp Rabbımıza varacağız." (Zuhruf 43-14) der ve üç tekbir alır, üç de tehlil (La ilahe illallah). Yine rivayet olunmuştur ki, Resulullah (s.a.v) yolculuğa çıkacağı zaman binitine bindiğinde üç tekbir alır, sonra "Bunu bize musahhar kılanı tesbih ederim." der sonra da şöyle dua ederdi: "Allah'ım! Ben bu yolculuğumda senden iyilik, takva ve hoşnut olacağın bir amel istiyorum. Allah'ım! Bu yolculuğu bize kolay kıl, yerin uzaklığını bize yakın kıl. Allah'ım! Yolculukta sahip, ailem hakkında vekil sensin. Allah'ım! Yolculuğumuzda bizimle beraber ol. Ailemiz içinde bizim vekilimiz ol."Sonra da ailesine döndüğü zaman "Biz, Rabbimize tevbe ve hamd ederek dönüyoruz." derdi.

14- Ve herhalde biz Rabbımıza döneceğiz. Bütün dönüşlerimiz, dönüp dolaşmamız O'na doğrudur, nihayet O'na varacağız. Bu âyet de mânâsı üzere İslâm'ın en büyük gayesini, en büyük ruhunu, en büyük tesellisini ifade eder. Bu, burada şu ince mânâya işaret ediyor ki bir binite binen bir kimse yolculuğun bir değişim olduğunu düşünmeli, ondan da asıl büyük yolculuğu Allah'a olan yürümeyi ve gidişi düşünmeli de o düşünceye göre hareket etmeli. Bundan çıkan sonuç ise binmenin sırf meşru bir iş için olmasıdır.

15- Öyle iken tuttular da O'na kullarından bir parça isnad ettiler. Bu âyet, yukarıdaki "Celalim hakkı için sorsan onlara o gökleri ve yeri kim yarattı? Elbette diyecekler: Onları o güçlü ve herşeyi bilen yarattı." (Zuhruf, 43/9) âyeti ile ilgilidir. Allah'ın bütün göklerin ve yeryüzünün yaratıcısı olduğunu ikrar ve itiraf ederlerken çelişkiye bak ki bir de tutarlar Allah'a kullarından bir parça yaparlar. Burada birkaç mânâ vardır. Önce bu, "Hulûl"ü (Allah'ın kulların cesetlerine girdiğini) ibtaldir. Çünkü Hulûliyye Allah'ı kullarından bir cüz yapmış olur. İkincisi "veled" (çocuk) isnad edenleri kınamadır. Çünkü çocuk, babasının parçasından hasıl olduğu için onun parçasıdır. Üçüncüsü müşrikler her mabuda bir hisse vermekle Allah'a kullarının bütünü değil, yalnız bir parçasını tanımış, yalnız bir hisse vermiş oluyorlar. Diğer hisseler diğer taptıklarının sayılmış olur. Çünkü insan apaçık çok nankördür, çünkü inkar ve şirk nankörlüğün en açığıdır. Allah'ın hepsini yaratmış olduğu malum iken sonra dönüp yaratıcıyı yaratılmıştan veya yaratığı yaratıcıdan parça yapmak veya yaratıcının yaratığını tamamen kendinin saymayıp şirk koşmak apaçık küfür ve nankörlüktür.

Meâl-i Şerifi

16- Yoksa O, yarattıklarından kendisine kızlar edindi de erkek çocukları size mi seçti?

17- Onlardan biri Rahman olan Allah'a isnad ettiği kız çocuğu ile müjdelendiği zaman yüzü simsiyah kesilir de öfkesinden yutkunur durur.

18- Yoksa onlar, süs ve zinet içerisinde yetiştirilip de mücadelede erkek gibi kendisini savunmaya açık olmayan kızları mı O'na isnad ediyorlar?

19- Onlar Rahman olan Allah'ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Onlar meleklerin yaratılışını gördüler mi? Onların şahitlikleri yazılacak ve onlar sorguya çekileceklerdir.

20- Onlar: "Eğer Rahman olan, Allah dileseydi, biz o meleklere tapmazdık." dediler. Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.

21- Yoksa biz kendilerine bundan önce bir kitap verdik de onlar, ona mı sarılıyorlar?

22- Hayır, onlar sadece: "Biz babalarımızı bu din üzerinde bulduk, biz de onların izinde gidiyoruz." dediler.

23- Ey Muhammed! Yine böyle biz senden önce de hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek, mutlaka oranın şımarık varlıklı kimseleri: "Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız." dediler.

24- Gönderilen uyarıcı; "Eğer size babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem de mi bana uymazsınız?" deyince, onlar: "Gerçekten biz sizin tebliğ için gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz." dediler.

25- Biz de onlardan intikam aldık. Bak peygamberleri yalanlayanların sonu nasıl oldu!

16- Ümmet, arkasına düşülecek bir topluluk veya tarikat, millet demektir.

Meâl-i Şerifi

26- Hani İbrahim babasına ve kavmine: "Gerçekten ben sizin taptığınız şeylerden uzağım.

27- Ben ancak beni yaratana taparım. Şüphesiz ki O, beni doğru yola iletecektir." dedi.

28- İbrahim, bu sözü, ardından gelecek olanlara devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı ki, onlar doğru yola dönsünler.

29- Doğrusu ben bunları da babalarını da kendilerine hak olan kitap ve gerçeği açıklayan bir peygamber gelinceye kadar faydalandırıp geçindirdim.

30- Kendilerine hak geldiği zaman onlar: "Bu bir büyüdür doğrusu biz onu tanımıyoruz." dediler.

31- Yine Onlar: "Bu Kur'an, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?" dediler.

32- Ey Muhammed! Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye biz onların bir kısmını diğerlerinden derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.

33- Eğer insanlar küfre sapan bir ümmet haline gelmeyecek olsalardı, biz O Rahman olan Allah'ı inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık.

34- Onların evleri için gümüşten kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar yapardık.

35- Daha nice altın ziynetler verirdik. Çünkü bunların bizce hiçbir kıymeti yoktur. Bütün bunlar dünya hayatının geçici menfaatinden başka bir şey değildir. Ahiret ise Rabbin katında takva sahipleri içindir.

17-25- Ümmet, arkasına düşülecek bir topluluk veya tarikat, millet demektir.

26-32- Ve Tevhid kelimesini İbrahim'in arkasında yani neslinde sürekli kalıcı bir kelime kıldı. "İbrahim bunu oğullarına da tavsiye etti, Yakub da." (Bakara, 2/132) Veya Allah o kelimeyi onun neslinde kararlı kıldı. Onun için onun çocukları arasında Allah'ı tevhid eden hiç eksik olmadı ki dönsünler, yani sapıklığa, şirke düşenler tevhide bağlı olanların uyarısı ile o kelimeye dönsünler. Fakat dönmediler. Şunlar, Resulullah (s.a.v)'a çağdaş olanlar, bunların arasında olan Kureyş ne olurdu bu Kur'an iki şehirden büyük bir adama indirilseydi dediler.

KARYETEYN, Mekke ile Taif. Demek ki Kur'ân'ın güzelliğini hissediyorlar da onu Peygamber'e yakıştıramıyorlar, zavallılar büyüklüğü dünya malı, dünya makamı ile sanıyorlar. Mekke'de Velid b. Muğire, Taifte Urve b. Mes'ud es-Sakafî gibi, dünyaca zengin gördükleri kimseleri Peygamber'den büyük sayıyorlar da Kur'ân'ı da onlara layık görüyorlar. Yüce Allah da red ve azarlama ile buyuruyor ki "Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar?"

33- Bütün insanlar bir ümmet oluverecek olmasaydı, yani insanları hep kâfir edecek derecede inkâra teşvik eylemek gerekmeseydi, Rahman'ı inkâr eden kimseler için herhalde yapardık,

34- evlerine gümüşten tavanlar ve üzerlerinde çıkacakları miraçlar: asansörler ve odalarına kapılar, hep gümüşten veya altından ve serirler, kanepe, koltuk, sandalye, ki üzerlerine kurulurlar.

35- Hem de zuhruf, yani altın yaldızlı, nakışlar, ziynetler yapardık. Bunlar ise gerçekte hiçbir şey değil, ancak dünya hayatının aldatıcı metalarıdır, mallarıdır. Oysa Rabbının katında ahiret hayat ve mutluluğu müttakilere mahsustur. Bir gün gelip Allah'a gidileceğini sayarak, inkâr ve günah işlemekten korunup faziletlerle donanmış, bezenmiş olanlarındır. Büyük, işte korunup da o ahireti kazanandır.

Meâl-i Şerifi

36- Her kim Rahman olan Allah'ın zikrinden yüz çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan onun yakın dostudur.

37- Şüphesiz ki bu şeytanlar onları yoldan çıkarırlar. Onlar da kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.

38- Nihayet kıyamet günü bize gelince, arkadaşına: "Keşke seninle benim aramda doğu ile batı arasındaki kadar bir uzaklık olsaydı. Sen ne kötü arkadaşmışsın!" der.

39- Onlara: "Bugün pişmanlık duymanız size hiçbir fayda sağlamayacaktır. Çünkü siz zulmettiniz. Şimdi de hepiniz azapta ortaksınız." denir.

40- Ey Muhammed! O halde sağırlara sen mi işittireceksin? Yahut körlere ve apaçık bir sapıklık içinde bulunanlara sen mi doğru yolu göstereceksin?

41- Eğer biz seni onlara azap gelmeden önce alıp götürsek bile onlardan intikam alırız.

42- Yahut da onlara vaad ettiğimiz azabı sana gösteririz. Çünkü bizim onlara azap etmeye gücümüz yeter.

43- Öyleyse sen, sana vahyedilen Kur'an'a sarıl. Şüphesiz ki sen doğru bir yol üzerindesin.

44- Doğrusu o Kur'an, senin için de, kavmin için de bir öğüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz.

45- Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize de sor, biz Rahman olan Allah'tan başka kendisine ibadet edilecek ilâhlar yapmış mıyız?

36-44- "Kim körlük ederse" AŞÂ, gözde bir çeşit zayıflık ve tavukkarası denilen görmemezlik, bir çeşit körlüktür. Fakat burada maksat öyle körlük edip de görmemezlikten gelmektir. Rahmân'ın zikri, Kur'ân, yani her kim Kur'ân'dan göz yumup görmemezlik eder, onun irşadını dinlemezse ki Kureyş böyle yapmıştı. "Ne olur da şu Kur'ân (iki memleketten bir büyük adama) indirilseydi." (Zuhruf, 43/31) demişlerdi.

45- "Resullerimizden, senden önce gönderdiklerimize sor..." Bundan maksat peygamberlerin icmaı ile Tevhide delil getirmedir. Ki bununla hem o icma haber verilmiş, hem desteklenmesi için araştırılması emredilmiştir. Yani haberin olsun ki peygamberlerin hepsi Allah'tan başka ilah olmadığı hususunda sözbirliği içindedirler. Hiçbirisi müşrikliği, putperestliği kabul etmemiştir. İsterse ümmetlerinin mümin bilginlerinden, eserlerinden ve ruhlarından sor, veya ictihat ile inceleyip delil getir. İbnü Abbas'tan Ata şöyle rivayet etmiştir ki: Resulullah Mescid-i Aksa'ya götürüldüğü zaman yüce Allah bütün peygamberleri diriltti, Cebrail ezan okudu, kamet getirdi. Ya Muhammed, geç öne bunlara namaz kıldır dedi. Resulullah (s.a.v) namazı bitirdikten sonra Cebrail Ya Muhammed dedi, "Senden önce gönderdiklerimize sor, resullerimizden. Biz Rahmân'dan başka ibadet olunacak ilâhlar yapmış mıyız?" (Zuhruf, 43/45) dedi. Resulullah (s.a.v.) da sormam, çünkü şüphe etmiyorum, buyurdu.

Meâl-i Şerifi

46- Andolsun ki, biz Musa'yı mucizelerimizle Firavun'a ve ileri gelen adamlarına gönderdik. Musa: "Ben gerçekten âlemlerin Rabbi olan Allah'ın peygamberiyim." dedi.

47- Musa onlara mucizelerimizi getirince onlar hemen bu mucizelere gülüverdiler.

48- Bizim onlara gösterdiğimiz her bir mucize diğerinden daha büyüktü. Belki doğru yola dönerler diye biz onları azapla yakaladık.

49- Onlar azâbı görünce: "Ey sihirbaz! Sende olan ahdi hürmetine bizim için Rabbine dua et. Biz gerçekten doğru yola gireceğiz." dediler.

50- Fakat azabı kendilerinden kaldırdığımız zaman hemen sözlerinden dönüverdiler.

51- Firavun kavmine seslenerek dedi ki: "Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Görmüyor musunuz?

52- Yoksa ben, nerede ise meramını anlatamayan şu zavallıdan daha hayırlı değil miyim?

53- Eğer O'nun dediği doğru ise üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber onu tasdik eden melekler gelmeli değil miydi?"

54- Firavun kavmini küçümsedi. Onlar da O'na itaat ettiler. Çünkü onlar fâsık bir kavimdi.

55- Nihayet bizi gazaplandırdıkları zaman onlardan intikam aldık. Hepsini suda boğduk.

56- Onları sonradan gelecekler için ibret ve örnek kıldık.

46-56- "Biz Musa'yı âyetlerimizle... göndermiştik." Bu hikâyenin getirilmesinde konu ile iki yönden ilişki vardır. Kureyş, Peygamber'in dünya serveti olmadığından dolayı büyüklüğünü takdir etmedikleri gibi Firavun da Hz. Musa'ya karşı "Mısır mülkü benim (ve hep şu nehirler benim altımdan akıyor) değil mi?" (Zuhruf, 43/51) diye öyle gururlanmıştı, bu şekilde bu hikâye Peygamber'i teselli ve destekleme; düşmanlarını ise uyarı makamındadır. Bir de "Senden önce gönderdiklerimize sor..." (Zuhruf, 43/45) isteği üzerine, bir cevabı da kapsar. Buna göre asıl gaye, hikâyenin tekrarı değil, bu cevapların verilmesidir. Bununla birlikte hikâyenin bizzat kendisinde de diğer yerlerde bulunmayan ince mânâlar eksik değildir.

Meâl-i Şerifi

57- Meryem oğlu İsâ bir misal olarak anlatılınca, senin kavmin hemen ondan bir delil bulduklarını sanarak bağrışmaya başladılar.

58- Onlar dediler ki: "Bizim ilâhlarımız mı daha hayırlıdır, yoksa İsâ mı?" Bu misâli sırf seninle tartışmak için ortaya attılar. Doğrusu onlar çok kavgacı bir topluluktur.

59- İsâ, ancak kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğullarına örnek kıldığımız bir kuldur.

60- Eğer biz dileseydik, sizden yeryüzünde yerinize geçecek melekler yaratırdık.

61- Gerçekten o, (İsâ'nın yere inişi) kıyâmetin yaklaştığını gösteren bir bilgidir. Sakın kıyâmet hakkında şüpheye düşmeyip, bana uyun, bu doğru yoldur.

62- Sakın şeytan sizi doğru yoldan alıkoymasın. Gerçekten o sizin için apaçık bir düşmandır.

63- İsâ mucizelerle indiği zaman dedi ki: "Ben size hikmeti getirdim ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklamak için geldim. O halde Allah'tan korkun, ve bana itaat edin.

64- Gerçekten benim de Rabbim sizin de Rabbiniz Allah'tır. Öyle ise O'na kulluk edin. Bu doğru bir yoldur.

65- Fakat aralarından çıkan gruplar, İsâ hakkında ihtilâfa düştüler. Acı bir günün azâbından dolayı vay zulmedenlerin hâline!

66- Onlar kendileri farkına varmadan ansızın kıyâmetin başlarına gelmesini mi bekliyorlar?

67- O gün Allah'tan korkanlar hariç dost olanlar birbirlerine düşmandırlar.

57- Meryemin oğlu bir mesel olarak ortaya atılınca, yani "Senden önce gönderdiklerimize sor Resullerimizden! Biz Rahmân'dan başka ibadet olunacak ilahlar yapmış mıyız?" (Zuhruf 43/45) buyurulmasına karşı, hristiyanların İsa'ya "ilah" ve "Allah'ın oğlu" dedikleri bir itiraz örneği olarak ileri sürüldüğü zaman birdenbire kavmin, yani Kureyş ondan keyiflenerek hah hah diye haykırışıyorlardı.

58- Ya, bizim ilahlarımız mı daha hayırlı yoksa o mu? dediler. Bunlar sûrenin başında geçtiği üzere, meleklere "Allah'ın kızları" diyorlar ve onları ilah kabul edip adlarına putlar dikerek ibadet ediyorlardı. Şimdi hristiyanların İsa'ya ilâh dedikleri söz konusu olunca keyiflenerek bir yaygara ile diyorlar ki: Bizim ilah deyip ibadet ettiğimiz melekler Meryem'in oğlundan daha hayırlı değil mi? O ilâh oluyor da bizimkiler niye olmasın. Onu sana sırf bir tartışma olarak söylüyorlar, o itirazın hak olduğuna kani olup da bir hakkı ortaya çıkarmak için tartışma yapıyorlar değil, güya seni susturacaklarmış gibi sırf münakaşa için onu ileri sürüyorlardı. Doğrusu onlar, çok husumetçi adamlardır. Düşmanlıkta şiddetli, çekişmeye düşkün, tartışmada yetenekli kimseler.

59-Onların itirazlarını ve hallerini böyle anlattıktan sonra gerçeğin beyanı ile meselenin çözümü ve cevabın verilmesi için buyuruluyor ki o Meryem oğlu İsa gerçekte başka bir şey değildir, ne ilahtır, ne de Allah'ın oğludur. Ancak bir kul, katıksız bir kuldur. Ki biz ona nimet vermişiz, peygamberlik ve risalet vermişiz. Ve onu İsrailoğulları için bir mesel kılmışızdır. İsrailoğulları için alınacak bir örnek olmak üzere hayret verici bir delil, bir kudret delili ki dillerinde destan olmuştur.

60-Yoksa dedikleri gibi ilah ve Allah'ın oğlu değil, dilersek elbet sizlerden de melekler yapardık. İsa'yı İsrailoğulları için mesel olarak yaratıp Meryem'den doğurttuğumuz gibi, sizlerden de melekler doğurtarak o sizin "Allah'ın kızları" dediğiniz melekler, evlatlarınız olur. Yeryüzünde size halef olurlar, sizin yerinize geçerler veya halifelik yaparlardı.

61- Muhakkak ki o saat için bir ilimdir de saatin (kıyametin) geleceğini, ölülerin dirilip ayağa kalkacağını bildiren bir delil bir alâmettir. Çünkü İsâ gerek ortaya çıkışı, gerek ölüleri diriltme mucizesi ve gerekse ölülerin ayağa kalkmasını haber vermesi itibarıyla kıyametin meydana geleceğine bir delil olduğu gibi, hadiste haber verildiğine göre, inmesi de Kıyametin alametlerindendir. Onun için sakın onda, yani Kıyamet'te şüphe etmeyin de bana uyun. Yani benim göstermiş olduğum doğru yola, şeriatime göre sade bana ibadet ve kulluk edin başka ilahlar peşinde gitmeyin. İşte bu biricik doğru yoldur. Ki onu tutan sapıklığa düşmez.

62- Ve sakın sizi şeytan çelmesin. Bu doğru yoldan, o hakkın peşinde gitmekten saptırmasın. Çünkü o size açık bir düşmandır. Kendi gizli olsa da düşmanlığı açıktır. Çünkü sizi cennetten çıkardı, belalara soktu. Şimdi asıl söz konusu olan, İsa'nın ilâhlığı meselesinin açık olarak halline gelelim.

63-İsa'nın hiçbir zaman öyle bir iddiada bulunmamış olduğunu göstermek için buyuruluyor ki: İsa o delillerle ve açık mucizelerle geldiği zaman şöyle dedi: Ben size hikmet ile, yani peygamberlik ve kitap ile geldim. Hem de hakkında ihtilaf edip durduğunuz şeylerin bazısını beyan edeyim diye geldim. Onun için Allah'tan korkun ve bana itaat edin, tebliğatımı dinleyin, tutun.

64-Şöyle ki Haberiniz olsun Allah benim Rabbim, sizin de Rabbiniz ancak O'dur. Onun için hep O'na ibadet edin, ancak O'nu ilah tanıyın. İşte bu biricik doğru yoldur. İşte İsa böyle dedi. Onun bütün tebliğatının, açıklamalarının özü budur. (Bakara ve Meryem Sûrelerine bkz.)

65- Sonra hizibler, her biri bir gaye ile toplanan fırkalar, kendi aralarında ihtilaf çıkardılar. Yahudiler başka söylediler, hristiyanlar da çeşitli fırkalara ayrıldılar. "İlâh, Allah'ın oğlu" laflarını da onlar çıkardılar. Artık vay o zulmedenlere, gerek aşırı gitmek, gerek tamamen geri durmak suretiyle haksızlık eden gruplara!

66-67- Elemli bir günün azabından ki kıyamet günüdür. Hepsi başka değil, yalnız saate bakıyorlar. Gerek o gruplardan, gerek Kureyş'ten bütün o zalimler hep o azab saatinin gelmesine bakıyorlar. Ki farkında değillerken ansızın kendilerini bastırıverecek. "Dostlar o gün bir birine düşmandır."

Meâl-i Şerifi

68, 69- Allah, takva sahiplerine şöyle nida eder: "Ey âyetlerimize imân edip müslüman olan kullarım! Bugün size hiçbir korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz.

70- Siz ve eşleriniz cennete girin. Orada ağırlanıp sevindirileceksiniz."

71- Onların etrafında yiyecek ve içecekler altın tepsiler ve kadehlerle dolaştırılır. Orada canların çektiği ve gözlerin hoşlandığı herşey vardır. Siz orada ebedi olarak kalacaksınız.

72- İşte yaptıklarınıza karşılık size miras verilen cennet budur.

73- Orada sizin için bol bol meyveler vardır. Onlardan yersiniz.

74- Şüphesiz ki suçlular, cehennem azâbında ebedi olarak kalacaklardır.

75- Onların azâbı hafifletilmez ve onlar azab içersinde ümitsizdirler.

76- Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendileri zâlimler oldular.

77- Onlar cehennem bekçisine: "Ey Mâlik! Rabbin artık bizi öldürsün." diye seslenirler. Mâlik de: "Siz böylece kalacaksınız." der.

78- Andolsun ki biz size hakkı getirdik. Fakat sizin çoğunuz haktan hoşlanmıyorsunuz.

79- Yoksa onlar hakka karşı gelmek için bir iş mi kararlaştırdılar? Biz de onları cezalandırmak için kararlıyız.

80- Yoksa onlar bizim sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Hayır, işitiriz ve yanlarında bulunan elçi meleklerimiz de her yaptıklarını yazıyorlar.

81- Ey Muhammed! de ki: "Eğer Rahman olan Allah'ın bir çocuğu olsaydı, ona ibâdet edenlerin birincisi ben olurdum."

82- Göklerin ve yerin Rabbi, arşın Rabbi onların nitelendirdikleri şeyden münezzehtir, yücedir.

83- Şimdi sen bırak onları, tehdit edildikleri günlerine kavuşuncaya kadar batıla dalsınlar oynasınlar.84- Gökteki ilâh da yerdeki ilâh da O'dur. O hüküm ve hikmet sahibidir herşeyi bilir.

85- Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah'ın şanı yücedir. Kıyâmet saatinin bilgisi de yalnız onun yanındadır. Siz sadece O'na döndürüleceksiniz.

86- Onların Allah'ı bırakıp da tapdıkları putlar şefaat hakkına sahip değillerdir. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler şefâat edebilir.

87- Eğer sen onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette: "Allah" derler. O halde nasıl haktan çevriliyorlar?

88- Peygamberin sözü şu olmuştur: "Ey Rabbim! Bunlar gerçekten imân etmeyen bir kavimdir."

89- Ey Muhammed! Şimdilik sen onlara aldırma ve: "Size selâm olsun." de. Onlar yakında bilecekler!

68-73- "Ey kullarım! Bugün size korku yoktur..." Allah için sevişen, o müstesna müttakilere o günkü ilahi seslenişi anlatmaktır ki bu seslenişin latifliğine doyulmaz. Yüce Allah bizleri de bu kullarından eyleye. Bu âyet hakkında üç mânâ gösterirler!

1- Eseri yüzlerinizde ortaya çıkacak biçimde sevindirilip neşelendirileceksiniz.

2- Güzel biçim mânâsına "Hıbr"dan: süslenip ziynetleneceksiniz.

3- Güzel vasıflarla vasıflamakta abartma mânâsına "habr"den, son derece ikram olunacaksınız. "Onların etrafında dolaşılır." Cennete girdikten sonraki neşelerinden bir nebzeyi anlatmaktır. Onun için girdiklerinde kendileri müşahede halinde bulunacaklarından burası "üzerinize" diye kendilerine hitab edilmeyip, onların üzerlerine diye gıyab (üçüncü şahıs) ile dünyadakilere anlatılmaktadır. Yani o emir üzerine girecekler, girdiklerinde etraflarında dolaşılacak, cennet hizmetçileri tarafından üzerlerine dönüp dolaşılacak. Altın safhalar, tepsiler, tabaklar. Ebu Hayyan nakleder ki Kisaî şöyle demiştir: Kas'aların (kabların) en büyüğü "cefne"dir sonra "Kas'a" gelir on kişiye yetişir. Sonra "sahfe" beş kişilik, sonra "Mekile" iki, üç kişilik. Ve küplerle. Küp dilimiz de ki mânâsından farklıdır. Kulpu ve emziği olmayan ibrik diye tarif edildiğine göre sürahi ve desti demek olur. Hem onda, o cennette nefislerin hoşlanacağı ve gözlerin lezzetleneceği herşey var. Ve siz orada ebedi kalacaksınız. Görülüyor ki arada gıyaba (üçüncü şahıs) bir iltifat (yönelme) yapıldıktan sonra yine hitaba (ikinci şahıs) geçilmiştir. Ve işte bu o cennettir ki siz buna yaptığınız ameller sebebiyle varis kılındınız.

İşte Allah için sevişip korunan müttakilere böyle denecek. Nitekim A'raf Sûresi'nde de "Onlara işte yapmakta devam ettiğiniz sayesinde mirasçı edildiğiniz cennet budur diye nida edilecektir." (A'raf, 7/43) buyurulmuştu. ("Miras" deyimi için oraya bkz.) Sizin için orada çok meyveler, yemişler var, amellerin semeresi olarak Allah Teâlâ'nın ihsanı ile kat kat fazlalaştırılmış olan lezzetli meyveler var, onlardan yiyeceksiniz. Meyve, açlık için değil, zevk ve lezzet için yendiği için Cennet'te yalnız meyve yeneceği anlatılmıştır.

74-79- "Mücrimler şüphesiz cehennem azabındadır." Bununla da mücrimlerin hali anlatılıyor ki âyette geçen "mücrim"lerden maksat, iman ve İslamı olmayanlardır. Ey Mâlik; mâlik, cehennem muhafızının ismidir. Rabbin aleyhimizde hüküm buyuruversin, yani işimiz, bitiriversin diye bağırışmaktadırlar ki öldürüversin de bizi bu azabdan kurtarıversin demektir. Buna karşı buyurmuştur ki her halde siz duracaksınız, kalacaksınız, size ölümle vesaire ile kurtuluş yok. İbnü Abbas'tan rivayet edilmiştir ki, bu cevap da bin sene sonra verilir, bazılarından yüz, İbnü Ömer Hazretlerinden de kırk diye rivayet olunmuştur, ki üçü de kinaye yoluyla çokluk ifade etse gerektir. Andolsun ki biz size Hakk'ı gönderdik. Fakat sizin çoğunuz hakkı sevmeyenlersiniz. Önceki ahd için, yani Peygamberle gönderilen Hak dini, Tevhid ve Kur'ân, ikincisi "cins" içindir. Çoğunluğun hoşlanmadığı mutlak olarak hak'tır. Gönderilen malum hakka göre hepsi de hoşlanmayan kimselerdir. "Yoksa işi sıkı mı büktüler?" Bu âyet mücrimlerin ahiretteki hallerini anlatmaktan, Kureyş mücrimlerinin, dünyadaki hallerine intikaldir. Mukatil'den nakledildiğine göre bu âyet, Mekke müşriklerinin Daru'n-nedve'de Resulullah'a bir suikast tertibi kararlaştırmaları sebebiyle nazil olmuştur.

İBRAM, bir ipi katlayıp sağlam bükmektir. Bu mânâdan her ne şekilde olursa olsun, bir şeyi sağlamlaştırmak mânâsına da kullanılır. Mübrem muhkem, sağlam demektir. Yani o tartışmacı hasım kavim yalnız Hakk'tan hoşlanmamakla kalmayıp sağlam bir iş yaptılar, işi mübremleştirdiler, sağlamlaştırdılar mı? Peygamber'e karşı bir tuzak kurmağa karar mı verdiler? Fakat işin sağlamını, mübremini biz yaparız.

Onlarınki hiç kalır yoksa biz onların sırlarını ve fısıltılarını işitmeyiz mi sanıyorlar? Hayır hem onların yanlarında bizim Resullerimiz, elçilerimiz vardır yazarlar. Hafaza melekleri, Kiramen Katibîn vardır. Burada sûrenin bitişi olarak maksadını gayesini özetlemek üzere buyuruluyor ki: "Onun ya Rabb demesi..."

81-88- "De ki: Eğer Rahmân'ın bir çocuğu olursa.." Bu vav'ın atfolması da muhtemel ise de kasem (yemin) için olması daha düzgün, daha akıcıdır. Zamir Resulullah'ın yerine gelmiştir. Böyle sesleniş esnasında gaib (üçüncü şahıs) zamiri Peygamber'in şanına bir tazim ifade eder. Yani Peygamber'in ya Rab, ya Rab diye dua etmesi hakkı için söylerim ki şunlar, şu hileye kalkışan müşrikler imana gelmez kimselerdir.


89- "Şimdilik sen onlara aldırma ve: "Size selâm olsun" de. Onlar yakında bilecekler." Şimdi bu Zuhruf Sûresi'nin sonu olan bu "Bilecekler!" uyarısını bir çeşit beyan için Duhan Sûresi başlıyor:



Elmalılı Hamdi Tefsiri - Kuranı Kerim

zuhruf - Kuran Hatim sayfasını izlemektesiniz.



Kur’an’ı Kerim

Allah tarafından gönderilen ilahi kitapların sonuncusu olan Kur’an’ı Kerim, son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v.) indirilmiştir. Sözlükte toplamak, okumak, bir araya getirmek anlamına gelen Kur’an, terim olarak şöyle tarif edilir:

“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.

İlahi Kitapların Özelliği


İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.

KUR’AN’IN NÜZÛLÜ (İNDİRİLMESİ)


Kur’an-ı Kerim, Yüce Allah’tan Hz.Peygamber’e Cebrail aracılığıyla, vahiy yoluyla indirilmiştir. Kolayca ezberlenmesi, kısa zamanda insanlara ulaşması, manasının kolaylıkla anlaşılması, inançların ve hükümlerin müminlerin kalbinde yavaş yavaş kuvvetlenip kökleşmesi için Kur’an bir defada toptan indirilmemiş, yaklaşık yirmi üç senede, peyderpey indirilmiştir.

KURAN-I KERİM NASIL OKUNMALI? KURAN-I KERİM EN GÜZEL NASIL OKUNUR?

Kuran okurken dikkat edilmesi gerekenler

Kuran-ı Kerim'i doğru bir şekilde okumak için harflerin üzerilerindeki uzatmalarına ve mahreç yerlerine dikkat etmek oldukça önemlidir. Harflerin okunuşunu değiştiren medler yani uzatmalar kişinin Kuran-ı Kerim'i nağmeli okumasını sağlamaz. Nağmeli bir şekilde okumak demek, kişinin Kuran-ı Kerim'i okurken oluşturduğu güzel sesiyle dinleyicilerin gönlüne hitap etmesidir.

Nağmeli okunan bir ayet ise insanlara karşı Kuran-ı Kerimin daha fazla okunup, daha fazla dinlenmesini teşvik eder.