Kuran Suresi ve Türkçe Meali
|
|||
- Mukabele - Cüz
- Kuran Süreleri
- Kuran Meali
- Kuran Dersleri
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- Ders 01 - Diyanet
- Ders 02 - Diyanet
- Ders 03 - Diyanet
- Ders 04 - Diyanet
- Ders 05 - Diyanet
- Ders 06 - Diyanet
- Ders 07 - Diyanet
- Ders 08 - Diyanet
- Ders 09 - Diyanet
- Ders 10 - Diyanet
- Ders 11 - Diyanet
- Ders 12 - Diyanet
- Ders 13 - Diyanet
- Ders 14 - Diyanet
- Ders 15 - Diyanet
- Ders 16 - Diyanet
- Ders 17 - Diyanet
- Ders 18 - Diyanet
- Ders 19 - Diyanet
- Ders 20 - Diyanet
- Ders 21 - Diyanet
- Ders 22 - Diyanet
- Ders 23 - Diyanet
- Ders 24 - Diyanet
- Ders 25 - Diyanet
- Ders 26 - Diyanet
- Ders 27 - Diyanet
- Ders 28 - Diyanet
- Ders 29 - Diyanet
- Ders 30 - Diyanet
- Tecvidli Kuran Dersleri
- 00 - Giriş
- 01 - Harfler
- 02 - Harflerin Çıkış Yerleri
- 03 - Harekeler
- 04 - Harflerin Yazılışları
- 05 - Bitişmeyen Harfler
- 06 - Kalın ve İnce Harfler
- 07 - Peltek Harfler
- 08 - Cezm
- 09 - Şedde
- 10 - Tenvin
- 10.1 - Tevcid Kuralları
- 11 - Med Harfleri
- 12 - Elifin Yerini Tutan Vav ve Ya
- 13 - Çeker
- 14 - Meddi Tabii ve Meddi Feri
- 15 - Meddi Muttasıl
- 16 - Meddi Munfasıl
- 17 - Meddi Lazım
- 18 - Meddi Arız
- 19 - Meddi Lin
- 19.1 - Tekvin ve Nunu Sakin
- 20 - İhfa
- 21 - İzhar
- 22 - İklab
- 23 - İdğamı Mael Gunne
- 24 - İdğamı Bila Gunne
- 25 - İdğamı Misleyn
- 26 - Cezimli Mimin Okunuşu
- 27 - İğdamı Mütecaniseyn
- 28 - İğdamı Mütekaribeyn
- 29 - İğdamı Şemsiyye
- 30 - İzharı Kamerriye
- 31 - Kalkale
- 32 - Lafzatullahın Okunuşu
- 33 - Zamirin Okunuşu
- 34 - Ra Harfinin Okunuşu
- 35 - Sekte
- 36 - Hurufu Mukattaa
- 37 - Vakıf ve Durma işaretleri
- 38 - Küçük Nun ile Okuma
- Elmalılı Hamdi Tefsiri
- Submenu 4.4
- Submenu 4.5
- Submenu 4.6
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- İlmihal
- Submenu 5.1
- Submenu 5.2
- Hadis-i Şerif
- Kütüb-ü Sitte 1-100
- Kütüb-ü Sitte 101-200
- Kütüb-ü Sitte 201-300
- Kütüb-ü Sitte 301-400
- Kütüb-ü Sitte 401-500
- Kütüb-ü Sitte 501-600
- Kütüb-ü Sitte 601-700
- Kütüb-ü Sitte 701-800
- Kütüb-ü Sitte 801-900
- Kütüb-ü Sitte 901-1000
- Kütüb-ü Sitte 1001-1100
- Kütüb-ü Sitte 1101-1200
- Kütüb-ü Sitte 1201-1300
- Kütüb-ü Sitte 1301-1400
- Kütüb-ü Sitte 1401-1500
- Kütüb-ü Sitte 1501-1600
- Kütüb-ü Sitte 1601-1700
- Kütüb-ü Sitte 1701-1800
- Kütüb-ü Sitte 1801-1900
- Kütüb-ü Sitte 1901-2000
- Kütüb-ü Sitte 2001-2100
- Kütüb-ü Sitte 2101-2200
- Kütüb-ü Sitte 2201-2300
- Kütüb-ü Sitte 2301-2400
- Kütüb-ü Sitte 2401-2500
- Kütüb-ü Sitte 2501-2600
- Kütüb-ü Sitte 2601-2700
- Kütüb-ü Sitte 2701-2800
- Kütüb-ü Sitte 2801-2900
- Kütüb-ü Sitte 2901-3000
- Kütüb-ü Sitte 3001-3100
- Kütüb-ü Sitte 3101-3200
- Kütüb-ü Sitte 3201-3300
- Kütüb-ü Sitte 3301-3400
- Kütüb-ü Sitte 3401-3500
- Kütüb-ü Sitte 3501-3600
- Kütüb-ü Sitte 3601-3700
- Kütüb-ü Sitte 3701-3800
- Kütüb-ü Sitte 3801-3900
- Kütüb-ü Sitte 3901-4000
- Kütüb-ü Sitte 4001-4100
- Kütüb-ü Sitte 4101-4200
- Kütüb-ü Sitte 4201-4300
- Kütüb-ü Sitte 4301-4400
- Kütüb-ü Sitte 4401-4500
- Kütüb-ü Sitte 4501-4600
- Kütüb-ü Sitte 4601-4700
- Kütüb-ü Sitte 4701-4800
- Kütüb-ü Sitte 4801-4900
- Kütüb-ü Sitte 4901-5000
- Kütüb-ü Sitte 5001-5100
- Kütüb-ü Sitte 5101-5200
- Kütüb-ü Sitte 5201-5300
- Kütüb-ü Sitte 5301-5400
- Kütüb-ü Sitte 5401-5500
- Kütüb-ü Sitte 5501-5600
- Kütüb-ü Sitte 5601-5700
- Kütüb-ü Sitte 5701-5800
- Kütüb-ü Sitte 5801-5900
- Kütüb-ü Sitte 5901-6000
- Kütüb-ü Sitte 6001-6100
- Kütüb-ü Sitte 6101-6200
- Kütüb-ü Sitte 6201-6300
- Kütüb-ü Sitte 6301-6400
- Kütüb-ü Sitte 6401-6500
- Kütüb-ü Sitte 6501-6600
- Kütüb-ü Sitte 6601-6700
- Kütüb-ü Sitte 6701-6800
- Kütüb-ü Sitte 6801-6900
- Kütüb-ü Sitte 6901-7000
- Kütüb-ü Sitte 7001-7100
- Kütüb-ü Sitte 7101-7200
- Kütüb-ü Sitte 7201-7300
Zuhruf Suresi - Elmalılı Hamdi Tefsiri
43-ZUHRUF:
1-3- O apaçık kitap hakkı için.
"Hâ-mîm"de yemin mânâsı bulunduğuna göre (vav) atıf vavı olmadığına
göre yemin içindir, o açık kitap, Allah yolunu apaçık gösterir bir nur olan o
parlak kitap, yani Kur'an. Kur'ân'ın şanını beyan ederken yine Kur'ân'a "beyan"
vasfı ile yemin edilmesi onun kendini tanıttırmak için başka delile muhtaç
olmayıp bizzat "beyyin" (açıklayıcı) olan bir nur olduğunu ifade
içindir. Aynı zamanda ona yemin edilmesi hakkına tazim emrini gerektirdiğinden
meâlde bu lazım mânâyı gösterdik.
4- Kitabın aslı, ana kitap, yani Levh-i mahfuz
yahut onun da aslı olan Allah'ın ilmi, herhalde çok yüksek, indirilmiş olan
kitapların hepsinden yüksek, çok hikmetli veya çok hakim veya çok muhkem
(sağlam).
5- ya şimdi sizden o zikri yana mı atacağız?
Müsrif bir kavim olduğunuz için? Yani inkârda, haksızlıkta ısrarlı, cinayette
iler gitmeyi âdet etmiş müşrikler olduğunuz için Peygamber'e bir zararınız
dokunur diye çekinip de size nasihat ve ihtarda bulunmaktan, bir hatırlatma
olan o kitabı indirmekten vaz geçeceğiz, halinize bırakıvereceğiz mi
zannediyorsunuz?
6- Oysa öncekilerde yani sizden daha müsrif,
daha sert olan önceki kavimler içinde biz ne kadar Peygamberler gönderdik.
7-8- "Kendilerine (peygamber)
geldiğinde..." ifadesi, öncekilerin de israfını beyandır. Nihayet
gönderdik de öyle eğlenerek inkar ettikleri için netice olarak yumruğu
onlardan, yani o müsrif kavimden daha güçlü olanları helak ettik. Burada
"onlardan" zamiri, önceki geçenler yerine değil, muhatab olan kavim
yerine kullanılmıştır. Onun için buna göre "sizden" denilmesi
gerekirdi. Fakat bunda Peygamber'e de bir işaret ihtimalinden dolayı
"hitab"dan (ikinci şahıstan) "gıyab"a, (üçüncü şahısa)
geçilerek ifade, iltifat biçiminde yalnız Peygamber'e yöneltilmiştir ve bu
şekilde ona özel bir değer vermekle teselli yapılmıştır. Nasıl helak edildi
denilirse ve öncekilerin "mesel"i geçti. Nasıl helak edildiklerine
dair "mesel" haline gelmiş, akıllara hayret verecek kıssaları
Kur'ân'da geçti.
9-Yukarılarda zikrolundu, ey Muhammed!
"Onlara gökleri ve yeri kim yarattı? diye soracak olsan, elbette onları
çok güçlü ve her şeyi bilen Allah yarattı derler." Yani Allah'ın
yarattığını itiraf ederler, bu ise O'nun gücünü, ilmini ve daha zikrolunan
diğer niteliklerini gerektirir.
10- "O, sizin için yaptı..." Bu
nitelemeler Yüce Allah tarafından açıklamadır.
11-Böyle olduğuna karine olmak üzere
"gıyab"dan (üçüncü tekil şahıs) "tekellüm"e (birinci çoğul
şahsa) geçilerek şöyle buyuruluyor: Onunla ölü bir beldeye yeniden hayat verdik
ve işte siz de böyle çıkarılacaksınız. Bir ruh olan bu Kur'an ile siz de
yepyeni bir hayata çıkarılacaksınız. Veya kabirlerden çıkarılacaksınız. Bunu
yapan güç ve kudret bunu da yapar.
12- "Ve O, bütün çiftleri yarattı."
Burada "ezvac" eşyanın çeşitleri ve sınıfları veya genel olarak
birbirine karşılık olanlarla tefsir edilmiştir. Râzî'nin naklettiği üzere bazı
tahkikçi bilginler demişlerdir ki, Allah'tan başka ne varsa hep çifttir. Yalnız
Hak Teâlâ zıt ve misilden menezzeh olarak tektir. Şu da hatıra gelir ki,
herşey, bir zihnî sureti, bir de dış dünya sureti olmak itibariyle çifttir.
Yalnız yüce Allah zihnî suret ile sınırlanamaz. Onun kendisini bilmesi de özel
biçimle değil, huzurîdir. O herşey değil "leyse kemislihi şey"
(benzeri yok) olarak birdir.
13- "Bunları bizim hizmetimize veren
Allah'ı tesbih ederiz, yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi"
diyesiniz." Rivayet olunur ki, Resul-i Ekrem (s.a.v) ayağını üzengiye
koyduğu zaman "Bismillah" der, hayvanın üzerine doğrulduğunda "Her
halükârda Allah'a hamd olsun. Tenzih ederim o Allah'ı ki, bunu bize müsahhar
kılmış, yoksa biz bunu yanaştıramazdık ve her halde biz dönüp dolaşıp Rabbımıza
varacağız." (Zuhruf 43-14) der ve üç tekbir alır, üç de tehlil (La ilahe
illallah). Yine rivayet olunmuştur ki, Resulullah (s.a.v) yolculuğa çıkacağı
zaman binitine bindiğinde üç tekbir alır, sonra "Bunu bize musahhar kılanı
tesbih ederim." der sonra da şöyle dua ederdi: "Allah'ım! Ben bu
yolculuğumda senden iyilik, takva ve hoşnut olacağın bir amel istiyorum.
Allah'ım! Bu yolculuğu bize kolay kıl, yerin uzaklığını bize yakın kıl.
Allah'ım! Yolculukta sahip, ailem hakkında vekil sensin. Allah'ım!
Yolculuğumuzda bizimle beraber ol. Ailemiz içinde bizim vekilimiz
ol."Sonra da ailesine döndüğü zaman "Biz, Rabbimize tevbe ve hamd ederek
dönüyoruz." derdi.
14- Ve herhalde biz Rabbımıza döneceğiz. Bütün
dönüşlerimiz, dönüp dolaşmamız O'na doğrudur, nihayet O'na varacağız. Bu âyet
de mânâsı üzere İslâm'ın en büyük gayesini, en büyük ruhunu, en büyük
tesellisini ifade eder. Bu, burada şu ince mânâya işaret ediyor ki bir binite
binen bir kimse yolculuğun bir değişim olduğunu düşünmeli, ondan da asıl büyük
yolculuğu Allah'a olan yürümeyi ve gidişi düşünmeli de o düşünceye göre hareket
etmeli. Bundan çıkan sonuç ise binmenin sırf meşru bir iş için olmasıdır.
15- Öyle iken tuttular da O'na kullarından bir
parça isnad ettiler. Bu âyet, yukarıdaki "Celalim hakkı için sorsan onlara
o gökleri ve yeri kim yarattı? Elbette diyecekler: Onları o güçlü ve herşeyi
bilen yarattı." (Zuhruf, 43/9) âyeti ile ilgilidir. Allah'ın bütün
göklerin ve yeryüzünün yaratıcısı olduğunu ikrar ve itiraf ederlerken çelişkiye
bak ki bir de tutarlar Allah'a kullarından bir parça yaparlar. Burada birkaç
mânâ vardır. Önce bu, "Hulûl"ü (Allah'ın kulların cesetlerine girdiğini)
ibtaldir. Çünkü Hulûliyye Allah'ı kullarından bir cüz yapmış olur. İkincisi
"veled" (çocuk) isnad edenleri kınamadır. Çünkü çocuk, babasının
parçasından hasıl olduğu için onun parçasıdır. Üçüncüsü müşrikler her mabuda
bir hisse vermekle Allah'a kullarının bütünü değil, yalnız bir parçasını
tanımış, yalnız bir hisse vermiş oluyorlar. Diğer hisseler diğer taptıklarının
sayılmış olur. Çünkü insan apaçık çok nankördür, çünkü inkar ve şirk
nankörlüğün en açığıdır. Allah'ın hepsini yaratmış olduğu malum iken sonra
dönüp yaratıcıyı yaratılmıştan veya yaratığı yaratıcıdan parça yapmak veya
yaratıcının yaratığını tamamen kendinin saymayıp şirk koşmak apaçık küfür ve
nankörlüktür.
Meâl-i Şerifi
16- Yoksa O, yarattıklarından kendisine kızlar
edindi de erkek çocukları size mi seçti?
17- Onlardan biri Rahman olan Allah'a isnad
ettiği kız çocuğu ile müjdelendiği zaman yüzü simsiyah kesilir de öfkesinden
yutkunur durur.
18- Yoksa onlar, süs ve zinet içerisinde
yetiştirilip de mücadelede erkek gibi kendisini savunmaya açık olmayan kızları
mı O'na isnad ediyorlar?
19- Onlar Rahman olan Allah'ın kulları olan
melekleri de dişi saydılar. Onlar meleklerin yaratılışını gördüler mi? Onların
şahitlikleri yazılacak ve onlar sorguya çekileceklerdir.
20- Onlar: "Eğer Rahman olan, Allah
dileseydi, biz o meleklere tapmazdık." dediler. Onların bu hususta hiçbir
bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.
21- Yoksa biz kendilerine bundan önce bir
kitap verdik de onlar, ona mı sarılıyorlar?
22- Hayır, onlar sadece: "Biz babalarımızı
bu din üzerinde bulduk, biz de onların izinde gidiyoruz." dediler.
23- Ey Muhammed! Yine böyle biz senden önce de
hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek, mutlaka oranın şımarık varlıklı
kimseleri: "Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların
izlerine uyarız." dediler.
24- Gönderilen uyarıcı; "Eğer size
babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem de mi bana
uymazsınız?" deyince, onlar: "Gerçekten biz sizin tebliğ için
gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz." dediler.
25- Biz de onlardan intikam aldık. Bak
peygamberleri yalanlayanların sonu nasıl oldu!
16- Ümmet, arkasına düşülecek bir topluluk
veya tarikat, millet demektir.
Meâl-i Şerifi
26- Hani İbrahim babasına ve kavmine:
"Gerçekten ben sizin taptığınız şeylerden uzağım.
27- Ben ancak beni yaratana taparım. Şüphesiz
ki O, beni doğru yola iletecektir." dedi.
28- İbrahim, bu sözü, ardından gelecek
olanlara devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı ki, onlar doğru yola
dönsünler.
29- Doğrusu ben bunları da babalarını da
kendilerine hak olan kitap ve gerçeği açıklayan bir peygamber gelinceye kadar
faydalandırıp geçindirdim.
30- Kendilerine hak geldiği zaman onlar:
"Bu bir büyüdür doğrusu biz onu tanımıyoruz." dediler.
31- Yine Onlar: "Bu Kur'an, şu iki
şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?" dediler.
32- Ey Muhammed! Rabbinin rahmetini onlar mı
taksim ediyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz taksim
ettik. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye biz onların bir kısmını
diğerlerinden derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların
biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.
33- Eğer insanlar küfre sapan bir ümmet haline
gelmeyecek olsalardı, biz O Rahman olan Allah'ı inkâr eden kimselerin evlerine
gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık.
34- Onların evleri için gümüşten kapılar,
üzerine yaslanacakları koltuklar yapardık.
35- Daha nice altın ziynetler verirdik. Çünkü
bunların bizce hiçbir kıymeti yoktur. Bütün bunlar dünya hayatının geçici
menfaatinden başka bir şey değildir. Ahiret ise Rabbin katında takva sahipleri
içindir.
17-25- Ümmet, arkasına düşülecek bir topluluk
veya tarikat, millet demektir.
26-32- Ve Tevhid kelimesini İbrahim'in
arkasında yani neslinde sürekli kalıcı bir kelime kıldı. "İbrahim bunu
oğullarına da tavsiye etti, Yakub da." (Bakara, 2/132) Veya Allah o
kelimeyi onun neslinde kararlı kıldı. Onun için onun çocukları arasında Allah'ı
tevhid eden hiç eksik olmadı ki dönsünler, yani sapıklığa, şirke düşenler
tevhide bağlı olanların uyarısı ile o kelimeye dönsünler. Fakat dönmediler.
Şunlar, Resulullah (s.a.v)'a çağdaş olanlar, bunların arasında olan Kureyş ne
olurdu bu Kur'an iki şehirden büyük bir adama indirilseydi dediler.
KARYETEYN, Mekke ile Taif. Demek ki Kur'ân'ın
güzelliğini hissediyorlar da onu Peygamber'e yakıştıramıyorlar, zavallılar
büyüklüğü dünya malı, dünya makamı ile sanıyorlar. Mekke'de Velid b. Muğire,
Taifte Urve b. Mes'ud es-Sakafî gibi, dünyaca zengin gördükleri kimseleri
Peygamber'den büyük sayıyorlar da Kur'ân'ı da onlara layık görüyorlar. Yüce
Allah da red ve azarlama ile buyuruyor ki "Rabbinin rahmetini onlar mı
taksim ediyorlar?"
33- Bütün insanlar bir ümmet oluverecek
olmasaydı, yani insanları hep kâfir edecek derecede inkâra teşvik eylemek
gerekmeseydi, Rahman'ı inkâr eden kimseler için herhalde yapardık,
34- evlerine gümüşten tavanlar ve üzerlerinde
çıkacakları miraçlar: asansörler ve odalarına kapılar, hep gümüşten veya
altından ve serirler, kanepe, koltuk, sandalye, ki üzerlerine kurulurlar.
35- Hem de zuhruf, yani altın yaldızlı,
nakışlar, ziynetler yapardık. Bunlar ise gerçekte hiçbir şey değil, ancak dünya
hayatının aldatıcı metalarıdır, mallarıdır. Oysa Rabbının katında ahiret hayat
ve mutluluğu müttakilere mahsustur. Bir gün gelip Allah'a gidileceğini sayarak,
inkâr ve günah işlemekten korunup faziletlerle donanmış, bezenmiş olanlarındır.
Büyük, işte korunup da o ahireti kazanandır.
Meâl-i Şerifi
36- Her kim Rahman olan Allah'ın zikrinden yüz
çevirirse biz ona bir şeytan musallat ederiz. Artık o şeytan onun yakın
dostudur.
37- Şüphesiz ki bu şeytanlar onları yoldan
çıkarırlar. Onlar da kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.
38- Nihayet kıyamet günü bize gelince,
arkadaşına: "Keşke seninle benim aramda doğu ile batı arasındaki kadar bir
uzaklık olsaydı. Sen ne kötü arkadaşmışsın!" der.
39- Onlara: "Bugün pişmanlık duymanız
size hiçbir fayda sağlamayacaktır. Çünkü siz zulmettiniz. Şimdi de hepiniz
azapta ortaksınız." denir.
40- Ey Muhammed! O halde sağırlara sen mi
işittireceksin? Yahut körlere ve apaçık bir sapıklık içinde bulunanlara sen mi
doğru yolu göstereceksin?
41- Eğer biz seni onlara azap gelmeden önce
alıp götürsek bile onlardan intikam alırız.
42- Yahut da onlara vaad ettiğimiz azabı sana
gösteririz. Çünkü bizim onlara azap etmeye gücümüz yeter.
43- Öyleyse sen, sana vahyedilen Kur'an'a
sarıl. Şüphesiz ki sen doğru bir yol üzerindesin.
44- Doğrusu o Kur'an, senin için de, kavmin
için de bir öğüttür ve siz ondan sorguya çekileceksiniz.
45- Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz
peygamberlerimize de sor, biz Rahman olan Allah'tan başka kendisine ibadet
edilecek ilâhlar yapmış mıyız?
36-44- "Kim körlük ederse" AŞÂ,
gözde bir çeşit zayıflık ve tavukkarası denilen görmemezlik, bir çeşit
körlüktür. Fakat burada maksat öyle körlük edip de görmemezlikten gelmektir.
Rahmân'ın zikri, Kur'ân, yani her kim Kur'ân'dan göz yumup görmemezlik eder,
onun irşadını dinlemezse ki Kureyş böyle yapmıştı. "Ne olur da şu Kur'ân
(iki memleketten bir büyük adama) indirilseydi." (Zuhruf, 43/31)
demişlerdi.
45- "Resullerimizden, senden önce
gönderdiklerimize sor..." Bundan maksat peygamberlerin icmaı ile Tevhide delil
getirmedir. Ki bununla hem o icma haber verilmiş, hem desteklenmesi için
araştırılması emredilmiştir. Yani haberin olsun ki peygamberlerin hepsi
Allah'tan başka ilah olmadığı hususunda sözbirliği içindedirler. Hiçbirisi
müşrikliği, putperestliği kabul etmemiştir. İsterse ümmetlerinin mümin
bilginlerinden, eserlerinden ve ruhlarından sor, veya ictihat ile inceleyip
delil getir. İbnü Abbas'tan Ata şöyle rivayet etmiştir ki: Resulullah Mescid-i
Aksa'ya götürüldüğü zaman yüce Allah bütün peygamberleri diriltti, Cebrail ezan
okudu, kamet getirdi. Ya Muhammed, geç öne bunlara namaz kıldır dedi.
Resulullah (s.a.v) namazı bitirdikten sonra Cebrail Ya Muhammed dedi,
"Senden önce gönderdiklerimize sor, resullerimizden. Biz Rahmân'dan başka
ibadet olunacak ilâhlar yapmış mıyız?" (Zuhruf, 43/45) dedi. Resulullah
(s.a.v.) da sormam, çünkü şüphe etmiyorum, buyurdu.
Meâl-i Şerifi
46- Andolsun ki, biz Musa'yı mucizelerimizle
Firavun'a ve ileri gelen adamlarına gönderdik. Musa: "Ben gerçekten
âlemlerin Rabbi olan Allah'ın peygamberiyim." dedi.
47- Musa onlara mucizelerimizi getirince onlar
hemen bu mucizelere gülüverdiler.
48- Bizim onlara gösterdiğimiz her bir mucize
diğerinden daha büyüktü. Belki doğru yola dönerler diye biz onları azapla
yakaladık.
49- Onlar azâbı görünce: "Ey sihirbaz!
Sende olan ahdi hürmetine bizim için Rabbine dua et. Biz gerçekten doğru yola
gireceğiz." dediler.
50- Fakat azabı kendilerinden kaldırdığımız
zaman hemen sözlerinden dönüverdiler.
51- Firavun kavmine seslenerek dedi ki:
"Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim
değil mi? Görmüyor musunuz?
52- Yoksa ben, nerede ise meramını anlatamayan
şu zavallıdan daha hayırlı değil miyim?
53- Eğer O'nun dediği doğru ise üzerine altın
bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber onu tasdik eden melekler gelmeli
değil miydi?"
54- Firavun kavmini küçümsedi. Onlar da O'na
itaat ettiler. Çünkü onlar fâsık bir kavimdi.
55- Nihayet bizi gazaplandırdıkları zaman
onlardan intikam aldık. Hepsini suda boğduk.
56- Onları sonradan gelecekler için ibret ve
örnek kıldık.
46-56- "Biz Musa'yı âyetlerimizle...
göndermiştik." Bu hikâyenin getirilmesinde konu ile iki yönden ilişki
vardır. Kureyş, Peygamber'in dünya serveti olmadığından dolayı büyüklüğünü
takdir etmedikleri gibi Firavun da Hz. Musa'ya karşı "Mısır mülkü benim
(ve hep şu nehirler benim altımdan akıyor) değil mi?" (Zuhruf, 43/51) diye
öyle gururlanmıştı, bu şekilde bu hikâye Peygamber'i teselli ve destekleme;
düşmanlarını ise uyarı makamındadır. Bir de "Senden önce gönderdiklerimize
sor..." (Zuhruf, 43/45) isteği üzerine, bir cevabı da kapsar. Buna göre
asıl gaye, hikâyenin tekrarı değil, bu cevapların verilmesidir. Bununla
birlikte hikâyenin bizzat kendisinde de diğer yerlerde bulunmayan ince mânâlar
eksik değildir.
Meâl-i Şerifi
57- Meryem oğlu İsâ bir misal olarak
anlatılınca, senin kavmin hemen ondan bir delil bulduklarını sanarak bağrışmaya
başladılar.
58- Onlar dediler ki: "Bizim ilâhlarımız
mı daha hayırlıdır, yoksa İsâ mı?" Bu misâli sırf seninle tartışmak için
ortaya attılar. Doğrusu onlar çok kavgacı bir topluluktur.
59- İsâ, ancak kendisine nimet verdiğimiz ve
İsrailoğullarına örnek kıldığımız bir kuldur.
60- Eğer biz dileseydik, sizden yeryüzünde
yerinize geçecek melekler yaratırdık.
61- Gerçekten o, (İsâ'nın yere inişi)
kıyâmetin yaklaştığını gösteren bir bilgidir. Sakın kıyâmet hakkında şüpheye
düşmeyip, bana uyun, bu doğru yoldur.
62- Sakın şeytan sizi doğru yoldan
alıkoymasın. Gerçekten o sizin için apaçık bir düşmandır.
63- İsâ mucizelerle indiği zaman dedi ki:
"Ben size hikmeti getirdim ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir
kısmını size açıklamak için geldim. O halde Allah'tan korkun, ve bana itaat
edin.
64- Gerçekten benim de Rabbim sizin de
Rabbiniz Allah'tır. Öyle ise O'na kulluk edin. Bu doğru bir yoldur.
65- Fakat aralarından çıkan gruplar, İsâ
hakkında ihtilâfa düştüler. Acı bir günün azâbından dolayı vay zulmedenlerin
hâline!
66- Onlar kendileri farkına varmadan ansızın
kıyâmetin başlarına gelmesini mi bekliyorlar?
67- O gün Allah'tan korkanlar hariç dost
olanlar birbirlerine düşmandırlar.
57- Meryemin oğlu bir mesel olarak ortaya
atılınca, yani "Senden önce gönderdiklerimize sor Resullerimizden! Biz
Rahmân'dan başka ibadet olunacak ilahlar yapmış mıyız?" (Zuhruf 43/45)
buyurulmasına karşı, hristiyanların İsa'ya "ilah" ve "Allah'ın
oğlu" dedikleri bir itiraz örneği olarak ileri sürüldüğü zaman birdenbire
kavmin, yani Kureyş ondan keyiflenerek hah hah diye haykırışıyorlardı.
58- Ya, bizim ilahlarımız mı daha hayırlı
yoksa o mu? dediler. Bunlar sûrenin başında geçtiği üzere, meleklere
"Allah'ın kızları" diyorlar ve onları ilah kabul edip adlarına putlar
dikerek ibadet ediyorlardı. Şimdi hristiyanların İsa'ya ilâh dedikleri söz
konusu olunca keyiflenerek bir yaygara ile diyorlar ki: Bizim ilah deyip ibadet
ettiğimiz melekler Meryem'in oğlundan daha hayırlı değil mi? O ilâh oluyor da
bizimkiler niye olmasın. Onu sana sırf bir tartışma olarak söylüyorlar, o
itirazın hak olduğuna kani olup da bir hakkı ortaya çıkarmak için tartışma
yapıyorlar değil, güya seni susturacaklarmış gibi sırf münakaşa için onu ileri
sürüyorlardı. Doğrusu onlar, çok husumetçi adamlardır. Düşmanlıkta şiddetli,
çekişmeye düşkün, tartışmada yetenekli kimseler.
59-Onların itirazlarını ve hallerini böyle
anlattıktan sonra gerçeğin beyanı ile meselenin çözümü ve cevabın verilmesi
için buyuruluyor ki o Meryem oğlu İsa gerçekte başka bir şey değildir, ne
ilahtır, ne de Allah'ın oğludur. Ancak bir kul, katıksız bir kuldur. Ki biz ona
nimet vermişiz, peygamberlik ve risalet vermişiz. Ve onu İsrailoğulları için
bir mesel kılmışızdır. İsrailoğulları için alınacak bir örnek olmak üzere
hayret verici bir delil, bir kudret delili ki dillerinde destan olmuştur.
60-Yoksa dedikleri gibi ilah ve Allah'ın oğlu
değil, dilersek elbet sizlerden de melekler yapardık. İsa'yı İsrailoğulları
için mesel olarak yaratıp Meryem'den doğurttuğumuz gibi, sizlerden de melekler
doğurtarak o sizin "Allah'ın kızları" dediğiniz melekler,
evlatlarınız olur. Yeryüzünde size halef olurlar, sizin yerinize geçerler veya
halifelik yaparlardı.
61- Muhakkak ki o saat için bir ilimdir de
saatin (kıyametin) geleceğini, ölülerin dirilip ayağa kalkacağını bildiren bir
delil bir alâmettir. Çünkü İsâ gerek ortaya çıkışı, gerek ölüleri diriltme
mucizesi ve gerekse ölülerin ayağa kalkmasını haber vermesi itibarıyla
kıyametin meydana geleceğine bir delil olduğu gibi, hadiste haber verildiğine
göre, inmesi de Kıyametin alametlerindendir. Onun için sakın onda, yani
Kıyamet'te şüphe etmeyin de bana uyun. Yani benim göstermiş olduğum doğru yola,
şeriatime göre sade bana ibadet ve kulluk edin başka ilahlar peşinde gitmeyin.
İşte bu biricik doğru yoldur. Ki onu tutan sapıklığa düşmez.
62- Ve sakın sizi şeytan çelmesin. Bu doğru
yoldan, o hakkın peşinde gitmekten saptırmasın. Çünkü o size açık bir
düşmandır. Kendi gizli olsa da düşmanlığı açıktır. Çünkü sizi cennetten
çıkardı, belalara soktu. Şimdi asıl söz konusu olan, İsa'nın ilâhlığı
meselesinin açık olarak halline gelelim.
63-İsa'nın hiçbir zaman öyle bir iddiada
bulunmamış olduğunu göstermek için buyuruluyor ki: İsa o delillerle ve açık
mucizelerle geldiği zaman şöyle dedi: Ben size hikmet ile, yani peygamberlik ve
kitap ile geldim. Hem de hakkında ihtilaf edip durduğunuz şeylerin bazısını
beyan edeyim diye geldim. Onun için Allah'tan korkun ve bana itaat edin,
tebliğatımı dinleyin, tutun.
64-Şöyle ki Haberiniz olsun Allah benim
Rabbim, sizin de Rabbiniz ancak O'dur. Onun için hep O'na ibadet edin, ancak
O'nu ilah tanıyın. İşte bu biricik doğru yoldur. İşte İsa böyle dedi. Onun
bütün tebliğatının, açıklamalarının özü budur. (Bakara ve Meryem Sûrelerine
bkz.)
65- Sonra hizibler, her biri bir gaye ile
toplanan fırkalar, kendi aralarında ihtilaf çıkardılar. Yahudiler başka
söylediler, hristiyanlar da çeşitli fırkalara ayrıldılar. "İlâh, Allah'ın
oğlu" laflarını da onlar çıkardılar. Artık vay o zulmedenlere, gerek aşırı
gitmek, gerek tamamen geri durmak suretiyle haksızlık eden gruplara!
66-67- Elemli bir günün azabından ki kıyamet
günüdür. Hepsi başka değil, yalnız saate bakıyorlar. Gerek o gruplardan, gerek
Kureyş'ten bütün o zalimler hep o azab saatinin gelmesine bakıyorlar. Ki
farkında değillerken ansızın kendilerini bastırıverecek. "Dostlar o gün
bir birine düşmandır."
Meâl-i Şerifi
68, 69- Allah, takva sahiplerine şöyle nida
eder: "Ey âyetlerimize imân edip müslüman olan kullarım! Bugün size hiçbir
korku yoktur ve siz üzülmeyeceksiniz.
70- Siz ve eşleriniz cennete girin. Orada
ağırlanıp sevindirileceksiniz."
71- Onların etrafında yiyecek ve içecekler
altın tepsiler ve kadehlerle dolaştırılır. Orada canların çektiği ve gözlerin
hoşlandığı herşey vardır. Siz orada ebedi olarak kalacaksınız.
72- İşte yaptıklarınıza karşılık size miras
verilen cennet budur.
73- Orada sizin için bol bol meyveler vardır.
Onlardan yersiniz.
74- Şüphesiz ki suçlular, cehennem azâbında
ebedi olarak kalacaklardır.
75- Onların azâbı hafifletilmez ve onlar azab
içersinde ümitsizdirler.
76- Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar
kendileri zâlimler oldular.
77- Onlar cehennem bekçisine: "Ey Mâlik!
Rabbin artık bizi öldürsün." diye seslenirler. Mâlik de: "Siz böylece
kalacaksınız." der.
78- Andolsun ki biz size hakkı getirdik. Fakat
sizin çoğunuz haktan hoşlanmıyorsunuz.
79- Yoksa onlar hakka karşı gelmek için bir iş
mi kararlaştırdılar? Biz de onları cezalandırmak için kararlıyız.
80- Yoksa onlar bizim sırlarını ve gizli
konuşmalarını işitmediğimizi mi sanıyorlar? Hayır, işitiriz ve yanlarında
bulunan elçi meleklerimiz de her yaptıklarını yazıyorlar.
81- Ey Muhammed! de ki: "Eğer Rahman olan
Allah'ın bir çocuğu olsaydı, ona ibâdet edenlerin birincisi ben olurdum."
82- Göklerin ve yerin Rabbi, arşın Rabbi
onların nitelendirdikleri şeyden münezzehtir, yücedir.
83- Şimdi sen bırak onları, tehdit edildikleri
günlerine kavuşuncaya kadar batıla dalsınlar oynasınlar.84- Gökteki ilâh da
yerdeki ilâh da O'dur. O hüküm ve hikmet sahibidir herşeyi bilir.
85- Göklerin, yerin ve her ikisi
arasındakilerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah'ın şanı yücedir. Kıyâmet
saatinin bilgisi de yalnız onun yanındadır. Siz sadece O'na döndürüleceksiniz.
86- Onların Allah'ı bırakıp da tapdıkları
putlar şefaat hakkına sahip değillerdir. Ancak bilerek hakka şahitlik edenler
şefâat edebilir.
87- Eğer sen onlara kendilerini kimin
yarattığını sorsan elbette: "Allah" derler. O halde nasıl haktan
çevriliyorlar?
88- Peygamberin sözü şu olmuştur: "Ey
Rabbim! Bunlar gerçekten imân etmeyen bir kavimdir."
89- Ey Muhammed! Şimdilik sen onlara aldırma
ve: "Size selâm olsun." de. Onlar yakında bilecekler!
68-73- "Ey kullarım! Bugün size korku
yoktur..." Allah için sevişen, o müstesna müttakilere o günkü ilahi
seslenişi anlatmaktır ki bu seslenişin latifliğine doyulmaz. Yüce Allah bizleri
de bu kullarından eyleye. Bu âyet hakkında üç mânâ gösterirler!
1- Eseri yüzlerinizde ortaya çıkacak biçimde
sevindirilip neşelendirileceksiniz.
2- Güzel biçim mânâsına "Hıbr"dan:
süslenip ziynetleneceksiniz.
3- Güzel vasıflarla vasıflamakta abartma
mânâsına "habr"den, son derece ikram olunacaksınız. "Onların
etrafında dolaşılır." Cennete girdikten sonraki neşelerinden bir nebzeyi
anlatmaktır. Onun için girdiklerinde kendileri müşahede halinde
bulunacaklarından burası "üzerinize" diye kendilerine hitab
edilmeyip, onların üzerlerine diye gıyab (üçüncü şahıs) ile dünyadakilere
anlatılmaktadır. Yani o emir üzerine girecekler, girdiklerinde etraflarında
dolaşılacak, cennet hizmetçileri tarafından üzerlerine dönüp dolaşılacak. Altın
safhalar, tepsiler, tabaklar. Ebu Hayyan nakleder ki Kisaî şöyle demiştir:
Kas'aların (kabların) en büyüğü "cefne"dir sonra "Kas'a"
gelir on kişiye yetişir. Sonra "sahfe" beş kişilik, sonra
"Mekile" iki, üç kişilik. Ve küplerle. Küp dilimiz de ki mânâsından
farklıdır. Kulpu ve emziği olmayan ibrik diye tarif edildiğine göre sürahi ve
desti demek olur. Hem onda, o cennette nefislerin hoşlanacağı ve gözlerin
lezzetleneceği herşey var. Ve siz orada ebedi kalacaksınız. Görülüyor ki arada
gıyaba (üçüncü şahıs) bir iltifat (yönelme) yapıldıktan sonra yine hitaba
(ikinci şahıs) geçilmiştir. Ve işte bu o cennettir ki siz buna yaptığınız
ameller sebebiyle varis kılındınız.
İşte Allah için sevişip korunan müttakilere
böyle denecek. Nitekim A'raf Sûresi'nde de "Onlara işte yapmakta devam
ettiğiniz sayesinde mirasçı edildiğiniz cennet budur diye nida
edilecektir." (A'raf, 7/43) buyurulmuştu. ("Miras" deyimi için
oraya bkz.) Sizin için orada çok meyveler, yemişler var, amellerin semeresi
olarak Allah Teâlâ'nın ihsanı ile kat kat fazlalaştırılmış olan lezzetli
meyveler var, onlardan yiyeceksiniz. Meyve, açlık için değil, zevk ve lezzet
için yendiği için Cennet'te yalnız meyve yeneceği anlatılmıştır.
74-79- "Mücrimler şüphesiz cehennem
azabındadır." Bununla da mücrimlerin hali anlatılıyor ki âyette geçen
"mücrim"lerden maksat, iman ve İslamı olmayanlardır. Ey Mâlik; mâlik,
cehennem muhafızının ismidir. Rabbin aleyhimizde hüküm buyuruversin, yani
işimiz, bitiriversin diye bağırışmaktadırlar ki öldürüversin de bizi bu azabdan
kurtarıversin demektir. Buna karşı buyurmuştur ki her halde siz duracaksınız,
kalacaksınız, size ölümle vesaire ile kurtuluş yok. İbnü Abbas'tan rivayet
edilmiştir ki, bu cevap da bin sene sonra verilir, bazılarından yüz, İbnü Ömer
Hazretlerinden de kırk diye rivayet olunmuştur, ki üçü de kinaye yoluyla çokluk
ifade etse gerektir. Andolsun ki biz size Hakk'ı gönderdik. Fakat sizin çoğunuz
hakkı sevmeyenlersiniz. Önceki ahd için, yani Peygamberle gönderilen Hak dini,
Tevhid ve Kur'ân, ikincisi "cins" içindir. Çoğunluğun hoşlanmadığı
mutlak olarak hak'tır. Gönderilen malum hakka göre hepsi de hoşlanmayan
kimselerdir. "Yoksa işi sıkı mı büktüler?" Bu âyet mücrimlerin
ahiretteki hallerini anlatmaktan, Kureyş mücrimlerinin, dünyadaki hallerine
intikaldir. Mukatil'den nakledildiğine göre bu âyet, Mekke müşriklerinin
Daru'n-nedve'de Resulullah'a bir suikast tertibi kararlaştırmaları sebebiyle
nazil olmuştur.
İBRAM, bir ipi katlayıp sağlam bükmektir. Bu
mânâdan her ne şekilde olursa olsun, bir şeyi sağlamlaştırmak mânâsına da
kullanılır. Mübrem muhkem, sağlam demektir. Yani o tartışmacı hasım kavim
yalnız Hakk'tan hoşlanmamakla kalmayıp sağlam bir iş yaptılar, işi
mübremleştirdiler, sağlamlaştırdılar mı? Peygamber'e karşı bir tuzak kurmağa
karar mı verdiler? Fakat işin sağlamını, mübremini biz yaparız.
Onlarınki hiç kalır yoksa biz onların
sırlarını ve fısıltılarını işitmeyiz mi sanıyorlar? Hayır hem onların
yanlarında bizim Resullerimiz, elçilerimiz vardır yazarlar. Hafaza melekleri,
Kiramen Katibîn vardır. Burada sûrenin bitişi olarak maksadını gayesini
özetlemek üzere buyuruluyor ki: "Onun ya Rabb demesi..."
81-88- "De ki: Eğer Rahmân'ın bir çocuğu
olursa.." Bu vav'ın atfolması da muhtemel ise de kasem (yemin) için olması
daha düzgün, daha akıcıdır. Zamir Resulullah'ın yerine gelmiştir. Böyle
sesleniş esnasında gaib (üçüncü şahıs) zamiri Peygamber'in şanına bir tazim
ifade eder. Yani Peygamber'in ya Rab, ya Rab diye dua etmesi hakkı için
söylerim ki şunlar, şu hileye kalkışan müşrikler imana gelmez kimselerdir.
89- "Şimdilik sen onlara aldırma ve:
"Size selâm olsun" de. Onlar yakında bilecekler." Şimdi bu Zuhruf
Sûresi'nin sonu olan bu "Bilecekler!" uyarısını bir çeşit beyan için
Duhan Sûresi başlıyor:
Elmalılı Hamdi Tefsiri - Kuranı Kerim
| |||
Kategoriler
Hatim - Mukabele | Kuran Suresi | Kuran Meali | Kuran Öğreniyorum |
zuhruf - Kuran Hatim sayfasını izlemektesiniz.
Kur’an’ı Kerim
Allah tarafından gönderilen ilahi kitapların sonuncusu olan Kur’an’ı Kerim, son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v.) indirilmiştir. Sözlükte toplamak, okumak, bir araya getirmek anlamına gelen Kur’an, terim olarak şöyle tarif edilir:
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi Kitapların Özelliği
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
KUR’AN’IN NÜZÛLÜ (İNDİRİLMESİ)
Kur’an-ı Kerim, Yüce Allah’tan Hz.Peygamber’e Cebrail aracılığıyla, vahiy yoluyla indirilmiştir. Kolayca ezberlenmesi, kısa zamanda insanlara ulaşması, manasının kolaylıkla anlaşılması, inançların ve hükümlerin müminlerin kalbinde yavaş yavaş kuvvetlenip kökleşmesi için Kur’an bir defada toptan indirilmemiş, yaklaşık yirmi üç senede, peyderpey indirilmiştir.
KURAN-I KERİM NASIL OKUNMALI? KURAN-I KERİM EN GÜZEL NASIL OKUNUR?
Kuran okurken dikkat edilmesi gerekenler
Kuran-ı Kerim'i doğru bir şekilde okumak için harflerin üzerilerindeki uzatmalarına ve mahreç yerlerine dikkat etmek oldukça önemlidir. Harflerin okunuşunu değiştiren medler yani uzatmalar kişinin Kuran-ı Kerim'i nağmeli okumasını sağlamaz. Nağmeli bir şekilde okumak demek, kişinin Kuran-ı Kerim'i okurken oluşturduğu güzel sesiyle dinleyicilerin gönlüne hitap etmesidir.
Nağmeli okunan bir ayet ise insanlara karşı Kuran-ı Kerimin daha fazla okunup, daha fazla dinlenmesini teşvik eder.