Kuran Suresi ve Türkçe Meali
|
|||
- Mukabele - Cüz
- Kuran Süreleri
- Kuran Meali
- Kuran Dersleri
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- Ders 01 - Diyanet
- Ders 02 - Diyanet
- Ders 03 - Diyanet
- Ders 04 - Diyanet
- Ders 05 - Diyanet
- Ders 06 - Diyanet
- Ders 07 - Diyanet
- Ders 08 - Diyanet
- Ders 09 - Diyanet
- Ders 10 - Diyanet
- Ders 11 - Diyanet
- Ders 12 - Diyanet
- Ders 13 - Diyanet
- Ders 14 - Diyanet
- Ders 15 - Diyanet
- Ders 16 - Diyanet
- Ders 17 - Diyanet
- Ders 18 - Diyanet
- Ders 19 - Diyanet
- Ders 20 - Diyanet
- Ders 21 - Diyanet
- Ders 22 - Diyanet
- Ders 23 - Diyanet
- Ders 24 - Diyanet
- Ders 25 - Diyanet
- Ders 26 - Diyanet
- Ders 27 - Diyanet
- Ders 28 - Diyanet
- Ders 29 - Diyanet
- Ders 30 - Diyanet
- Tecvidli Kuran Dersleri
- 00 - Giriş
- 01 - Harfler
- 02 - Harflerin Çıkış Yerleri
- 03 - Harekeler
- 04 - Harflerin Yazılışları
- 05 - Bitişmeyen Harfler
- 06 - Kalın ve İnce Harfler
- 07 - Peltek Harfler
- 08 - Cezm
- 09 - Şedde
- 10 - Tenvin
- 10.1 - Tevcid Kuralları
- 11 - Med Harfleri
- 12 - Elifin Yerini Tutan Vav ve Ya
- 13 - Çeker
- 14 - Meddi Tabii ve Meddi Feri
- 15 - Meddi Muttasıl
- 16 - Meddi Munfasıl
- 17 - Meddi Lazım
- 18 - Meddi Arız
- 19 - Meddi Lin
- 19.1 - Tekvin ve Nunu Sakin
- 20 - İhfa
- 21 - İzhar
- 22 - İklab
- 23 - İdğamı Mael Gunne
- 24 - İdğamı Bila Gunne
- 25 - İdğamı Misleyn
- 26 - Cezimli Mimin Okunuşu
- 27 - İğdamı Mütecaniseyn
- 28 - İğdamı Mütekaribeyn
- 29 - İğdamı Şemsiyye
- 30 - İzharı Kamerriye
- 31 - Kalkale
- 32 - Lafzatullahın Okunuşu
- 33 - Zamirin Okunuşu
- 34 - Ra Harfinin Okunuşu
- 35 - Sekte
- 36 - Hurufu Mukattaa
- 37 - Vakıf ve Durma işaretleri
- 38 - Küçük Nun ile Okuma
- Elmalılı Hamdi Tefsiri
- Submenu 4.4
- Submenu 4.5
- Submenu 4.6
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- İlmihal
- Submenu 5.1
- Submenu 5.2
- Hadis-i Şerif
- Kütüb-ü Sitte 1-100
- Kütüb-ü Sitte 101-200
- Kütüb-ü Sitte 201-300
- Kütüb-ü Sitte 301-400
- Kütüb-ü Sitte 401-500
- Kütüb-ü Sitte 501-600
- Kütüb-ü Sitte 601-700
- Kütüb-ü Sitte 701-800
- Kütüb-ü Sitte 801-900
- Kütüb-ü Sitte 901-1000
- Kütüb-ü Sitte 1001-1100
- Kütüb-ü Sitte 1101-1200
- Kütüb-ü Sitte 1201-1300
- Kütüb-ü Sitte 1301-1400
- Kütüb-ü Sitte 1401-1500
- Kütüb-ü Sitte 1501-1600
- Kütüb-ü Sitte 1601-1700
- Kütüb-ü Sitte 1701-1800
- Kütüb-ü Sitte 1801-1900
- Kütüb-ü Sitte 1901-2000
- Kütüb-ü Sitte 2001-2100
- Kütüb-ü Sitte 2101-2200
- Kütüb-ü Sitte 2201-2300
- Kütüb-ü Sitte 2301-2400
- Kütüb-ü Sitte 2401-2500
- Kütüb-ü Sitte 2501-2600
- Kütüb-ü Sitte 2601-2700
- Kütüb-ü Sitte 2701-2800
- Kütüb-ü Sitte 2801-2900
- Kütüb-ü Sitte 2901-3000
- Kütüb-ü Sitte 3001-3100
- Kütüb-ü Sitte 3101-3200
- Kütüb-ü Sitte 3201-3300
- Kütüb-ü Sitte 3301-3400
- Kütüb-ü Sitte 3401-3500
- Kütüb-ü Sitte 3501-3600
- Kütüb-ü Sitte 3601-3700
- Kütüb-ü Sitte 3701-3800
- Kütüb-ü Sitte 3801-3900
- Kütüb-ü Sitte 3901-4000
- Kütüb-ü Sitte 4001-4100
- Kütüb-ü Sitte 4101-4200
- Kütüb-ü Sitte 4201-4300
- Kütüb-ü Sitte 4301-4400
- Kütüb-ü Sitte 4401-4500
- Kütüb-ü Sitte 4501-4600
- Kütüb-ü Sitte 4601-4700
- Kütüb-ü Sitte 4701-4800
- Kütüb-ü Sitte 4801-4900
- Kütüb-ü Sitte 4901-5000
- Kütüb-ü Sitte 5001-5100
- Kütüb-ü Sitte 5101-5200
- Kütüb-ü Sitte 5201-5300
- Kütüb-ü Sitte 5301-5400
- Kütüb-ü Sitte 5401-5500
- Kütüb-ü Sitte 5501-5600
- Kütüb-ü Sitte 5601-5700
- Kütüb-ü Sitte 5701-5800
- Kütüb-ü Sitte 5801-5900
- Kütüb-ü Sitte 5901-6000
- Kütüb-ü Sitte 6001-6100
- Kütüb-ü Sitte 6101-6200
- Kütüb-ü Sitte 6201-6300
- Kütüb-ü Sitte 6301-6400
- Kütüb-ü Sitte 6401-6500
- Kütüb-ü Sitte 6501-6600
- Kütüb-ü Sitte 6601-6700
- Kütüb-ü Sitte 6701-6800
- Kütüb-ü Sitte 6801-6900
- Kütüb-ü Sitte 6901-7000
- Kütüb-ü Sitte 7001-7100
- Kütüb-ü Sitte 7101-7200
- Kütüb-ü Sitte 7201-7300
Şuara Suresi - Elmalılı Hamdi Tefsiri
26-ŞUARA:
1-3- Bu sûrenin ismi, mânâsını Allah bilir. ,
den, , den, , dan diye Muhammed b. Kâ'b'dan bir rivayet de vardır. Şiddet
harflerinin en şiddetlisi, kalkale harflerinin en serti, isti'lâ harflerinin en
kalını olduğundan, ilk seste bu sûrenin şiddetli bir korkutma ifade ettiğini
hissettirir. "Ta"nın Tûr Dağına, "sîn"in Musa'ya,
"mîm" in Muhammed'e işaret olduğu da zihne çarpar.
Bunlar, sûrede böyle basit harflerden oluşarak
okunacak âyetler, işte o mübin (apaçık) kitabın âyetleridir.
MÜBÎN: "Bâne" mânâsına
"ebâne"den "beyyin" gayet açık, parlak demek olduğundan;
kitab-ı mübîn, i'cazı açık olan kitap demek olur ki, kastedilen Kur'ân'dır.
Hakkı açıklayan demek dahi olabilirse de buraya uygun olan öncekidir.
4-7- Gökten bir âyet, iman etmeye mecbur
edecek bir âyet, tepeden inme kesin bir bela. Halbuki Peygamber ve kitap
göndermekten ilâhî kasıt zorla değil, hoşnutlukla olgunluğa erdirmektir.
Boyunları, huzu' boyun eğmek mânâsına
geldiğinden, buradaki "a'nâk"ın topluluk mânâsına olan "unuk"
un çoğulu olması da uygun görülmüştür. Yani bütün topluluklarıyla ona boyun
eğerler. Rahmândan zikir; öğüt ve hatırlatma veya Kur'ân'dır. "Biz orada
her güzel çiftten nice bitkiler yetiştirmişizdir."
KERÎM, her şeyin iyisi, a'lâsı, faydalısı.
ZEVC, burada sınıf, cins nevî.
İNBAT, görünüşte sadece bitkilere has gibi
görünürse de hayvanlara ve insana işaret eder. Zira hepsinde artma gücü vardır.
Bununla beraber yalnız bitkileri düşünmek de yeterlidir. Yani o yeryüzünde
sınıf sınıf her türlüsünden ne kadar güzel ve faydalı bitkiler bitirmişiz ve
bitirmekteyiz? Baksalar ya! Gerçekten yeryüzündeki o çeşit çeşit bitkileri
güzel bir sınıflandırma ile gözden geçirmeli de bir bakmalı; o ne kadar hoş, ne
kadar çeşitli, ne kadar faydalı çiftler? Aynı çevre içinde o türlü renkler, o
türlü şekiller, türlü çiçekler ve meyveler türlü özellikleriyle o kadar değişik
sınıflar, cinsler, neviler, çeşitler, o güzel çiftler nasıl tertip ve tanzim
olunup çıkıyor? Hem ölüp kuruduktan sonra yeniden yeniye kaç kereler bitirilip bitirilip
duruyor. Hiç bu mükemmel sanat ,kör bir doğanın kendi kendine gelişmesi olur
mu?
8- Şüphesiz ki bunda; bu bitkilerin meydana
gelmesinde veya biten her güzel çiftte mutlak bir âyet var. Allah'ın birliğine
rahmetinin genişliğine, kudretinin büyüklüğüne, ahiretin varlığına delalet
eden, imanı gerektiren bir delil var. Bununla beraber çoğu mümin olmadı (iman
etmedi); hatta bitkiler ve hayvanlar dünyası ile meşgul olan ve tasniflerini
yapanların birçoğu bile Allah'a iman edecek yerde inkâra gittiler.
9- Ve şüphe yok ki Rabbin, O öyle aziz, öyle
Rahîmdir. Aziz, dilediğini yapar. Bu sebepten dilediği anda kâfirlerden
intikamını alır, intikamı geciktiriyorsa Rahîm olduğu için geciktiriyordur.
Şüphesiz, iman edenleri rahmetiyle sevindirecektir. Şimdi bunu hemen aşağıda
yedi kıssa ile açıklayacaktır:
Meâl-i Şerifi
10- Bir vakit de Rabbin, Musa'ya nida edip
"Git o zalim kavme" dedi.
11- "Firavun kavmine, hâlâ
sakınmayacaklar mı?"
12- (Musa) şöyle seslendi: "Ya Rab!
Doğrusu ben korkarım ki beni yalancı sayarlar."
13- "Ve göğsüm daralır, dilim dönmez,
onun için Harun'a da elçilik ver."
14- "Hem onların bana isnad ettikleri bir
suç var. Ondan dolayı korkarım ki, hemen beni öldürürler."
15- (Allah): "Hayır hayır" buyurdu,
"haydi ikiniz âyetlerimizle (mucizelerimizle) gidin. Şüphesiz ki, biz
sizinle beraberiz. (Onları) işitiyoruz."
16- "Haydin Firavun'a gidin de deyin ki:
İnan biz, âlemlerin Rabbinin elçisiyiz.
17- İsrail oğullarını bizimle beraber
gönder."
18- "Â, dedi, biz seni çocukken
himayemize alıp büyütmedik mi? Hayatının bir çok yıllarını aramızda geçirmedin
mi?"
19- "Sonunda o yaptığın (kötü) işi de
yaptın. Sen nankörün birisin!"
20- Musa, "Ben, dedi, o işi o anda yaptım
ki şaşkınlardandım."
21- "Sizden korkunca da hemen aranızdan
kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı."
22- "O başıma kaktığın nimet de (aslında)
İsrail oğullarını kendine köle edinmiş olmandır. "
23- Firavun şöyle dedi: "Âlemlerin Rabbi
dediğin nedir ki?"
24- Musa cevap olarak: "Eğer işin
gerçeğini düşünüp anlayan kişiler olsanız (itiraf edersiniz ki) O, göklerin,
yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbi'dir."
25- (Firavun) etrafında bulunanlara:
"İşitmiyor musunuz?" dedi.
26- Musa dedi ki: "O sizin de Rabbiniz,
daha önce ki atalarınızın da Rabbidir."
27- (Firavun): "Size gönderilen bu
elçiniz mutlaka delidir" dedi.
28- Musa devamla şöyle söyledi: "Şayet
aklınızı kullansanız (anlarsınız ki), O, doğunun, batının ve ikisinin arasında
bulunanların Rabbidir."
29- Firavun: "Benden başkasını ilâh
tutarsan, andolsun ki seni zindana kapatılmışlardan ederim" dedi.
30- Musa sordu: "Sana apaçık bir şey
getirmiş olsam da mı?"
31- Firavun: "Haydi getir onu bakayım,
doğrulardan isen" dedi.
32- Bunun üzerine Musa asâsını bırakıverdi;
apaçık bir ejderha oluverdi.
33- Elini de (koynundan) çekti çıkardı;
bakanlara bembeyaz (görünen, nur saçan bir şey) oluverdi.
10-23- Onlara üzerimde bir günah var. Kasas
Sûresi'nde (28/15) geleceği üzere kazara kıptiyi öldürmüştü. Zenb (günah)
tabiri onların zannettiklerine göredir. Onun için hemen beni
öldürüvermelerinden korkarım. Peygamberlik görevini yerine getirmeden önce
öldürülmekten korkuyor. Âlemlerin Rabbinin elçisiyiz, denildiği için Firavun;
hem o Rabbülâlemin nedir? diyor. edatı ile soru, mahiyeti sormaktır. Mahiyet
kelimesi edatına nisbettendir. Yani sorusuna verilecek cevaptır. Demek ki
Firavun, bu soru ile Âlemlerin Rabbının mahiyetini sormuş oluyor. Bir şeyin
mahiyeti ise benzerleri ile beraber ortak oldukları genel gerçektir. Filanın
mahiyeti nedir? denildiği zaman ona ortaklarıyla beraber ne denir? Nevi veya
cinsi nedir? denilmiş olur. Halbuki Allah Teâlâ'nın ortağı, örneği, benzeri
imkansız olduğundan ona nitelik diye bir şey düşünülemez.
24-26-Onun için Hz. Musa, cevabda uslüb u
hakim denilen tarzı seçip yalnız Rabbülâlemin ismini kavram mânâsıyla
düşündürmek üzere "âlemin"i tefsir ederek Göklerin ve yerin ve bütün
aralarındakilerin Rabbı, eğer düşünüp anlamaya ehil iseniz, dedi. Yani düşünüp
anlamaya ehil değilseniz, anlamazsınız. Fakat eşyanın hakikatini araştırmış,
sebepsiz bir hadise olmayacağına tam bir bilginiz var ise, bilirsiniz ki, bu
üstünüzdeki gökler ve altınızda ki yer ile aralarındaki bütün bu varlıklar,
meydana gelişleri, adetleri, şekillenmeleri, değişikliklere uğramaları ve bütün
bu değişme kanunları ile bir Rabbın hükmü ve terbiyesi altında bulunduğuna ve
bütün mümkünatının (olabilecek her şeyin) üstünde bir vâcibülvücûd'un (varlığı
zorunlu olan bir zatın) ortağı, benzeri olamayacağından zatı, niteliği ile
tarif edilmeyip ancak görünen eserleriyle bilinebileceğine tam bir bilgi
edinirsiniz. Bu cevaba karşı Firavun etrafındakilere dinlemez misiniz? dedi.
Bakın bakın, ben ne soruyorum o nasıl cevap veriyor, demek istiyor ve ihtimal
ki, doğanın Rabbe ihtiyacını kabul etmiyordu. Onun için Musa sizin Rabbiniz ve
evvelki atalarınızın Rabbi, dedi. Doğa üzerinde tasarrufu olan, bununla
birlikte bir hükümete ihtiyaçları açıkça bilinen akıl sahiplerinin açık olan
delillerini ileri sürdü ki, âlemler anlamının aslı bulunuyordu. Bunu, sizin ve
atalarınızın, diye hitap ve tamlama ile ifade etmesi de, daha çok tesirli ve
açık olması içindir. Çünkü, sizin Rabbiniz demekle, kendi ihtiyaçlarını
göstermiş oluyor. Ve evvelki atalarınızın demekle de, insanlığın faniliğini
anlatarak gururlarını kırmış oluyor. Bununla beraber onları akıl sahipleri
tarafından göstermekle kendilerine bir şeref de vermiş oluyordu.
27-Buna karşılık Firavun yine etrafındakilere
hitaben herhalde size gönderilmiş olan elçiniz mutlaka deli, dedi. Bu suretle
Resulünüz (elçiniz) demesi belli ki, bir alay oluyordu. İşte Firavunluk
taslayanların hepsi de böyle Allah yolunun adamlarına deli derler, alay
ederler.
28-33-Başlangıçta yumuşaklıkla, hikmet sahibi
olarak söz söyleyen Musa, bu inad ve tecavüze karşı yine önceki sözünü tefsir
edip açıklayarak aynıyla karşılık verdi. O, doğunun ve batının ve bütün
aralarındakilerin Rabbı'dır, eğer siz akıllılarsanız, dedi. Yani her gün
görüldüğü üzere güneşi doğdurup batıran O, doğuyu ve batıyı tayin eden ve
değiştiren ve bu şekilde cansız cisimleri hareket ettirerek bütün evreni
yöneten, hepsinin üzerinde hüküm süren, hepsinin sahip ve maliki O. Eğer siz
akıllı olsanız bunu anlardınız; O doğu ve batının Rabbinin, bizi parlatıp sizi
dulundurmağa (batırmaya) kadir, ortaktan uzak olduğunu anlardınız da, O nedir?
diye sormazdınız. Bu defa da Firavun münakaşadan tehdide geçerek Yemin ederim
ki, dedi, eğer benden başka bir ilâh edinirsen seni mutlak ve muhakkak o
zindandakilerden ederim. Zindana atarım, yerinde bu ifadeyi kullanması, o
zindandakilerin acıklı halini özellikle hatırlatmak içindir.
Meâl-i Şerifi
34-68- 34- Firavun çevresinde bulunan ileri
gelenlere: "Bu dedi, herhalde çok bilgili bir sihirbaz!"
35- "Sizi sihriyle yurdunuzdan çıkarmak
istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?"
36- Dediler ki: "Bunu ve kardeşini eğle,
şehirlere de toplayıcılar gönder."
37- "Bütün bilgiç sihirbazları sana
getirsinler."
38- Böylece, sihirbazlar belli bir günün tayin
edilen vaktinde bir araya getirildi.
39- Halka, "Siz de toplanıyor musunuz?
(Haydi çabuk olun)" denildi.
40- "Üstün gelirlerse herhalde
sihirbazlara uyarız" dediler.
41- Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a
"Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır, değil mi?"
dediler.
42- Firavun cevaben: "Evet, o takdirde
hiç şüphe etmeyin, gözde kimselerden olacaksınız" dedi.
43- Musa onlara "Atın, ne
atacaksanız" dedi.
44- Bunun üzerine iplerini ve değneklerini
attılar ve "Firavun'un kudreti hakkı için şüphesiz elbette bizler galip
geleceğiz" dediler.
45- Ardından Musa asâsını attı; bir de ne
görsünler, onların uydurduklarını yutuyor! 46- Sihirbazlar derhal secdeye
kapandılar.
47- "İman ettik, dediler, Âlemlerin
Rabbine "
48- "Musa ve Harun'un Rabbine!"
49- Firavun (kızgınlık içinde) dedi ki:
"Ben size izin vermeden O'na iman ettiniz ha! Anlaşıldı ki o size sihri
öğreten büyüğünüzmüş! Ama şimdi bileceksiniz: Andolsun, ellerinizi ve
ayaklarınızı çaprazlama ke stireceğim, hepinizi çarmıha gerdireceğim!"
50- "Zararı yok dediler nasıl olsa biz
Rabbimize döneceğiz."
51- "Herhalde biz müminlerin evveli
olduğumuzdan dolayı, Rabbimizin bize mağfiret buyuracağını ümit ederiz"
52- Biz, Musa'ya: "Kullarımı geceleyin
yola çıkar, çünkü takip edileceksiniz" diye vahyettik.
53- Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar
gönderdi:
54- "Esasen bunlar, sayıları azar azar,
bölük pörçük bir cemaattır."
55- "(Böyle iken) hakkımızda çok gayz
(öfke) besliyorlar. "
56- "Biz ise, elbette uyanık (ve
tekvücut) bir cemaatız." (diyor ve dedirtiyordu.)
57- Ama (sonunda) biz, onları (Firavun ve
kavmini) bahçelerden, pınarlardan,
58- Hazinelerden ve şerefli makamlardan
çıkardık.
59- Ve onlara İsrail oğullarını mirasçı
yaptık.
60- Derken (Firavun ve adamları) güneş
doğmuştu ki, onların ardına düştüler.
61- İki topluluk birbirini görünce, Musa'nın
adamları "Eyvah, yakalandık! dediler.
62- Musa: "Hayır, aslâ! dedi, Rabbim
şüphesiz benimledir, bana yolunu gösterecektir."
63- Bunun üzerine Musa'ya "Vur asân ile
denize" diye vahyettik; vurunca bir infilak etti, her bölük koca bir dağ
gibi oluverdi,
64- Ötekilerini de buraya yanaştırıvermiştik.
65- Musa ve beraberindekilerin hepsini
kurtardık,
66- Sonra da ötekileri suda boğduk.
67- Şüphesiz bunda bir âyet (ibret) vardır;
ama çokları iman etmiş değillerdir.
68- Ve şüphesiz, işte o Rabbin, mutlak galip
ve engin merhamet sahibidir.
Meâl-i Şerifi
69- (Resulüm!) onlara İbrahim'in kıssasını da
naklet.
70- Hani o, babasına ve kavmine, "Neye
tapıyorsunuz?" demişti.
71- "Birtakım putlara taparız da onlar
sayesinde toplanırız" dediler.
72- İbrahim "Peki, dedi, yalvardığınızda
onlar sizi işitiyorlar mı?"
73- "Veya size fayda veya zararları olur
mu?"
74- "Yok, dediler, ama biz babalarımızı
böyle yapar bulduk."
75-76- İbrahim dedi ki: "İyi ama, ister
sizin, ister önceki atalarınızın olsun, neye taptığınızı (biraz olsun)
düşündünüz mü?"
77- "Hep onlar benim düşmanımdır; ancak
âlemlerin Rabbi (benim dostumdur)"
78- "O ki, beni yaratan ve bana doğru
yolu gösterendir,"
79- "Beni yediren, içirendir,"
80- "Hastalandığım zaman bana O, şifâ
verir."
81- "O ki, benim canımı alacak, sonra
diriltecektir. "
82- "Ve hesap günü, hatamı
bağışlayacağını umduğumdur."
83- "Ya Rab! Bana hikmet (hüküm) ver ve
beni iyiler (zümresin)e kat."
84- "Sonra gelecekler içinde beni
doğrulukla anılanlardan eyle!"
85- "Ve beni naîm (nimeti bol) cennetin
varislerinden eyle!"
86- "Babamı da bağışla, çünkü o yanlış
gidenlerdendir. "
87- "(İnsanların) diriltilecekleri gün,
beni mahcub etme."
88- "O gün ki ne mal fayda verir ne
oğullar!"
89- "Ancak Allah'a temiz bir kalple
gelenler o günde (kurtuluşa erer)."
90- (O gün) Cennet müttakilere
yaklaştırılmıştır.
91- Azgınlar için de cehennem hortlatılmıştır.
92-93- Onlara, "Allah'ı bırakıp da taptıklarınız,
hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar
mı?" denilir.
94- Ve arkasından hep onlar (putlar ve
azgınlar) o cehennemin içine fırlatılmaktadırlar.
95-96- Ve bütün o İblis orduları onun içinde
birbirleriyle çekişirlerken dediler ki:
97- "Vallahi biz, gerçekten apaçık bir
sapıklık içindeymişiz."
98- "Çünkü biz sizi, âlemlerin Rabbi ile
bir seviyede tutuyorduk."
99- "Ve bizi hep o günahkarlar
saptırdı."
100- "Bak bizim için ne şefaatçiler
var,"
101- "Ne de yakın bir dost."
102- "Ah keşke (dünyaya) bir kere daha
dönebilsek de, müminlerden olabilseydik."
103- Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir
ders) vardır; oysa çokları iman etmiş değillerdir.
104- Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip
ve engin merhamet sahibidir.
69-104- "Sonra gelecekler içinde beni
doğrulukla anılanlardan eyle."
LİSÂN-I SIDK: Dünyada kıyamete kadar eseri
baki kalacak güzel bir nam, yani güzel bir şöhret, dosdoğru güzel bir hatıra,
şaşmaz güzel bir anı. Bunun için her ümmet Hz. İbrahim'i sevegelmiştir. Veya
zürriyetim içinde benim asıl dinimi yenileyecek, benim gibi doğruluk ve tevhide
insanları davet edecek doğru bir dil ki, Muhammed (s.a.v) dir. Şüphesiz bunda,
yani okunan İbrahim kıssasında mutlak bir âyet var, yani ibret ve öğüt
alınacak, ders edinilecek bir hüccet ve delil vardır.
Meâl-i Şerifi
105- Nuh kavmi de peygamberleri yalancılıkla
itham etti.
106- Hani kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti:
"Siz Allah'tan korkmaz mısınız?"
107- "Haberiniz olsun ki ben, size
gönderilmiş güvenilir bir Peygamberim.
108- "Gelin artık, Allah'tan korkun ve
bana itaat edin."
109- "Buna karşılık ben sizden hiçbir
ücret istemiyorum. Benim mükafaatımı verecek olan ancak, âlemlerin
Rabbidir."
110- "Gelin, artık, Allah'tan korkun ve bana
itaat edin."
111- "Â, dediler, senin ardına hep düşük
kimseler düşmüşken, biz sana hiç inanır mıyız?"
112- Nuh dedi ki: "Onların yaptıkları
hakkında bir bilgim yoktur."
113- "Onların hesabı ancak Rabbime
aittir. Düşünsenize!"
114- "Hem ben iman edenleri kovmaya memur
değilim."
115- "Ben ancak apaçık bir
uyarıcıyım."
116- Dediler ki: "Ey Nuh! Eğer
vazgeçmezsen, iyi bil ki, taşa tutulanlardan olacaksın!"
117- Nuh: "Rabbim! dedi, kavmim beni
yalancılıkla itham etti."
118- "Artık benimle onların arasında sen
hükmünü ver. Beni ve beraberimdeki müminleri kurtar."
119- Bunun üzerine biz de onu ve
beraberindekileri, o dolu gemide taşıyarak kurtardık.
120- Sonra da arkasında kalanları suda boğduk.
121- Şüphesiz bunda mutlak bir âyet (alınacak
ders) vardır; ama çokları iman etmiş değillerdir.
122- Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip
ve engin merhamet sahibidir.
105-122- Kardeşleri Nuh, yani, ayni kavimden
olan Nuh, demektir.
Meâl-i Şerifi
123- Âd (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla
itham etti.
124- Hani kardeşleri Hûd onlara şöyle demişti:
"Siz Allah'tan korkmaz mısınız?"
125- "Haberiniz olsun ki ben, size
gönderilmiş, güvenilir bir Peygamberim."
126- "Gelin artık Allah'tan korkun ve
bana itaat edin."
127- "Buna karşılık ben sizden hiçbir
ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir.
"
128- "Siz her tepeye bir alâmet bina edip
eğlenir durur musunuz?"
129- "Temelli kalacağınızı umarak sağlam
yapılar mı edinirsiniz?"
130- "Hem tuttuğunuz zaman merhametsiz
zorbalar gibi tutuyorsunuz."
131- "Artık Allah'tan korkun ve bana
itaat edin."
132- "O Allah'tan korkun ki, size o
bildiğiniz şeyleri vermekte,"
133- "Davarlar, oğullar,"
134- "Cennet gibi bağlar, bahçeler,
pınarlar ihsan etmektedir."
135- "Cidden ben sizin hakkınızda büyük
bir günün azabından korkuyorum."
136- "Dediler ki: "Sen ha vaaz
etmişsin, ha vaaz edenlerden olmamışsın, bizce birdir."
137- "Bu sırf eskilerin âdetidir."
138- "Biz azaba uğratılacak da
değiliz."
139- Böylece onu yalancı saydılar; biz de
kendilerini helak ettik. Şüphesiz bunda mutlak bir âyet (alınacak bir ders)
vardır, ama çokları iman etmiş değillerdir.
140- Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip
ve engin merhamet sahibidir.
123-140- Her yüksek mevki, tepe alâmet. Burada
büyük saray ve yüksek köşk gibi aşırı (gösterişli) bina mânâsınadır.
Oynuyorsunuz. Abes; hakikî veya hükmî bir faydası olmayan oyun ve eğlence gibi
boş şeyler, yani ciddî, uygun bir maksadı olmaksızın yalnız, yapısı ile
eğlenmek, öğünmek için yapıyorsunuz veya oyun yerleri yapıyorsunuz. Mısna'ın
çoğulu veya masnu'un çoğulu, yani sanat evleri veya yapılan sanatlar. Bundan
anlaşılıyor ki, o zaman sanayinin bir aşırılığı varmış, toplumun gerçek
faydasına olan şeyleri, maneviyatı, ahlâkı gözetilmeyerek, maddî yapılar ve
gösterilerle zulüm ve baskı yapılıyormuş.
Meâl-i Şerifi
141- Semûd (kavmi) de peygamberleri
yalancılıkla itham etti.
142- Hani kardeşleri Salih onlara şöyle
demişti: "Siz Allah'tan korkmaz mısınız?"
143- "Haberiniz olsun ki ben size
gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."
144- "Gelin artık, Allah'tan korkun ve
bana itaat edin."
145- "Buna karşılık ben sizden hiçbir
ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin
Rabbidir."
146- "Siz burada güven içinde bırakılacak
mısınız?"
147- "Bahçelerin, pınarların
içinde,"
148- "Ekinlerin, salkımları sarkmış
hurmalar arasında,"
149- Ki bir de dağlardan keyifli keyifli
kâşâneler oyuyorsunuz."
150- "Gelin! Allah'tan korkun da bana
itaat edin."
151-52- "Yeryüzünde bozgunculuk yapıp
dirlik düzenlik vermeyen bozguncuların emrine uymayın."
153- "Sen dediler, olsa olsa iyice
büyülenmiş birisin!"
154- "Sen de ancak bizim gibi bir
beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir âyet (mucize)
getir."
155- Salih "İşte (mucize) bu dişi
devedir; su içme hakkı (bir gün) onundur, belli bir günün içme hakkı da
sizin" dedi.
156- "Sakın ona bir kötülükle ilişmeyin,
yoksa sizi büyük bir günün azabı yakalayıverir."
157- Derken onu kestiler; fakat pişman da
oldular.
158- Çünkü kendilerini azap yakalayıverdi.
Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir ders) vardır, ama çokları iman etmiş
değillerdir.
159- Ve şüphesiz Rabbin, işte O mutlak galip
ve engin merhamet sahibidir.
141-159- Haydi bir âyet getir, yani peygamber
olduğuna işaret olacak bir mucize içme hakkı. Fıkıhta içmek, hayvan ve tarla
sulamak ve kullanmak için su alma hakkı, yalnız içmek için olana şefe hakkı
(dudak hakkı) denilir. Bir su arkından böyle nöbetle yararlanmaya (Muhâyee,
yani bölüşülmesi mümkün olmayan bir şeyi sıra ile kullanma) denilir. Salih
(a.s) deve ile kavmi arasında suyu nöbetleşe istifadeye koymuştu.
Meâl-i Şerifi
160- Lût (kavmi) de peygamberleri yalancılıkla
itham etti.
161- Hani kardeşleri Lût onlara şöyle demişti:
"Siz Allah'tan kormaz mısınız?"
162- "Haberiniz olsun ki, ben size
gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."
163- "Gelin artık, Allah'tan korkun ve
bana itaat edin."
164- "Buna karşılık ben sizden bir ücret
istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan ancak âlemlerin Rabbidir."
165- "İnsanlar içinden erkeklere mi
gidiyorsunuz?"
166- "Bırakıyorsunuz da sizler için
yarattığı eşleri! Doğrusu siz insanlıktan çıkmış bir kavimsiniz!"
167- Onlar şöyle dediler: "Ey Lût! (Bu
davadan) vazgeçmezsen, iyi bilki, sürülenlerden olacaksın."
168- Lût "Doğrusu ben, dedi, sizin bu
işinize buğzedenlerdenim."
169- "Yâ Rabbi! Beni ve ailemi onların
yapageldiklerin(in vebalin)den kurtar."
170- Biz de onu ve ailesinin tamamını
kurtardık,
171- Ancak (geride) bir yaşlı kadın kaldı.
172- Sonra geridekilerin hepsini helak ettik.
173- Ve üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık
ki, (uyarılanların) o yağmuru ne kötü bir yağmurdu!
174- Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir
ders) vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdir.
175- Ve şüphesiz Rabbin, işte O mutlak galip
ve engin merhamet sahibidir.
160-175- Münzerin yağmuru, uyarıldıkları halde
yola gelmeyenlerin başına yağdırılan taş yağmuru. Meâl-i Şerifi
176- Eyke halkı da peygamberleri yalancılıkla
itham etti.
177- Hani Şuayb onlara şöyle demişti:
"Siz Allah'tan korkmaz mısınız?"
178- "Haberiniz olsun ki ben size
gönderilmiş güvenilir bir peygamberim."
179- "Gelin, Allah'tan korkun ve bana
itaat edin."
180- "Buna karşılık ben sizden bir ücret
istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan yalnız âlemlerin Rabbidir."
181- "Ölçeği tam ölçün de hak yiyenlerden
olmayın."
182- "Ve doğru terazi ile tartın."
183- "Halkın eşyalarını değerinden
düşürmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın."
184- "O sizi ve sizden önceki nesilleri
yaratan Allah'tan korkun."
185- Onlar şöyle dediler: "Sen, olsa olsa
iyice büyülenmiş birisin."
186- "Sen de bizim gibi bir beşerden
başka nesin? Bil ki, biz seni ancak yalancılardan biri sayıyoruz."
187- "Şayet doğru sözlülerden isen,
üstümüze gökten bir parça düşürüver."
188- Şuayb, "Rabbim, yaptıklarınızı en
iyi bilendir" dedi.
189- Hülasa, onu yalancı saydılar da
kendilerini o gölge gününün azabı yakalayıverdi. O cidden büyük bir günün azabı
idi!
190- Şüphesiz bunda bir âyet (alınacak bir
ders) vardır. Ama çokları iman etmiş değillerdir.
191- Ve şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip
ve engin merhamet sahibidir.
176-188- Eyke halkı, Eykeliler, -Leyke
kırâetlerine göre, Leykeliler- Eyke yumuşak ağaç bitiren bataklık demek olup
Medyen'e doğru deniz sahilinde bir yerin adıdır. Burda yaşayan birtakım
insanlar vardı Şuayb (a.s) bunlara da gönderilmişti. Fakat onların kavminden
değil, yabancı idi. Onun için "Ehûhüm" (Onların kardeşi) denilmeyerek
sadece Şuayb, denilmiştir. Leyke, 'nün nakl ile okunuşu olabilirse de merkezleri
olan kasabanın ismi de (olabilir) deniliyor. Yani Leyke, taş yağmuruna
tutulanların merkez şehirleri imiş. Şu halde Eshabüleyke (Leyke halkı),
Eshabü'l-Hicr (Taş yağmuruna tutulanlar) demek olur. Bunların ticaretle meşgul
oldukları, zalim ve hilekar oldukları anlaşılıyor.
189-191- KISTAS: Mizan, terazi, kantar, çeki
gibi ölçü birimi demektir ki, aslı Rumcadır, denilmiştir. Zulle günü (gölge
günü), rivayet olunduğuna göre yüce Allah bunlara yedi gün, yedi gece şiddetli
bir hararet musallat kılmış, nefesleri tıkanmış. Evlerinin içerisine
sokulmuşlar duramamışlar, ovaya fırlamışlar. Bir bulut güneşe gölge olmuş, bir
serinlik bir rahat duyar gibi olmuşlar; birbirlerine seslenerek altına
toplanmışlar. O zulle, o gölgelik Allah tarafından bir ateş halinde üzerlerine
inmiş, hepsini yemiş bitirivermiş. Bu şekilde üzerlerine istedikleri gibi
gökten bir parça düşürülmüş, demektir. Bu olay burada kısaca anlatılan yedi
olayın sonuncusudur. Peygamberi yalan sayanlara azab indirilişinin değişmez bir
kaide olduğu bu yedi olay ile anlatılarak inkârcılara tehdit ve peygamberlere
teselli yapıldıktan sonra buyuruluyor ki:
Meâl-i Şerifi
192- Ve muhakkak ki bu (Kur'ân) âlemlerin
Rabbinin indirmesidir.
193- (Resulüm!) Onu Rûhu'l-emin (Cebrail)
indirdi;
194- Uyarıcılardan olasın diye senin kalbin
üzerine;
195- Açık parlak bir Arapça lisan ile.
196- O, şüphesiz daha öncekilerin kitaplarında
da vardı.
197- İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi,
onlar için bir âyet (delil) değil midir?
198-199- Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine
indirseydik de, bunu o okusaydı, yine de ona iman etmezlerdi.
200-201- Böylece onu günahkarların kalplerine
soktuk. (okuyup anladılar, ama yine de) acıklı azabı görünceye kadar ona iman
etmezler.
202- İşte bu (azab) onlara, kendileri farkında
olmadan, ansızın geliverecektir.
203- O zaman "Bize (iman etmemiz için)
mühlet verilir mi acaba?...diyeceklerdir.
204- (Oysa dünyada iken) Onlar bizim azabımızı
çarçabuk istiyorlardı.
205- Gördün ya artık onlara senelerce zevk
ettirsek,
206- Sonra kendilerine vaad edilen (azab)
gelip çatarsa,
207- O yaşadıkları zevkin kendilerine hiçbir
faydası olmayacaktır.
208- Bununla birlikte, biz hangi memleketi
helak ettikse muhakkak onu uyarıcı (peygamberleri) olmuştur.
209- (Onlar) ihtar edilmiştir ve biz zulmetmiş
değiliz.
210- Onu (Kur'ân'ı) şeytanlar indirmedi.
211- Bu onlara hem yaraşmaz hem güçleri
yetmez.
212- Şüphesiz onlar vahyi işitmekten uzak
tutulmuşlardır.
213- O halde sakın Allah ile beraber başka
tanrıya kulluk edip yalvarma, yoksa azaba uğratılanlardan olursun.
214- (Önce) en yakın hısımlarını uyar.
215- Ve sana uyan müminlere kanadını indir.
216- Şayet sana karşı gelirlerse, de ki:
"Ben sizin yaptıklarınızdan muhakkak uzağım."
217- Sen O, mutlak galip ve engin merhamet
sahibine güvenip dayan.
218- O ki, (gece namaza) kalktığın zaman seni
görüyor.
219- Ve secde edenler arasında dolaşmanı da
(görüyor.)
220- Çünkü her şeyi işiten, her şeyi bilen
O'dur.
221- Şeytanların kime ineceğini size haber
vereyim mi?
222- Onlar, günaha, iftiraya düşkün olan
herkesin üzerine inerler.
223- Onlar, (şeytanlara) kulak verirler ve
onların çoğu yalancıdır.
224- Şairler(e gelince), onlara da sapıklar
uyar.
225-226- Onların her vadide şaşkın şaşkın
dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi?
227- Ancak iman edip iyi ameller işleyenler,
Allah'ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar
müstesna; haksızlık edenler, hangi dönüşe (hangi akibete) döndürüleceklerini
yakında bileceklerdir.
192-193- Ve hakikaten o; bahsi geçen âyetleri
ihtiva eden Kur'ân şüphesiz âlemlerin Rabbının bir indirmesidir. Aslında O'nun
sözü, O'nun sıfatı olup Arapça harflerle bu lafızları giydirip indirten O'dur.
O'nun tarafından indirilmedir. Rabbül-âlemin (Âlemlerin Rabbi) ne tamlama
yapılması; bu indirme, yüce Allah'ın bütün âlemleri içine alan bir terbiyesi ve
acıması hükmünde bulunduğunu anlatmak "Biz seni ancak âlemlere rahmet
olarak gönderdik" (Enbiya, 21/107) mânâsını hatırlatmak içindir. Âlemlerin
Rabbinden onu o Ruh-ı Emin (Emin Ruh) indirdi (veya onunla o Emin Ruh indi).
194-RUH-I EMİN, O EMİN RUH, yani yüce Allah'ın
emanetini yüklenmiş olan tam bir güvenlikle vahyini peygamberlerine ulaştıran
Ruh, Cibril-i Emin (a.s)dir. Senin kalbin üzerine, yani yalnız üzerine
indirmedi, kalbine, vicdan ve şuurun kaynağı olan varlığının bütün zerrelerine
işletti, tamamen hafızana verdi ve bütün bundaki ahlâkı, bilgiyi ve irfanı sana
meleke (alışkanlık) kıldı.
Necmeddin-i Kübra tefsirinde der ki, "Tevrat
da Hz. Musa (a.s)a levhalar halinde indirilmeyip de böyle kalbine indirilmiş
olsaydı, kızgınlık halinde onları elinden bırakıvermezdi ve gizli ilimleri
öğrenmek için Hızır'ı aramaya gitmezdi. Âlemlerin Rabbı bunu böyle bütün
kalbini kavramak üzere Emin Ruh ile indirdi ki, tam mânâsıyla güven sağlayıp O
uyarıcılardan olasın. Yani uyarı ile peygamberlikleri meşhur olan yukarda adı
geçen peygamberler gibi emin bir peygamber olup uyarasın.
195- Mübin, yani anlattığını açık ve güzel bir
ifade ile anlatır bir Arapça lisan ile. Arapça aslında her mânâyı iyi
anlatabilen bir dil olmakla beraber Kur'ân onu, en yüksek bir şekilde süsleyip
açıklık getirerek parlatmıştır.
196-Bu sebepten yukarda anlatılan olaylarda
yapılan uyarıların mânâsını anlamamakta Arapların hiçbir özrü yoktur. Bununla
beraber o şüphesiz öncekilerin kitaplarında da vardır. Yani önceki kitaplarda
da bu Kur'ân'ın adı geçmiştir.
197-Böyle olduğunu inkâr ediyorlarsa. İsrail
oğulları bilginlerinin onu bilmesi bile onu inkâr edenlere bir delil değil
midir? İsrail oğulları bilginlerinden bir kısmı, Tevrat ve İncil de Peygamber
(s.a.v) 'in sıfat ve özelliklerinin anlatıldığını söylüyorlardı.
Kureyş de gidip onlardan bu haberi
öğreniyorlardı.
198-199- Eğer biz onu Arapça bilmeyenlerin
birine indirseydik, böyle bir mucize yapsaydık da onlara onu, o okusaydı -ki bu
şekilde okunan Kur'ân aslında bir mucize olduğu gibi, okuyuş da başka bir
mucize olurdu- yine ona inanmazlardı. Yabancı değil, pekala Arapça biliyormuş,
derlerdi.
200-210- İşte bu Kur'ân'ın Allah'tan inme bir
mucize olduğuna inanmayanlar böyle inatçı kâfirlerdir. Biz onu günahkarların
kalplerine böylece sokmuşuzdur. Mânâsını anlarlar, fesahat ve belagatının
(kusursuz ve fevkalade açık ifadelerinin) güzelliğini tanırlar, gerek tertibi
ve gerek mânâsındaki gizli haberleri yönünden yapılması mümkün olmadığını ve
bir benzerinin yapılamayacağını bilirler ve önceki kitaplarda bahsi geçtiğini
de duyarlar, fakat ona iman etmezler, günahkar oldukları için inanmak işlerine
gelmez, o uyarmalar hoşlarına gitmez, ta ki, o acıklı azabı görsünler, yani
azabı görecekleri ana kadar inanmazlar, görmek için inanmazlar. Şimdi
azabımızın hemen gelmesini mi istiyorlar? Yani azab gelince "Bize mühlet
verilir mi?" (Şuarâ, 26/203) diyeceklerken şimdi "Bizi tehdit ettiğin
(azabı) getir" (A'râf, 7/70), "Başımıza gökten (taş) yağdır"
(Enfal, 8/82) diye acele mi ediyorlar? "Gördün ya artık onlara senelerce
zevk ettirsek kendilerine hiçbir faydası olmayacaktır."
Bunu şeytanlar alıp indirmedi, bir kısım
inkârcılar peygamberliği, bir kahinlik gibi kabul ederek Kur'ân'ı, kahinlere
yapılan cin ve şeytan aşılaması şeklinde göstermek istemişlerdi. Bununla onlar
reddediliyor. Yani bunda hiçbir şeytan işi yoktur. Âlemlerin Rabbinden onu Emin
Ruh indirdi, şeytanlar değil.
211- O hem onlara yaraşmaz, şeytana yakışır
bir şey değildir, şeytanlığa terstir. Hem de güçleri yetmez, isteseler de
yapamazlar.
212- Çünkü onlar işitmekten katî şekilde
uzaktırlar. Mele-i alâ (büyük meleklerin toplandığı yer) yı dinlemek onlara
yasaktır. "Onlar artık mele-i alâ da olup bitenleri dinleyemezler.
Dinlemeye kalkışsalar her taraftan taşlanırlar" (Sâffat, 37/8), (Sâffât,
37/8 ve Cin, 72/9-8. âyetlerin tefsirine bkz.)
213- Böylece sakın Allah ile beraber diğer bir
ilâha çağırma ki, azab edileceklerden olmayasın. Madem ki hakikat böyledir, sen
o uyarıcı peygamberlerden olasın diye, bu Kur'ân sana Allah tarafından Emin Ruh
ile indirilmiş ve şeytanlar işitmekten men olunmuştur. O halde sen de Allah'tan
başkasına ne dua et, ne davet et! Peygambere bu hitabın böyle şirkten nehiy
şeklinde gelmesi tevhid inancına davette ihlası (samimiyeti) artırmak için bir
coşturma ve diğer mükellefleri korkutmada örnek olmak için bir inceliktir.
214- Hem en yakın hısımlarını uyar, yani önce
içinde yaşadığın kendi hısımlarının en yakınlarından uyarmaya başla.
Rivayet edildiğine göre bu âyet indirildiği
zaman Peygamber (s.a.v) Safa tepesine çıktı, oymak oymak bütün akrabasını
çağırdı, hepsi yanında toplandılar "Ben size, şu dağın arkasında düşman
atlıları var, desem bana inanır mısınız?" buyurdu, "evet"
dediler. "O halde ben size haberci geldim, ileride şiddetli bir azab
var" buyurdu.
215- "Kanadını indir." Kanad
indirmek alçak gönüllülükle merhamet ve şefkat mânâsına istiaredir. Müminlerden
sana tabi olanlara ki, gerek yakınlarından olsun, gerek olmasın.
216- Yok sana karşı gelirler, yani tabi
olmazlarsa ben sizin amellerinizden uzağım, sorumluluğunu kabul etmem de.
217- Sen o Aziz ve Rahim'e; yani düşmanlarını
yok etmeye ve dostlarına yardıma güç ve kuvveti yeterli olan yüce Allah'a
güven. O onların kötülüklerinden seni korur.
218- O ki kalktığın zaman görür, yani namaza,
özellikle teheccüde veya iyiliği emretmeye, Allah'ın dinini yükseltmeye
kalkarken seni ve secde edenler arasında dönüp dolaştığını, namaz kılanlara
imam olarak hareket tarzını veya müminleri kontrol için aralarında dolaştığını
veya Allah'ın dinini yükseltmekte müminler arasında gayretini veya peygamberlik
görevini yerine getirmek için peygamberler arasındaki hizmetlerini. Bir de
"dünyaya gelinceye kadar müminden mümine atalarının sulbünden
gelişini" diye bir mânâ verilmiş ise de, bu intikal geçmişte olup âyetin
ifade şekli şimdiki ve gelecekteki hali belirttiğinden, bu mânânın burada dolaylı
kullanılması uzak görünmektedir.
219- O ki kalktığın zaman görür, yani namaza,
özellikle teheccüde veya iyiliği emretmeye, Allah'ın dinini yükseltmeye
kalkarken seni ve secde edenler arasında dönüp dolaştığını, namaz kılanlara
imam olarak hareket tarzını veya müminleri kontrol için aralarında dolaştığını
veya Allah'ın dinini yükseltmekte müminler arasında gayretini veya peygamberlik
görevini yerine getirmek için peygamberler arasındaki hizmetlerini. Bir de
"dünyaya gelinceye kadar müminden mümine atalarının sulbünden
gelişini" diye bir mânâ verilmiş ise de, bu intikal geçmişte olup âyetin
ifade şekli şimdiki ve gelecekteki hali belirttiğinden, bu mânânın burada
dolaylı kullanılması uzak görünmektedir.
220- Her halde O, herşeyi işiten her şeyi
bilendir. Bütün söylediklerinizi işitir, niyetlerinizi bilir, ona göre
mükafatını verir. Bu sebepten her yönden güven ve emniyete, dua ve ibadete
layıktır.
221- Şeytanlar kimin üzerine iner, size haber
vereyim mi? Yukarda Kur'ân'ın şeytan telkini olamayacağı anlatılmıştı. Şimdi de
şeytanların kimler üzerine ineceği anlatılarak Hz. Peygamber'in yüce
şahsiyetine şeytanların yanaşamayacağı ifade ediliyor.
222-Bakınız şeytanlar kimin üzerine inerler:
Her bir effâk-i esim üzerine inerler, nerede bir effâk, çok yalancı, yalan uydurucu,
iftiracı sahtekar; esim, günahtan korkmaz, vebal yüklenen, kötülük işleyen
kimse varsa onlara inerler. Şeytan inmek için önce böyle günahtan, yükten
çekinmez, sahteci, kötülükçü, kötü nefisleri arar. Bu şekilde birleşmeleri
arasındaki ilgi ve yakınlığına göre olur. Bu ise Hz. Muhammed (s.a.v)in
ahlâkına tamamen zıddır.
223- İkinci olarak ki onlara kulak verirler.
Yani günahtan korkmaz sahtekârlar, o şeytanların telkinlerine kulak verir,
dinlemek için hazırlanırlar çoğu yalancıdırlar. Yani söylediklerinin çoğunu
yalan söylerler, Şeytanlar onlara bir kuruntu ve zan aşılarlar, onlar da kendi
hayallerine göre uydurur uydurur söylerler. Onun için kahin sözlerinin bazısı
rastgelse bile çoğu yalan çıkar. Muhammed Aleyhisselam'ın davranışları ve
sözleri hâşâ böyle değildir. O birçok gizli şeylerden haber vermiş ve hepsi
doğru çıkmıştır. Hiç yalanı işitilmemiş ve görülmemiştir. Bütün özelliği
doğruluktur.
Kur'ân'ın icazı hem mânâ, hem de söz yönüyle
olduğundan, inkârcılar mânâdaki Allah bilgisi ve gizli sırları, şeytan ve
falcılığa dayamak istedikleri gibi, tertipteki güzelliği de şiir türünden
göstermek istedikleri için, her ikisini de reddetmek üzere buyruluyor ki;
224- Şairler ise onları çapkınlar ve sapkınlar
takip ederler. Hak ve gerçek peşinde değil, sade bir istek, arzu ve hevesleri
peşinde giden, hep zevk ve eğlence arayan şaşkınlar ve azgınlar onların ardına
düşerler.
225- Görmez misin onların her vadide şaşkın
şaşkın dolaştıklarını? Şiir de esas hüküm değil, yalnız nefsin duygularını,
zevkini veya iğrenmesini gıcıklayacak duygulardır. Onun için şairler, eğri
doğru, iyi kötü her konuya dalar, her vadide otlar ve ifadede ne kadar
şaşkınlık ve şiddetli arzuya dalarsa o kadar etkili olacağından her telden
çalmak için, iyi ve kötü her vadide sarhoş bir şekilde dolaşırlar. Hem de onlar
yapmayacakları şeyleri söylerler. Sözleri işlerini tutmaz ve işte bu iki
özelliklerinden dolayı da arkalarına çapkınlar ve sapkınlar düşerler. Bu
sebepten bu şairlerde Hz. Muhammed'e ve o Peygambere tabi olan Muhammed
ümmetine benzemezler.
226- Görmez misin onların her vadide şaşkın
şaşkın dolaştıklarını? Şiir de esas hüküm değil, yalnız nefsin duygularını,
zevkini veya iğrenmesini gıcıklayacak duygulardır. Onun için şairler, eğri
doğru, iyi kötü her konuya dalar, her vadide otlar ve ifadede ne kadar
şaşkınlık ve şiddetli arzuya dalarsa o kadar etkili olacağından her telden
çalmak için, iyi ve kötü her vadide sarhoş bir şekilde dolaşırlar. Hem de onlar
yapmayacakları şeyleri söylerler. Sözleri işlerini tutmaz ve işte bu iki
özelliklerinden dolayı da arkalarına çapkınlar ve sapkınlar düşerler. Bu sebepten
bu şairlerde Hz. Muhammed'e ve o Peygambere tabi olan Muhammed ümmetine
benzemezler.
227- Şeytanîdirler Ancak iman edip iyi ameller
işleyenler, sözleri işlerine uygun olarak iyilik isteyenler ve Allah'ı çok
ananlar, şiirlerinin çoğu Allah'ı birleme, O'na hamd ve şükretme ve O'nun
yüceliğini ifade ile Allah'ı anma ve yarattığı şeylerden O'nun kudretini
hatırlama, ile O'na kulluk yapmayla ilgili olanlar ve kendilerine
zulmedildikten sonra öclerini alanlar müstesna. Yani hiciv yaparlarsa
kendilerine, yani müminlere yapılan zulmün öcünü almak, söylenen hicvi
reddetmek için söylerler. İşte böyle; mümin, iyi, Allah'ı zikreden ve müminlere
yapılan zulüm ve haksızlığın öcünü alan, hakkın savunucusu Abdullah b. Revaha
ve Hassan b. Sabit ve Ka'b b. Malik ve Ka'b b. Züheyr gibi müslüman şairleri o
kötü hallerden müstesnadırlar. Bunlar sadıktırlar, bunlara tabi olanlar sapkın
değildirler.
O zulmedenler ise hangi dönüşe (akıbete)
döndürüleceklerini yakında bilecekler. Yahut hangi dönüş meydanında
yuvarlanacaklar. Bu cümlenin zalimlere ne kadar şiddetli bir tehdit ifade
ettiği açıktır. Yani bugün müslümanlara zulmeden o zalimler, bugünkü yaptıkları
zulum ile nasıl bir uçuruma yuvarlanmakta olduklarını öldükleri zaman
anlayacaklar. Aynı zamanda bu cümle, İslâm dininin dünyada zalimlere karşı
yapacağı hak ve adalet inkılabının önemini hatırlatmaktadır ki, geleceğe ait bu
gizli haberin önemi çok açıktır. Bunun için geçmişten bunu açıklayacak bir
misal, gelen sûredeki harika (mucize) larla ortaya konularak gelecek müjdelenecektir.
Elmalılı Hamdi Tefsiri - Kuranı Kerim
| |||
Kategoriler
Hatim - Mukabele | Kuran Suresi | Kuran Meali | Kuran Öğreniyorum |
şuara - Kuran Hatim sayfasını izlemektesiniz.
Kur’an’ı Kerim
Allah tarafından gönderilen ilahi kitapların sonuncusu olan Kur’an’ı Kerim, son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v.) indirilmiştir. Sözlükte toplamak, okumak, bir araya getirmek anlamına gelen Kur’an, terim olarak şöyle tarif edilir:
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi Kitapların Özelliği
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
KUR’AN’IN NÜZÛLÜ (İNDİRİLMESİ)
Kur’an-ı Kerim, Yüce Allah’tan Hz.Peygamber’e Cebrail aracılığıyla, vahiy yoluyla indirilmiştir. Kolayca ezberlenmesi, kısa zamanda insanlara ulaşması, manasının kolaylıkla anlaşılması, inançların ve hükümlerin müminlerin kalbinde yavaş yavaş kuvvetlenip kökleşmesi için Kur’an bir defada toptan indirilmemiş, yaklaşık yirmi üç senede, peyderpey indirilmiştir.
KURAN-I KERİM NASIL OKUNMALI? KURAN-I KERİM EN GÜZEL NASIL OKUNUR?
Kuran okurken dikkat edilmesi gerekenler
Kuran-ı Kerim'i doğru bir şekilde okumak için harflerin üzerilerindeki uzatmalarına ve mahreç yerlerine dikkat etmek oldukça önemlidir. Harflerin okunuşunu değiştiren medler yani uzatmalar kişinin Kuran-ı Kerim'i nağmeli okumasını sağlamaz. Nağmeli bir şekilde okumak demek, kişinin Kuran-ı Kerim'i okurken oluşturduğu güzel sesiyle dinleyicilerin gönlüne hitap etmesidir.
Nağmeli okunan bir ayet ise insanlara karşı Kuran-ı Kerimin daha fazla okunup, daha fazla dinlenmesini teşvik eder.