Elmalılı Hamdi Tefsiri - Kuranı Kerim
| |||
- Mukabele - Cüz
- Kuran Süreleri
- Kuran Meali
- Kuran Dersleri
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- Ders 01 - Diyanet
- Ders 02 - Diyanet
- Ders 03 - Diyanet
- Ders 04 - Diyanet
- Ders 05 - Diyanet
- Ders 06 - Diyanet
- Ders 07 - Diyanet
- Ders 08 - Diyanet
- Ders 09 - Diyanet
- Ders 10 - Diyanet
- Ders 11 - Diyanet
- Ders 12 - Diyanet
- Ders 13 - Diyanet
- Ders 14 - Diyanet
- Ders 15 - Diyanet
- Ders 16 - Diyanet
- Ders 17 - Diyanet
- Ders 18 - Diyanet
- Ders 19 - Diyanet
- Ders 20 - Diyanet
- Ders 21 - Diyanet
- Ders 22 - Diyanet
- Ders 23 - Diyanet
- Ders 24 - Diyanet
- Ders 25 - Diyanet
- Ders 26 - Diyanet
- Ders 27 - Diyanet
- Ders 28 - Diyanet
- Ders 29 - Diyanet
- Ders 30 - Diyanet
- Tecvidli Kuran Dersleri
- 00 - Giriş
- 01 - Harfler
- 02 - Harflerin Çıkış Yerleri
- 03 - Harekeler
- 04 - Harflerin Yazılışları
- 05 - Bitişmeyen Harfler
- 06 - Kalın ve İnce Harfler
- 07 - Peltek Harfler
- 08 - Cezm
- 09 - Şedde
- 10 - Tenvin
- 10.1 - Tevcid Kuralları
- 11 - Med Harfleri
- 12 - Elifin Yerini Tutan Vav ve Ya
- 13 - Çeker
- 14 - Meddi Tabii ve Meddi Feri
- 15 - Meddi Muttasıl
- 16 - Meddi Munfasıl
- 17 - Meddi Lazım
- 18 - Meddi Arız
- 19 - Meddi Lin
- 19.1 - Tekvin ve Nunu Sakin
- 20 - İhfa
- 21 - İzhar
- 22 - İklab
- 23 - İdğamı Mael Gunne
- 24 - İdğamı Bila Gunne
- 25 - İdğamı Misleyn
- 26 - Cezimli Mimin Okunuşu
- 27 - İğdamı Mütecaniseyn
- 28 - İğdamı Mütekaribeyn
- 29 - İğdamı Şemsiyye
- 30 - İzharı Kamerriye
- 31 - Kalkale
- 32 - Lafzatullahın Okunuşu
- 33 - Zamirin Okunuşu
- 34 - Ra Harfinin Okunuşu
- 35 - Sekte
- 36 - Hurufu Mukattaa
- 37 - Vakıf ve Durma işaretleri
- 38 - Küçük Nun ile Okuma
- Elmalılı Hamdi Tefsiri
- Submenu 4.4
- Submenu 4.5
- Submenu 4.6
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- İlmihal
- Submenu 5.1
- Submenu 5.2
- Hadis-i Şerif
- Kütüb-ü Sitte 1-100
- Kütüb-ü Sitte 101-200
- Kütüb-ü Sitte 201-300
- Kütüb-ü Sitte 301-400
- Kütüb-ü Sitte 401-500
- Kütüb-ü Sitte 501-600
- Kütüb-ü Sitte 601-700
- Kütüb-ü Sitte 701-800
- Kütüb-ü Sitte 801-900
- Kütüb-ü Sitte 901-1000
- Kütüb-ü Sitte 1001-1100
- Kütüb-ü Sitte 1101-1200
- Kütüb-ü Sitte 1201-1300
- Kütüb-ü Sitte 1301-1400
- Kütüb-ü Sitte 1401-1500
- Kütüb-ü Sitte 1501-1600
- Kütüb-ü Sitte 1601-1700
- Kütüb-ü Sitte 1701-1800
- Kütüb-ü Sitte 1801-1900
- Kütüb-ü Sitte 1901-2000
- Kütüb-ü Sitte 2001-2100
- Kütüb-ü Sitte 2101-2200
- Kütüb-ü Sitte 2201-2300
- Kütüb-ü Sitte 2301-2400
- Kütüb-ü Sitte 2401-2500
- Kütüb-ü Sitte 2501-2600
- Kütüb-ü Sitte 2601-2700
- Kütüb-ü Sitte 2701-2800
- Kütüb-ü Sitte 2801-2900
- Kütüb-ü Sitte 2901-3000
- Kütüb-ü Sitte 3001-3100
- Kütüb-ü Sitte 3101-3200
- Kütüb-ü Sitte 3201-3300
- Kütüb-ü Sitte 3301-3400
- Kütüb-ü Sitte 3401-3500
- Kütüb-ü Sitte 3501-3600
- Kütüb-ü Sitte 3601-3700
- Kütüb-ü Sitte 3701-3800
- Kütüb-ü Sitte 3801-3900
- Kütüb-ü Sitte 3901-4000
- Kütüb-ü Sitte 4001-4100
- Kütüb-ü Sitte 4101-4200
- Kütüb-ü Sitte 4201-4300
- Kütüb-ü Sitte 4301-4400
- Kütüb-ü Sitte 4401-4500
- Kütüb-ü Sitte 4501-4600
- Kütüb-ü Sitte 4601-4700
- Kütüb-ü Sitte 4701-4800
- Kütüb-ü Sitte 4801-4900
- Kütüb-ü Sitte 4901-5000
- Kütüb-ü Sitte 5001-5100
- Kütüb-ü Sitte 5101-5200
- Kütüb-ü Sitte 5201-5300
- Kütüb-ü Sitte 5301-5400
- Kütüb-ü Sitte 5401-5500
- Kütüb-ü Sitte 5501-5600
- Kütüb-ü Sitte 5601-5700
- Kütüb-ü Sitte 5701-5800
- Kütüb-ü Sitte 5801-5900
- Kütüb-ü Sitte 5901-6000
- Kütüb-ü Sitte 6001-6100
- Kütüb-ü Sitte 6101-6200
- Kütüb-ü Sitte 6201-6300
- Kütüb-ü Sitte 6301-6400
- Kütüb-ü Sitte 6401-6500
- Kütüb-ü Sitte 6501-6600
- Kütüb-ü Sitte 6601-6700
- Kütüb-ü Sitte 6701-6800
- Kütüb-ü Sitte 6801-6900
- Kütüb-ü Sitte 6901-7000
- Kütüb-ü Sitte 7001-7100
- Kütüb-ü Sitte 7101-7200
- Kütüb-ü Sitte 7201-7300
Kadir Suresi - Elmalılı Hamdi Tefsiri
97-KADİR:
Muhakkak biz indirdik onu. Yani oku da ancak
bize secde ve ibadet et. Çünkü yüce şanımızla biz indirdik onu, o okunan
Kur'ân'ı. İlâhî kudret her kuvvetin üstünde, her kemâli içine almış olduğuna
uyarmak için "azamet nûnu"yla "Biz indirdik onu."
buyurulması indirenin büyüklüğünü ifade ederken, indirilenin şanını yüceltmeyi
de ifade eder. İndirilenin ismi açıklanmıyarak (hu) zamiriyle işaret olunması
da onun açıklanmasına lüzum olmayacak şekilde zihinlerde bilinmiş olduğuna
işaret olması itibarıyla şânının yüksekliğine ikinci bir uyarı; sonra Kadir
gecesinde indirildiğini beyan ile Kadir gecesinin kadir ve faziletinin
anlatılması da yine onun kıymet ve şerefini açıklamaktır. 'nın aslı 'dır. hükmü
tahkik ile kuvvetlendirir. Onun ismi olarak müsnedün ileyh, fiil ve fâil bir
fiil cümlesi olarak haberi olduğundan, isim ve haber toplamı olan bir fiil
cümlesini içeren bir isim cümlesidir ki müsnedün ileyh olan mütekellim (birinci
şahıs) zamiri bir mübtedâ, bir de fâil olarak tekrar etmiş olmakla içiçe iki
hükmü içine alan kuvvetlendiren bir ifadedir. Meânî İlmi'nde malum olduğu üzere
bu çeşit cümleler kasr (tahsis) veya hükmü kuvvetlendirme ifade ederler. Yalnızca
bir isim cümlesi bile devam ve sâkıt olma ifade ettiğinden bu ve benzeri
cümleler, (inne) ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı
bir tekit ve yerine göre de tahsis ifade eden çok sağlam cümlelerdir. (hû)
zamirinin merciine gelince, tefsircilerin çoğunluğu Kur'ân'a râcidir
demişlerdir. Buhârî'de zikredilmiş olan da Kur'ân'dan kinayedir. Râzî, bunda
tefsircilerin ittifakını söylemiş. Cibrîl'e veya diğerine ait olduğunu
söyleyenler yok değilse de, onları yalan saymamıştır. Şihâb, "zayıflığından
dolayı" demişse de, mânâ itibarıyla hakiki bir ihtilaf saymadığı için
olması gerektir. Zira Kur'ân'a dönmesi ile Cibril'e dönmesi birbirini
gerektiriyor demektir. Diğer vecihlerde, Kur'ân: Kur'ân'ın tümüne de bir
kısmına da söylenmesi doğru olduğu için "o Kur'ân" mefhumuna girer.
Alûsî'nin naklettiği üzere Hattâbî zamiri Allah Teâlâ'nın "oku"
sözüne işaret olduğunu ve ondan dolayı bu sûrenin ondan sonraya konulduğunu
söylemiştir. Kâdî Ebû Bekir İbnü'l-Arabî de bunu beğenmiş: "Bu gerçekten
güzeldir." demiştir. "Oku", Kur'ân'ın ilk inen âyeti olduğundan
dolayı, onun inişi Kur'ân'ın indirilmeye başlaması demek olacağı için zamirin
ona gönderilmesi de hakikatte çoğunluğun görüşüne aykırı olmaz. Ancak zamirin
mercii önceki sûrede geçmiş olması itibarıyla "o Kur'ân'ı" demek gibi
lafız itibarıyla da sarih (açık) olmuş olur. Ve inzali, inzale başlamakla
yorumlamaya ihtiyaç kalmaz. Çünkü Kur'ân'a râcidir, diyenlerin bir kısmı,
Şâbî'den rivayet edildiği üzere indirilmeye başlanmakla tefsir etmişler ve demişlerdir
ki, bütün Kur'ân'ın tamamı bir gecede değil, yirmi üç senede peyderpey nazil
olduğu bilindiğinden "Ramazan ayı ki, onda Kur'ân indirildi." (Bakara
2/185) âyetinde olduğu gibi burada da maksadın, yirmi üç sene devam eden
indirilişin başlangıcı olması gerekir. Onun için zamirin ilk nazil olan
"oku" emrine nisbeti aynı mânâyı daha çok açıklık ile ifade etmiş
olmakla beraber indirilişi, ilk indiriliş ile yoruma ihtiyaç bırakmayan güzel
bir mânâ olur. Ve sûrenin Mekkî ve Medenî olması rivayetlerinin ikisine de
uygun düşer.
Bundan başka sûrenin Medenî olması rivayetine
göre acizâne anlayışıma daha yakın görünen bir ihtimal vardır ki, o da bu
zamirin sûresinin sonundaki "Eğer bundan vazgeçmezse, onu perçeminden
yakalarız."
(Alâk, 96/15) âyetindeki "sef' "
kelimesine râci olarak o vaadin Bedir harbinde yerine getirilmesine işaret
olmasıdır. Bu şekilde Ebu Cehil'in o yalancı, cani kafasının kesilip cehenneme
doğru sürüklendiği Bedir başarısının nüzulü (inmesi)ne işaret olarak "Eğer
Allah'a ve (hak ile batılın) ayrıldığı gün, iki topluluğun karşılaştığı (Bedir)
günü kulumuza indirdiğimize iman etmişseniz." (Enfal, 8/41) âyetinin
mânâsında olmuş olur. "Yevm" (gün), geceyi de içine aldığı için,
bundan Bedir vakası Kadir gecesinin sabahında olduğu ve bu yüksek vaadin yerine
getirilmesi yevme'l-fürkân (hak ile batılın ayrıldığı gün) olan o günün
gecesinden başladığı da anlaşılır. "Ramazan ayı ki insanlara yol
gösterici, hidayeti, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırd edip açıklayıcı
olarak Kur'an o ayda indirilmiştir." (Bakara, 2/ 185) âyeti de bu mânâ ile
tefsir olunabilir. Çünkü Bedir vakası da Ramazan ayının onyedinci günü
olmuştur. Alûsî'nin kaydettiği üzere Kadir gecesi Ramazan'ın onyedinci gecesi
olduğu, çünkü Bedir vakası onun sabahında vuku bulduğu Hasen'den de rivayet
edilmiştir. Şu kadar ki bu ancak sûrenin Medine'de indiği rivayetine göre sahih
olabilir ve çoğunluğun tercihine göre Kadir gecesinin Ramazan'da olmasına zıt
olmaz. Fakat bir hayli hadislerin delaletine göre Ramazan'ın son on gününde
aranması ve en çok yirmi yedinci gece olması hakkındaki rivayetlere uygun
olmaz. Mekkî olması rivayetine de uymaz. Medenî olmasını tercih edenlerin asıl
yönü de bu olması gerektir. Bununla beraber Cuma gününde duanın kabul edildiği
saatin gizlendiği gibi Kadir gecesinin de bütün sene içinde gizlenmiş olduğu,
bilhassa Ramazan'da ve özellikle son on gününde teklerde veya çiftlerde,
özellikle yirmi yedisinde olması da en galip ihtimal bulunduğu hakkındaki en
sağlam rivayet düşünülünce Kadir gecesi Bedir gecesinden ibaret demek değil,
fakat Bedir gecesi Kadir gecelerinden biri idi. O sene Kadir, Ramazanın
onyedisine rastlamıştı, diye anlamak daha doğru olur. Şu halde bütün görüşlere
ihtilafsız şâmil olacak şekilde en kesin ve ittifak edilmiş olan mânâ, zamirin
tüm veya kısmî mutlak Kur'ân'a döndürülmesidir. veya Bedir de bu mânâ dahilinde
birer yakın ihtimâldirler.
İnzalin mânâsına gelince: İbnü Cerir ve
diğerlerinde zikredilmiş olduğu üzere çoğunluk rivayet tefsirleri İbnü
Abbas'tan şu ifadeleri nakletmişlerdir:
1- İkrime'den: Kur'ân hepsi birden olarak
Ramazan'da, Kadir gecesinde dünya semasına indi. Sonra Allah yerde bir şey
yapmak, vahyetmek istedikçe ondan indirdi, ta ki topladı.
2- Hakîm b. Cübeyr'den: Kur'ân bir gecede
yüksek semadan, dünya semasına tamamı olarak indi. Sonraki senelerde ayrıldı ve
İbnü Abbas "Yıldızların mevkilerine yemin ederim." (Vâkıa, 56/75)
âyetini okudu, ayrı ayrı, parça parça nazil oldu, dedi.
3- Said b. Cübeyr'den: Kur'ân, tamamı birden
olarak Kadir gecesinde dünya semasına indi de yıldızların mevkiinde oldu, Allah
onu Resulüne bir kısmı, bir kısmının ardınca indiriyordu deyip sonra:
"İnkâr edenler: 'Kur'ân ona bir defada indirilmeli değil miydi?' dediler.
Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırmak için onu böyle (parça parça indirdik)
ve onu ağır ağır okuduk." (Furkan, 25/32)
4- Kur'ân'ın, tamamı bir defada indi, dünya
semasında Beyt-i İzzet'e kondu ve onu Cebrail (a.s.) Muhammed (s.a.v.)'e
kulların kelâmının ve amellerinin cevabıyla indirdi. Aynî'nin "Buharî
Şerhi"nde ifadesine göre tamamı olarak Kadir gecesinde Levh-i Mahfuz'dan
dünya semasına indirildi de Beyt-i İzzet'e kondu, Cebrail (a.s.) onu sefere
(kâtip melekler)ye yazdırdı, sonra da Cebrail onu Peygamber'e parça parça
indiriyordu. Başı ile sonu arası yirmi üç sene oldu.
İbnü Cerir'de Şâbî'den de iki rivayet vardır:
1- Bize ulaştı ki, Kur'ân tamamen birden
olarak dünya semasına indi.
2- Kur'ân'ın ilki Kadir gecesinde indi. Onun
için tefsirler de başlıca bu iki vecih üzere yürümüşlerdir. Birincisinde zamir
Kur'ân'ın tamamına râci ve inzal (indirme), bilindiği üzere bir defada indirmek
mânâsında; ikincisinde ise indirmenin başlangıcı mânâsına olmuş oluyor. Zamirin
"oku" emrine gönderilmesi de bu ikinci mânâyı daha açık ve hiç
yorumsuz olarak ifade etmiş oluyor. Üçüncü olarak arzettiğimiz üzere "sef'
" kelimesine gönderilerek Bedir'e işaret olması da, Medenî olması
rivayetine göre, en yakın ve en uygun bir mânâ görünüyor. Kur'ân'a nisbet
olunan inzalin mânâsı, Bakara Sûresi'nin başında da geçtiği üzere gayb
âleminden, şehadet (görünen) âlemin açıklamak demek olduğu için, Kur'ân'da
gelecekle ilgili olarak bildirilen bir vaad ve tehdidin yerine getirilmesi,
haber verilen bir hadisenin fiile çıkarılması mânâsında da doğrudur.
Kadir gecesinde, yani Kadir gecesi indirdik,
yahut Kadir gecesi hakkında indirdik. Çünkü bazıları zamiri bu sûre mânâsına
Kur'ân'a döndürerek bu sûreyi Kadir gecesi hakkında, yani Kadir gecesinin şeref
ve faziletini açıklamak için indirdik meâlinde tefsir etmişlerdir ki, muzafın
hazfine veya harf-i cerrini sebebliğe yormuşlardır demek olur. Gerçi bundan
sonraki âyetler Kadir gecesinin hayır ve faziletini beyan etmek için
sevkedildiği için bu sûrede bu mânâ da yok değildir. Fakat bu âyeti buna yormak
eksiktir. Zira doğrudan doğru zarflık mümkün iken sebebliğe veya muzafın
hazfine gitmek zahirin tersi olduğuyu gibi, sûrenin asıl sevki doğrudan doğruya
gecenin kadrinden önce onda indirilmiş olan indirilenin, yani zamirin merciinin
kadr ve şerefini açıklamak için olması gerekirdi. Yoksa o Kur'ân'ın Kadir
gecesinde indirildiği söylenmeden doğrudan doğruya Kadir gecesinin faziletini
açıklamaya geçildiği şekilde Kadir gecesinin en büyük feyzinden sükut edilmiş
olacağı gibi sûrenin endinden öncesiyle olan ilgisi gözetilmemiş, tertipte
buraya konulmasının hikmetine işaret edilmemiş olur. Önceki mânâda ise sûrenin
zevki yukarda kırâeti emredilen Kur'ân'ın kadrini beyan için olup, gecenin
fazileti onun içinde bundan sonraki âyetlerin mâsîka lehi (kendisi için
sevkedileni) olduğundan gerek öncesine, gerek sonrasına ilgisi tamdır. Onun
için rivayet bakımından da, dirâyet bakımından da güvenilen taraf birincisidir.
Kadir, fiilinin masdarı olarak esası, güç
yetirmek demek olup, hüküm, haya, takdir, şeref ve azamet, baskı yapmak
mânâlarına gelir. Râzî der ki, kadr ve kader birdir. Ancak sükun ile masdar,
üstün ile isimdir. Kadir gecesi denilmesinde de tefsirciler bu mânâlardan her
birine göre birkaç vecih beyan etmişlerdir:
BİRİNCİSİ: İbnü Cerir'in Mücahid'den
naklettiği vechile hüküm gecesi demektir ki Dühan Sûresi'nde "Biz O'nu
mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz uyarıcıyız. (O gecede) Her hikmetli emir
onda ayırt edilir." (Duhan, 44/3-4) buyurulduğu üzere her hikmetli emrin,
yani ilâhî takdirde hükmedilmiş işlerin, yahut birçok işlere hükmeden büyük
muhkem emirlerin farkedildiği, ayırt olunduğu mübarek gece demektir. Zira
pekçok tefsircinin görüşüne göre o mübarek gece, Kadir gecesidir. Şaban'ın yarı
gecesi olan Beraat gecesi diyenlere göre de orada söz geçmişti (Duhan, 44/3-4
âyetine bkz.) Bu mânâ ile çokları Kadir gecesi demek, takdir gecesi demek
olduğunu söylemişlerdir. Fakat varlıkların işlerinin ve hükümlerinin
takdirlerini ve vakitlerini tayin mânâsına asıl takdir ezelî olduğu için burada
kastedilen o hüküm ve takdirin açıklama ve yerine getirilmesi ile hüküm ve kaza
olması lazım gelir. Âyette (ayırt edilir) buyurulması da buna delalet eder.
Kader ve kaza biri diğerinin mânâsına da kullanıldığı için bazıları kaza,
bazıları da hüküm diye ifade etmişlerdir. Bunu bir sene zarfındaki eceller ve
rızıklar gibi işlerin kazası diye kayıtlayarak tarif etmek bazı rivayete
dayanarak yayılmış ise de "Her hikmetli emir"den açıkça anlaşılan
yalnız bir sene ile kayıtlanmış değil, birçok senelere, asırlara ve devirlere
ilgisi olan mühim ve büyük işlerdir. Mesela Kur'ân'ın nüzulü senelerce devam
etmesi takdir edilmiş, hükümleri kıyamete kadar eserlere ve senelere hâkim;
peygamberlik, aynı şekilde Bedir, bütün İslâm fetihlerinin başlangıcı olan bir
zafer. Kadir gecesinin asıl kıymeti de böyle feyzi içeren hikmetli emirlerin
yerine getirildiği hüküm ve kaza gecesi olmasındadır.
İKİNCİSİ: Zührî'den rivayet edildiği üzere
Kadir, bizim de kadir ve haysiyet tabir ettiğimiz üzere şeref ve azamet
mânâsına olmasıdır ki, azamet ve şeref gecesi demek olur. Çünkü "Bin aydan
hayırlıdır."
ÜÇÜNCÜSÜ: Tazyik (sıkıştırmak, daraltmak)
mânâsına olmasıdır ki, tazyik gecesi demek olur. Zira o gece inen meleklere yer
dar gelir denilmiştir. Bu bize şunu ifade eder ki büyük, şerefli olayların
ortaya çıkmasının sonundaki hayır ve selâmetin yüceliği oranında büyük bir
şiddet ve tazyik ile ilgilidir. Nitekim Kur'ân'ın inişi de meleğin şiddetli
baskını ile başlamıştı. Şu halde Kadir gecesinde bu üç mânânın üçü de var
demektir. Bu sûrede "Kadir gecesi" ünvanının üç defa zikredilmiş
olması da buna bir işarettir.
2. Ve ne bildirdi sana, nedir Kadir gecesi?
Yahut "Bildin mi nedir Kadir gecesi?"; yani o Kadir gecesi öyle büyük
bir gecedir ki, sırf senin kendi dirayetine kalsaydı onun mahiyetini, kadrinin
derecesini bilemezdin. Fakat o ineni biz indirdiğimiz gibi, bunu da aşağıda
olduğu gibi biz bildirdik. Bu şöyle de ifade olunabilir: "Bildin mi hem ne
kadir gecesi?"
3. "o Kadir gecesi". (Bu, âyetleri
altı sayan Mekkî ve Şâmî'de bir âyettir). Bin aydan daha hayırlıdır. O gece
amel, ibadet ve mücâhede ile erilecek olan hayır ve sevap, onsuz bin ay amel
ile kazanılacak olan hayır ve sevaptan daha çok, daha fazla hayırlıdır. Bir
sınır ve miktar ile tayin ve tahdit edilmeyecek kadar çok hayırlıdır. Artık ne
kadar daha çok hayırlı olduğunu Allah bilir. Bu sırf Allah Teâlâ'nın Muhammed
ve ümmetine bir lütfu ve ihsanıdır. Bu tafdil (üstün gösterme) için en az
olarak bin adedinin ölçü olarak gösterilmesi tahsis için değil, çoğaltmak
içindir. Böyle iken bir seneden veya bin asırdan denilmeyip de "bin
ay" deyip özellikle ay ile ifade olunmasının sebebine gelince, bu hususta
birkaç rivayet vardır:
1- İbnü Münzir'in ve İbnü Ebi Hâtim'in ve
"Sünen"de Beyhakî'nin Mücahid'den rivayet ettikleri vechile; Hz.
Peygamber (s.a.v.) İsrailoğulları'ndan bir erin Allah yolunda bin ay silah
giyinmiş olduğunu anlatmıştı. Müslümanlar buna şaştılar ve amelleri kendilerine
pek küçük göründü. Allah Teâlâ da bu sûreyi inzal buyurdu.
2- İbnü Ebi Hâtim'in Ali b. Urve'den
rivayetine göre: Resulullah (s.a.v.) bir gün İsrailoğulları'ndan dört kişinin
seksen sene Allah'a ibadet edip, göz açıp kapayacak kadar bir zaman günah
işlemediklerini anlatmış, Eyyûb'ü, Zekeriyya'yı, Hazkil b. Acûz'u, Yuşâ b.
Nûn'u zikretmişti. Ashab-ı kiram buna hayret ettiler. Bunun üzerine Cebrail
gelip "Ey Muhammed, ümmetin o birkaç kişinin seksen sene ibadetinden
hayrete düştüler. Allah Teâlâ sana ondan daha hayırlısını indirmiştir."
diye sûresini okudu da, "İşte bu senin ve ümmetinin hayran kalışınızdan
daha hayırlıdır." dedi. Resulullah da sevindi.
3- İmam Mâlik'in "Muvatta"da
naklettiğine göre Resulullah'a ümmetlerin ömürleri gösterilmişti. Resulullah
kendi ümmet fertlerinin ömürlerini kısa sayarak başkalarının uzun ömürde
yaptıkları amellere yetişememelerinden endişe etmişti. Allah Teâlâ da ona Kadir
gecesini verdi ve onu diğer ümmetlerin bin ayından daha hayırlı kıldı. Bu
rivayetlere göre bin ayın tahsisi seksen küsur senenin bu ümmet içinde bir
insan için çoğunluk itibariyle uzun bir ömür olmasına işaret demek olur.
4- Tirmizî, İbnü Cerir, Hâkim, Taberânî ve
İbnü Merdûye ve "Delâil"de Beyhakî, Kasım b. Fadl Haddânî tarîkıyla
Yusuf b. Sa'd (bazılarında Yusuf b. Mâzin, İbnü Cerir'de İsa b. Mâzin)'den Hz.
Hasan b. Ali (r.a.)'ye isnad edilen bir hadis rivayet etmiştir: Yusuf b. Sa'd
demiş ki: Muaviye'ye biatten sonra Hasan b. Ali'ye bir adam kalktı da
müminlerin yüzlerini kararttın, yahut "ey müminlerin yüzlerini karartan!"
dedi. (İbnü Cerir'in lafzında: İsa b. Mâzin dedi ki: Hasan b. Ali (r.a.)ye:
"Ey müminlerin yüzlerini karartan, kalktın da şu adama, yani Muaviye b.
Ebi Süfyan'a biat ettin?" dedim) bunun üzerine Hz. Hasan şöyle dedi:
"Allah sana rahmetle muamele etsin", beni azarlama, çünkü Peygamber
(s.a.v.) hazretlerine rüyada Beni Ümeyye minberi üzerinde gösterildi, bu
fenasına gitmişti, bunun üzerine nazil oldu. "Muhakkak biz sana Kevser'i
verdik." (Kevser, 108/1) Ey Muhammed, yani cennette bir nehir, hem de yani
o Kadir gecesi Ümeyyeoğullarının melik olacağı bin aydan hayırlıdır ey
Muhammed" ve bunu rivayet eden Kasım, hakikatte Ümeyyeoğullarının
saltanatını hesap ettik bin ay ediyor, ne fazla ve eksik, dedi, demişlerdir.
Buna göre "bin aydan hayırlıdır" âyeti, Emevî devletinin müddetine ve
aynı zamanda onun da bir hayır olduğuna işaret etmiş ve gaibden haber veren bir
mucizeyi de içine almış oluyor. Hz. Peygamber'in minberi Medine'de konulmuş
olduğu için bazıları bundan sûrenin Medenî olduğuna delil getirileceğini de söylemişlerdir.
Bir takımlarının zannetmek istedikleri gibi Emeviler'in mutlaka kötülüğüne
değil, onlara hayır isbat etmiş olması itibarıyla lehlerinde demek olanı bu
hadisin sıhhati tesbit edilebilmiş olsaydı da "bin ay"ın mânâsını ve
tahsis edilmesinin sebebini tefsir için en açık bir delil olurdu. Fakat sıhhati
tesbit edilememiş, ancak zayıf mı, yoksa münker mi olduğunda ihtilaf
edilmiştir. Tirmizî der ki: Bu, bir garib hadistir, biz bunu ancak bu şekil ile
tanıyoruz. Ve Kasım b. Fadl hadisinden Yusuf b. Sa'd'den: "Bir de Kasım b.
Fadl'dan, Yusuf b. Mâzin'den denilmiş. Kasım b. Fadl Haddânî sikadır. Yahya b.
Saîd ve Abdurrahman b. Mehdî onu doğrulamışlardır. Fakat Yusuf b. Sa'd
bilinmeyen (meçhul) bir adamdır. Biz ise bu hadisi bu lafız ile ancak bu yönden
tanıyoruz". Bunun özeti "Dürrü Mensur"da da zikredildiği üzere
zayıf demektir. Suyûtî "İtkan"da der ki: "Bu hadis ile sûrenin
Medenî olduğuna delil olunuyorsa da Müzenî bu hadise münker demiştir."
Bununla beraber Alûsî'nin naklettiği üzere Hatîb, İbnü Abbas'tan da ve aynı
şekilde İbnü Müzeyyeb'den de şu lafız ile tahric eylemiş: Allah'ın Nebisi
(s.a.s.) dedi ki: "Bana rüyada Ümeyyeoğulları gösterildi, minberime
çıkıyorlardı, bu bana ağır geldi bunun üzerine, indirildi." ve Celâleddin
Suyûtî "Dürrü Mensur"da bunu da zikrettikten sonra: "Şu halde
Müzenî'nin, o hadis münkerdir, görüşünde bence tereddüt vardır" diye
inkârdan yüz çevirerek zayıflık ile yetinmek istemiştir. İbnü Cerir de 'nin
tefsirinde gerek İsrailoğulları âbidi ve gerek bu Emeviyye hadisi rivayetini de
zikrettikten sonra bu görüşler içinde tenzilin (indirmenin) zâhirine en yaraşan
görüş, Kadir gecesinde amel, Kadir gecesi bulunmayan bin ay amelden daha
hayırlıdır, diyenlerin görüşüdür. Diğer görüşler birtakım batıl mânâların
davalarıdır ki, onlara ne haberden, ne akıldan, ne de tenzilde mevcut bir
delalet yoktur, diye karar vermiştir. Böyle karar vermek ise rivayet ettiği o
haberleri red ve inkâr demek olduğu cihetle, bu da Müzenî'ye iştirak etmiş
demektir.
Tarihe müracaat edildiği surette de ilk bakışta
hesapça bir uyuşmazlık görülür. Zira bin ay, seksen üç sene dört ay eder.
Halbuki Hz. Hasan'ın emirliği Hz. Muaviye'ye teslimi tarihi olan kırk bir
senesi Rebîülevvel'inden veya Rebiülâhir'inden veya Cemaziyelûlâ'sından
itibaren Emeviler'in sonuncusu olan İkinci Mervan'ın öldürüldüğü yüz otuz iki
senesi sonuna kadar sayıldığı takdirde Emeviyye devletinin müddeti doksanbir
sene on ay yahut dokuz yahut sekiz ay eder ki bin yüz yahut bin yüz bir yahut
bin yüz iki aya ulaşır. Bu halde arada en az yüz ay kadar bir fark var
demektir. Bununla birlikte bu konuda selahiyet sahibi olan İbnü Esir ve Kâdî
Cemaleddin ve Ebu'l-Fidâ gibi tarihçiler bu farkın önemli olmadığına kani
olarak anılan hadisi kabul edip nakletmişlerdir. Nitekim Ebu'l-Fidâ şöyle der:
Emevî devleti halifeleri ondörttür. Birincileri Muaviye b. Ebi Süfyan ve
sonuncuları Mervan Ca'dî'dir ve devletlerinin müddeti doksan küsur senedir. Bu
ise yaklaşık bin aydır. Kâdî Cemâleddin b. Vasıl (r.a.) der ki: İbnü Esir
tarihinde şöyle demiştir: Hz. Hasan Kûfe'den yürüdüğü zaman ona bir adam
rastladı da, "ey müminlerin yüzlerini karartan" dedi. O da: Beni bana
kınama, çünkü Resulullah (s.a.v.)a rüyasında gösterilmişti ki Ümeyyeoğulları
onu minberine adım adım çıkıyor, bu onun gücüne gitti, bunun üzerine Allah
Teâlâ ve âyetlerini inzal buyurdu.
Görülüyor ki bu tarihçiler buna karşı çıkmayıp
"bin ay"ın yaklaşık olarak Ümeyyeoğulları'nın saltanatına işaret
olmasını yeterli görerek hadisi tarih açısından kabul etmişlerdir. Buna göre
asıl maksat anlaşılmış, adedi kesin değildir, Emevî devletinin saltanatının
sayılı olan hayırlılığına ve müddetine yaklaşık bir işaret ile Peygamber'e
verilmiş olan Kadir gecesinin sınırsız olan hayrını beyandır demek olur.
Tarihçiler, zayıf olan rivayetleri de kaydedegeldikleri için bundan haddi
zatında hadisin sıhhatini kabul etmek lazım gelmezse de tarih açısından
yapılacak itiraza bir cevap teşkil etmek itibarıyla bunun bir önemi bulunduğu
da inkâr olunamaz. Bu bakımdan anılan hadis münker sayılmaması gerekir. Ancak
Tirmizî'nin Kasım b. Fadl sika (doğru kişi)dır demesine, onun ise
Ümeyyeoğulları saltanatının ne fazla ne eksik bin ay olarak hesap edilmiş
olduğunu söylemesine göre bunun yaklaşık değil, tam olması gerekir. Şu halde
tarihçilerin sözü ile bunu nasıl bağdaştırmalı veyahut hangisini tercih etmeli
sorusu ortaya çıkar.
Bizim kanaatimize göre hadisçinin, inanılır
bir hadisçi olması itibarıyla tahkiki; tarihçinin tarihçi olması itibarıyla
takrîbinden daha tercih edilir olması lâzım gelir. O halde bilinen tarihe karşı
bunun sebebi ne olabilir? Bunda fikrimizce üç sebep ihtimallidir:
BİRİNCİSİ: Hadisin bazı rivayetinde
"minberine çıkıyorlar", bazı rivayetinde "onun minberini
gönülleri çekiyor" lafızlarıyla ifade edilmiş olduğuna göre mefhumu
Emeviler'in minbere çıkışı, yani saltanatta terakkisi müddeti üzerindedir. Bu
ise Hişam b. Abdilmelik ile son bulmuş, ondan sonraki sekiz sene yıkılma devri,
yani minberden iniş zamanı olmuşur. Hz. Muaviye'nin istiklali kırk bir sene
Cemâziyelûlâ'sında, Hişam'ın ölümü yüz yirmi beş senesi Rebiülevvel'inde
olduğuna göre toplamı seksen üç sene on ay eder. Bundan ikinci Muaviye'nin
istifası ile Mervan'ın melik olmasına kadar geçen zaman fasılası gibi beş-altı
ay müddet çıkarılınca geriye tam seksen üç sene dört ay kalır ki, bu da
Kasım'ın da dediği gibi ne fazla ne eksik olarak tam bin ay eder.
İKİNCİSİ: Müddetin toplamı olan doksan iki
seneden Yezid'in ölümü üzerine Abdullah b. Zübeyr hazretlerinin muhalif olarak
halifeliği müddeti olan dokuz seneye yakın zaman da Emeviler'in istiklalinden
çıkarılması gerekeceğine de işaret olabilir ki, bu da araştırma yapmak
suretiyle incelense aynı sonuca varılabilir.
ÜÇÜNCÜSÜ: Emevi melikleri içinde Birinci
Yezid'in zamanında Hz. Hüseyin'in şehid edilmesi, dokuzuncuları olan İkinci
Yezid b. Abdilmelik'in, onbirincileri olan İkinci Velid b. Yezid b.
Abdilmelik'in sapıklık ve ahlâksızlıkları sebebiyle hayırsızlıkla bilinen sekiz
küsur sene müddetleri doksan ikiden çıkarıldığı takdirde de seksen üç sene
küsur ay kalır ki, bu da aynı sonuç demektir. Şu halde bin ay ile yetinilmesi
bu üç ihtimalden birine ve hatta her birine işaret olacağı cihetle bin ay
yaklaşık değil, tahkikî olarak bu husustaki geleceği bütün inceliğiyle ifade
eden bir mucize vahyolmuş olur. Bu şekilde Râzî'nin hikâye ettiği vechile Kâdî
Abdülcebbar'ın aşağıdaki itirazı da varid olmaz.
Kâdî Abdülcebbar zikredilen rivayeti
ayıplayarak demiştir ki: Bu bin ayın Emeviler'e ait günler olması uzaktır.
Çünkü Emeviler'in günleri yerilmiştir. Allah Teâlâ Kadir gecesinin faziletini
zikrederken öyle yerilmiş olan günlerle karşılaştırarak zikretmez. Yani ism-i
tafdil olduğu için bin aydan daha hayırlıdır demek, o bin ayın da hayır
olmasını gerektirir. Bu ise Emevi devleti günlerinin yerilmesi değil, öğülmesi
demek olacağı cihetle yakışmaz, diye yermiştir. Râzî de buna karşı demiştir ki:
Bu yerme, zayıftır. Zira Emeviler'in zamanları, dünya saadeti itibarıyla büyük
günlerdir. Onun için Allah Teâlâ'nın şöyle demiş olması mümkünsüz olmaz:
"Ben sana bir gece verdim ki, dinî saadet itibarıyla o gece Emevi
günlerinin dünyevî saadetinden çok daha hayırlı ve daha faziletlidir".
Gerçekte Emeviler'in günlerinin Resulullah'a hoş gelmeyecek, gücüne gidecek
kötülükleri, şer yönleri de bulunmakla beraber büyük fetihleri ve İslâm'ın o
sırada geçirmekte olduğu fikir ayrılığı ve ihtilâl buhranlarının önüne geçerek
birliği iadesi gibi dinî, dünyevî hayır ve saadet yönleri de çok olduğu inkâr
edilemez. Bin ay hakkında bizim arzettiğimiz düşünceye göre ise şer yönleri
çıkarılıp atılarak öyle hayrı içine alan aylarla bildirilmiş olduğu cihetle
anılan yerme ve itirazın varid de olmayacağı anlaşılır. Hakikatte Kadir gecesi,
gerek meşhur olduğu üzere Kur'ân'ın ilk nazil olduğu peygamberlik gecesi olarak
düşünülsün, gerekse Bedir gecesi olsun, iki takdirde de onun nice nice
asırlara, devletlere hâkim olan hayır ve hareketi Emevi devletinin en hayırlı
günler ve aylarından daha hayırlıdır. Onların bu hayırlı günleri de bin ay
kadar olacaktır, denilmekte açık bir mânâ ve mucize bulunduğunu inkârın mânâsı
yoktur. Sonra bunu birtakım kimselerin sandığı üzere Emeviler'in sırf aleyhine
kabul etmek doğru olmayacağı gibi, her yönden lehlerine kabul etmek de doğru
olmayacaktır. Bununla beraber hadisin rivayetinden sıhhati isbat edilemeyip
naklî kıymeti sonuçta Tirmizî'nin dediği gibi zayıf olmaktan kurtarılamadığı
cihetle tefsiri yalnız buna dayandırmak da doğru olamaz. Onun için en güzel
mânâ bu rivayetlere ihtimal ile beraber, İbnü Cerir'in dediği gibi mutlak
olarak Kadir gecesinde amel, Kadir gecesi bulunmayan bin ay amelden daha
hayırlıdır, diye anlamaktır ki, bu da onun hayırlılığı sayısız olduğunu
açıklamakla Peygamber ve ümmetine özel bir müjdedir. Şimdi onun hayırlılığı
şöyle beyan olunuyor.
4. "iner" fiil-i muzarî, aslı 'dür.
Yani ilerde iner, peyderpey iner melekler ve ruh onda. Şihab'ın beyanına göre
bu zamirinde iki vecih vardır:
Birisi: Geceye ait olmasıdır ki, bu şekilde
ruh, melaikeye atfedilerek, o gecede melekler ve ruh peyderpey iner demek olur,
zahiri de budur.
İkincisi: Melâikeye ait, vav da hâliye
olmasıdır ki, Ruh içlerinde olduğu halde melekler iner demektir. Tefsircilerin
çoğunluğunun görüşüne göre Ruh'tan maksat Cibril'dir. Bazıları da, Ruh büyük
bir melektir ki, gökleri ve yeri yutsa ona bir lokma olur, demişlerdir. Burada
"Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin." (Yusuf, 12/87) gibi rahmet
mânâsına olduğunu da söylemişlerdir. Ve daha çeşitli görüşler vardır. (Nebe',
Meâric ve İsrâ Sûresi'nde "De ki: 'Ruh Rabbimin emrindendir." (İsra,
17/85) âyetinde geçen açıklamalara bkz.) Herhalde bundan Ruh'un melâikeden daha
özel olduğu anlaşılır. Bazıları bunların dünya semasına indiğini söylemişlerse
de açık olan, yere ve kadire mazhar olan kimselere inmeleridir.
Rablerinin izniyle. Âyette "Rab"
tekil, muzafun ileyh olan "hüm" zamiri çoğuldur. Dilimizde
"Rablerinin" diye tercemesinde "rab" çoğulmuş gibi bir
benzeyiş meydana geliyor. Yanlış anlaşılmasın, maksat kendilerinin Rabbi olan
Allah Teâlâ'nın izniyle inerler demektir. "Biz ancak Rabbimizin emriyle
ineriz." (Meryem, 19/64) buyurulduğu üzere meleklerin inişi Allah'ın
emriyle olduğu bilinirken bunu açıklamanın faydası bu işin özellikle önem ve
büyüklüğüne tenbihtir. Her emirden. Bu öncesine de, sonrasına da ilgili
olabilir. Birincisine göre ecliyye olarak 'ye müteallık, yani o gece yerine
getirilmesi takdir edilmiş olan her emir için demektir, deniliyor. Bununla
beraber izinle ilgili olması daha yakındır. Hep hayırla ilgili veya din ve
dünya ile ilgili yerine getirilecek her emirden izniyle demek olur ki, bu
şekilde izni açıklamanın asıl hikmeti bu genelleme olduğu da anlaşılır. Zira bu
gece ilerisi için hâkim, her türlü mukadderatın tayin edildiği ve birbirinden
ayrıldığı gece olduğundan diğer vakitlerde olduğu gibi yalnızca özel bir emirle
ilgili izinle değil, her emirden izin ile inerler. "De ki: 'Ruh Rabbimin
emrindendir." (İsra, 17/85) âyeti gereğince, Ruh Rabbânî emirden olduğu
cihetle burada ruhun en büyük Ruh, meleklerin inişi de o en büyük ruhun emrinde
nüzul olduğunu mânen bir beyan gibi de olur. "Melekleri, kullarından
dilediğine, emrinden ruh ile indirir." (Nahl, 16/2) âyetinin mefhumu
olması da düşünülebilir. Ruh'un, Cibril ile tefsiri bu mânâların hepsinde
geçerlidir.
5. Ancak her emrin hayır ve şerre de şâmil
olması ihtimaline karşı, "Kadr"e mazhar olacaklar hakkında şer
ihtimalini defetmek için buyuruluyor ki, bir selâm. Yani sırf selamettir. Yahut
Allah tarafından bir selamdır. Melekler, müminlere selam verir dururlar, buna
bağlı olduğuna göre, her emirden, korkulu her şeyden selâmettir. Yahut selamet
müjdesi, selamet tebliği olan bir selamdır. O gece, Ta fecrin doğuşuna veya
doğuş zamanına kadar. Daha Türkçesi tanyeri ağarıncaya, sabah oluncaya kadar.
Bu mânâya göre mukaddem (önce gelmiş) haber, muahhar (sona getirilmiş)
mübtedadır. Bu takdirde 'da vakıf edilmemesi lâzım gelir. Fakat bundan başka
İbnü Abbas'tan rivayet edilmiş olarak üzerinde vakıf yapmak da caiz görülmüştür
ki bu şekilde "selam", mahzuf mübtedânın haberi olarak "bu, her
bir emirden selamdır" meâlinde bir cümle, 'de, mübteda ve haber olarak
ayrı bir cümle olmuş olur. Masdarın mâmûlünü önce getirmek caiz olmadığı
hakkındaki Nahiv kaidesi ile olan itiraza, zarfların bundan istisnasıyla cevap
verilmiş olduğu da meşhurdur. Bununla beraber, bize öyle geliyor ki, burada
selam, sözündeki selam gilbi haberi hazfedilmiş mübteda yahut mukaddem haber
olarak melâikeden veya doğrudan doğruya Allah tarafından selam olması üzere
cümle-i mutarıza olması tartışmaya hiç yer bırakmaz ve her hangisi olursa olsun
asıl maksat Kadir gecesinin içine alabileceği bir baskı anlayışından veya emrin
umumundan dolayı Peygamber ve ümmetine bir şer ve zarar ihtimalini
uzaklaştırmakla sırf hayır ve selameti anlatma ve müjdelemedir. Yahbî gibi
bazıları 'de vakfı caiz görmemişler ve demişlerdir ki: Bu şekilde beyanının bir
faydası olmaz. Çünkü her gecenin sabaha kadar olduğu malumdur. Fakat bunda da o
fevkalâde olan hayır ve selametin bazı saatlere tahsis edilmiş olmayıp sabaha
kadar devam ettiği, haberin faydasının gereği kabilinden olarak, işaret edilme
faydası bulunacağı inkâr olunamaz. İşte Kadir gecesi büyük büyük mukadderatın
tayin ve yerine getirilmesi maksadıyla her emirden görevli meleklerin ve ruhun
peyderpey inmesiyle, yeryüzünde büyük bir tazyik (baskı) meydana getiren
fevkalâde büyük bir ruhâniyete erişmiş ve sabah oluncaya kadar böyle hayır ve
selamet olan büyük bir gecedir. Böyle bir gecenin sabahı ise sırf hayır ve
selamet olacağı öncelikle sabit olur. Yani burada hayır ve selamet mânâsına göre
"hatta" gayesinde ters anlamı (mefhum-ı muhalif) yoktur. Hatta gece
mefhumuna göre iskat-ı maverâ (dışındakileri düşürme) ifade ederse de asıl
sözün sevkedildiği hayır ve selamet anlamına göre iskat (düşürmek) için değil,
hükmü uzatmak içindir. Çünkü "Ağardığı zaman sabaha andolsun."
(Müddessir, 74/34) ve "Kuşluk vaktine andolsun." (Duhâ, 93/1)
kasemlerinden de anlaşıldığı üzere fecrin doğuşu ve sabahın ağarması ve duhâ
(kuşluk vakti)nın yayılması âdet olarak bir işaret delilidir. Nitekim Râzî'nin
nakli üzere bu gecenin gündüzünü takip etmesini istemesi meselesinde İmam Şa'bî
demiştir ki: Evet gündüzü de gecesi gibidir. Bunun selam ve selamet olmasına
verilen mânâlar şunlardır:
1- Meleklerin müminlere selam ve duasının
çokluğu.
2- Şerlerden ve âfetlerden salim olmak
mânâsına tam selamet ve menfaat, hayır olması ki, şeytanın saldırısından
selamet mânâsı da bunda dahildir.
3- Ebu Müslim'in görüşüne göre korkulu
rüzgarlardan, yıldırımlardan ve bunlara benzer ezalardan salim olmasıdır.
4- Bölümlerinin her birinde ibadet etmek bin
aydan hayırlı olmakta farklılıktan salim olmasıdır. Çünkü diğer gecelerde farz
ilk üçte birinde, nafileler ortasında, dua seherde olması müstehaptır.
Şu da bilinmiş olsun ki, bu mübarek gecede dua
sünnettir. O icabet vakitlerinden birisidir. İmam Ahmed ve sahih diyerek
Tirmizî, Nesaî, İbnü Mâce ve daha diğerleri Hz. Aişe'den şöyle rivayet
etmişlerdir: Demiştir ki: "Ey Allah'ın Resulü, Kadir gecesine rastlarsam
ne diyeyim?" dedim. Buyurdu ki: "Allah'ım sen affedicisin, affı
seversin, beni affeyle, de." Aynı şekilde namaz ve diğer ibadet şekilleri
ile gayret ederek çalışmak da sünnettir. Süfyan-ı Sevrî demiştir ki, o gece dua
etmek, namaz kılmaktan daha sevaptır. Kur'ân okuyup da dua ederse güzel olur.
Resul-i Ekrem (s.a.v.) hazretleri Ramazan geceleri gayretle çalışır ve tertîl
ile Kur'ân okurdu. Rahmet âyeti geçtikçe ister, azap âyeti geçtikçe Allah'a
sığınırdı.
İbnü Receb de demiştir ki: En mükemmel olan
namaz, Kur'ân kırâeti, dua, tefekkürü toplamaktır. Peygamber (s.a.v.) bunların
hepsini yapardı. Özellikle son onunda daha çok yapardı. Bazıları demişlerdir
ki: Teravih ile kıyam meydana gelir. Beyhakî, Enes b. Malik (r.a.)'ten şöyle
rivayet etmiştir: Resulullah buyurdu ki: "Her kim Ramazan ayı çıkıncaya
kadar akşam ve yatsı namazlarını cemaatle kılarsa Kadir gecesinden birçok haz
alır." Malik ve İbnü Ebi Şeybe ve İbnü Zencûye, Beyhakî Said b.
Müseyyeb'den rivayet etmişlerdir ki: Kadir gecesi yatsı namazında cemaatte
hayır bulunan ondan nasibini almış olur. İbnü Hacer Heytemî (rh.a.) Tuhfetü'l-Muhtâc'da
der ki: Kadir gecesini görene, saklaması sünnettir. Onun kemâliyle faziletine
ancak Allah Teâlâ'nın bildirdiği kimseler nail olur.
Kadir gecesini görmek ne demek olduğu hakkında
da âlimler hayli bahisler yapmışlardır. Alûsî'nin açıkladığı üzere açık olan
budur ki: Onu görmek demek, ona mahsus olan nurlar ile meleklerin inmesi gibi
özelliklere, ilmi ifade eden alametleri görmek yahut öyle bir ilmi ifade eden
ve hakikati ancak ehlince bilinen bir keşfe ermektir.
Kadir gecesi, meşhur olduğu üzere, Kur'ân'ın
nazil olduğu veya sabahında Bedir zaferinin vuku bulduğu gece olduğuna göre o
bir defa olmuş geçmiştir. Her sene Ramazan'da olacak olan onun şeref ve
hatırasıdır, demek olur. Nitekim bazıları onun bir defa olup kalktığını kabul
etmişlerdir. Fakat Kadir gecesi onlardan dolayı değil, onlar Kadir gecesine
rastlamış olduğuna göre de Kadir gecesi bütün sene içinde gizli olup, en çok
Ramazan'da ve en çok son onunda ve en çok yirmi yedinci veya sonuncu gece
olması ihtimali en galip bulunan mübarek bir takdir gecesi olarak tekrar eder
ki, bilinen, çoğunluğun görüşü de budur. Ve "bin aydan hayırlıdır"
âyetinden ortaya çıkan da bu gecenin "günlerin efendisi" olan cuma ve
arefe gecelerinden de daha faziletli olmasıdır. Bununla beraber bunda da hayli
münakaşa edilmiştir. Bu âyet gereğince bunun Mirâc gecesinden de daha faziletli
olması gerekir. Fakat yukarılarda da geçtiği üzere Resulullah hakkında Mirac
gecesi daha faziletli, ümmet hakkında da Kadir gecesi daha faziletli olduğu
söylenmiştir. Fakat Kadir gecesi, sene içinde dönen gizli bir gece olduğuna
göre bu büyük olayların hepsi birer Kadir gecesine tesadüf etmiş olması, bütün
ihtilafı kaldıracak olan en güzel bir şekil olmuş olur. Bunlar içinde Kur'ân'ın
ilk nazil olduğu Kadir gecesi ise, hepsinden en faziletli olan yegane Kadir
gecesi olması gerektir ki, her Ramazan'ın yirmi yedinci gecesi, bunun her sene
devretmiş olma şerefiyle gizli olan Kadir gecesine isabeti en çok düşünülen bir
gece olduğu cihetle çoğunluğun görüşü burada toplanmıştır. Bunun gündüzünde de
gecesi gibi dua ve ibadet ile mücahede sünnet olur. Ki bunda çeşitli mütâlaalar
sebebiyle meydana gelen farklılıklar da ortadan kaldırılmış olur. Zira
bilinmektedir ki yer üzerinde bir yerde gece olurken, diğer bir yerde gündüz
olur. Her iklimde bulunan kendi gecesini ihya etmek suretiyle aynı hayır ve
selametten faydalanırsa da gündüzüyle beraber hesap edilmesi, icabet için daha
ihtiyatlı demektir.
Bütün bu açıklamadan sonra sûrenin kendisinden
sonrasına bağlanmasından çıkacak olan mânâ da şu olur: O okunması emredilen
Kur'ân'ı böyle bir Kadir gecesinde indiren biz büyük şan sahibi olan Rabbin
olduğumuz için ancak bize secde et ve yaklaş. Bu mânâda ise Mirac gecesinin
daha yüksek oluşunu anlamak mümkün olur. Cenab-ı Allah biz kullarını da Kadir
gecesinin hayır ve faziletine eren salih kullar zümresine soksun. Alûsî'nin
kaydettiği üzere Sofiyye ıstılahında Kadir gecesi, Allah yolunu tutanın,
sevilen Hakk'a oranla kıymet ve mertebesini tanıyacağı özel bir tecelliye erdiği
gecedir ki, o gece hak yolcusunun aynı toplantıya ve marifette yetişkinler
makamına ilk girdiği vaktidir. Nitekim İbnü Farıd bu mânâda şu beyti ne güzel
söylemiştir:
"Eğer o sevgili yaklaşırsa bütün geceler
Kadir gecesidir, Nasıl ki bütün kavuşma günleri Cuma günüdür."
Şeyhin bu beytinde Cuma gününün Kadir
gecesinden daha faziletli olması görüşüne de işaret vardır. "Allah doğru
yolu gösterendir, ancak maksûda şâyân O'dur."
----
Kategoriler
Hatim - Mukabele | Kuran Suresi | Kuran Meali | Kuran Öğreniyorum |
Kadir Suresi - Elmalılı Hamdi Tefsiri - Kuran Hatim sayfasını izlemektesiniz.
Kur’an’ı Kerim
Allah tarafından gönderilen ilahi kitapların sonuncusu olan Kur’an’ı Kerim, son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v.) indirilmiştir. Sözlükte toplamak, okumak, bir araya getirmek anlamına gelen Kur’an, terim olarak şöyle tarif edilir:
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi Kitapların Özelliği
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
KUR’AN’IN NÜZÛLÜ (İNDİRİLMESİ)
Kur’an-ı Kerim, Yüce Allah’tan Hz.Peygamber’e Cebrail aracılığıyla, vahiy yoluyla indirilmiştir. Kolayca ezberlenmesi, kısa zamanda insanlara ulaşması, manasının kolaylıkla anlaşılması, inançların ve hükümlerin müminlerin kalbinde yavaş yavaş kuvvetlenip kökleşmesi için Kur’an bir defada toptan indirilmemiş, yaklaşık yirmi üç senede, peyderpey indirilmiştir.
KURAN-I KERİM NASIL OKUNMALI? KURAN-I KERİM EN GÜZEL NASIL OKUNUR?
Kuran okurken dikkat edilmesi gerekenler
Kuran-ı Kerim'i doğru bir şekilde okumak için harflerin üzerilerindeki uzatmalarına ve mahreç yerlerine dikkat etmek oldukça önemlidir. Harflerin okunuşunu değiştiren medler yani uzatmalar kişinin Kuran-ı Kerim'i nağmeli okumasını sağlamaz. Nağmeli bir şekilde okumak demek, kişinin Kuran-ı Kerim'i okurken oluşturduğu güzel sesiyle dinleyicilerin gönlüne hitap etmesidir.
Nağmeli okunan bir ayet ise insanlara karşı Kuran-ı Kerimin daha fazla okunup, daha fazla dinlenmesini teşvik eder.