Elmalılı Hamdi Tefsiri - Kuranı Kerim
| |||
- Mukabele - Cüz
- Kuran Süreleri
- Kuran Meali
- Kuran Dersleri
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- Ders 01 - Diyanet
- Ders 02 - Diyanet
- Ders 03 - Diyanet
- Ders 04 - Diyanet
- Ders 05 - Diyanet
- Ders 06 - Diyanet
- Ders 07 - Diyanet
- Ders 08 - Diyanet
- Ders 09 - Diyanet
- Ders 10 - Diyanet
- Ders 11 - Diyanet
- Ders 12 - Diyanet
- Ders 13 - Diyanet
- Ders 14 - Diyanet
- Ders 15 - Diyanet
- Ders 16 - Diyanet
- Ders 17 - Diyanet
- Ders 18 - Diyanet
- Ders 19 - Diyanet
- Ders 20 - Diyanet
- Ders 21 - Diyanet
- Ders 22 - Diyanet
- Ders 23 - Diyanet
- Ders 24 - Diyanet
- Ders 25 - Diyanet
- Ders 26 - Diyanet
- Ders 27 - Diyanet
- Ders 28 - Diyanet
- Ders 29 - Diyanet
- Ders 30 - Diyanet
- Tecvidli Kuran Dersleri
- 00 - Giriş
- 01 - Harfler
- 02 - Harflerin Çıkış Yerleri
- 03 - Harekeler
- 04 - Harflerin Yazılışları
- 05 - Bitişmeyen Harfler
- 06 - Kalın ve İnce Harfler
- 07 - Peltek Harfler
- 08 - Cezm
- 09 - Şedde
- 10 - Tenvin
- 10.1 - Tevcid Kuralları
- 11 - Med Harfleri
- 12 - Elifin Yerini Tutan Vav ve Ya
- 13 - Çeker
- 14 - Meddi Tabii ve Meddi Feri
- 15 - Meddi Muttasıl
- 16 - Meddi Munfasıl
- 17 - Meddi Lazım
- 18 - Meddi Arız
- 19 - Meddi Lin
- 19.1 - Tekvin ve Nunu Sakin
- 20 - İhfa
- 21 - İzhar
- 22 - İklab
- 23 - İdğamı Mael Gunne
- 24 - İdğamı Bila Gunne
- 25 - İdğamı Misleyn
- 26 - Cezimli Mimin Okunuşu
- 27 - İğdamı Mütecaniseyn
- 28 - İğdamı Mütekaribeyn
- 29 - İğdamı Şemsiyye
- 30 - İzharı Kamerriye
- 31 - Kalkale
- 32 - Lafzatullahın Okunuşu
- 33 - Zamirin Okunuşu
- 34 - Ra Harfinin Okunuşu
- 35 - Sekte
- 36 - Hurufu Mukattaa
- 37 - Vakıf ve Durma işaretleri
- 38 - Küçük Nun ile Okuma
- Elmalılı Hamdi Tefsiri
- Submenu 4.4
- Submenu 4.5
- Submenu 4.6
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- İlmihal
- Submenu 5.1
- Submenu 5.2
- Hadis-i Şerif
- Kütüb-ü Sitte 1-100
- Kütüb-ü Sitte 101-200
- Kütüb-ü Sitte 201-300
- Kütüb-ü Sitte 301-400
- Kütüb-ü Sitte 401-500
- Kütüb-ü Sitte 501-600
- Kütüb-ü Sitte 601-700
- Kütüb-ü Sitte 701-800
- Kütüb-ü Sitte 801-900
- Kütüb-ü Sitte 901-1000
- Kütüb-ü Sitte 1001-1100
- Kütüb-ü Sitte 1101-1200
- Kütüb-ü Sitte 1201-1300
- Kütüb-ü Sitte 1301-1400
- Kütüb-ü Sitte 1401-1500
- Kütüb-ü Sitte 1501-1600
- Kütüb-ü Sitte 1601-1700
- Kütüb-ü Sitte 1701-1800
- Kütüb-ü Sitte 1801-1900
- Kütüb-ü Sitte 1901-2000
- Kütüb-ü Sitte 2001-2100
- Kütüb-ü Sitte 2101-2200
- Kütüb-ü Sitte 2201-2300
- Kütüb-ü Sitte 2301-2400
- Kütüb-ü Sitte 2401-2500
- Kütüb-ü Sitte 2501-2600
- Kütüb-ü Sitte 2601-2700
- Kütüb-ü Sitte 2701-2800
- Kütüb-ü Sitte 2801-2900
- Kütüb-ü Sitte 2901-3000
- Kütüb-ü Sitte 3001-3100
- Kütüb-ü Sitte 3101-3200
- Kütüb-ü Sitte 3201-3300
- Kütüb-ü Sitte 3301-3400
- Kütüb-ü Sitte 3401-3500
- Kütüb-ü Sitte 3501-3600
- Kütüb-ü Sitte 3601-3700
- Kütüb-ü Sitte 3701-3800
- Kütüb-ü Sitte 3801-3900
- Kütüb-ü Sitte 3901-4000
- Kütüb-ü Sitte 4001-4100
- Kütüb-ü Sitte 4101-4200
- Kütüb-ü Sitte 4201-4300
- Kütüb-ü Sitte 4301-4400
- Kütüb-ü Sitte 4401-4500
- Kütüb-ü Sitte 4501-4600
- Kütüb-ü Sitte 4601-4700
- Kütüb-ü Sitte 4701-4800
- Kütüb-ü Sitte 4801-4900
- Kütüb-ü Sitte 4901-5000
- Kütüb-ü Sitte 5001-5100
- Kütüb-ü Sitte 5101-5200
- Kütüb-ü Sitte 5201-5300
- Kütüb-ü Sitte 5301-5400
- Kütüb-ü Sitte 5401-5500
- Kütüb-ü Sitte 5501-5600
- Kütüb-ü Sitte 5601-5700
- Kütüb-ü Sitte 5701-5800
- Kütüb-ü Sitte 5801-5900
- Kütüb-ü Sitte 5901-6000
- Kütüb-ü Sitte 6001-6100
- Kütüb-ü Sitte 6101-6200
- Kütüb-ü Sitte 6201-6300
- Kütüb-ü Sitte 6301-6400
- Kütüb-ü Sitte 6401-6500
- Kütüb-ü Sitte 6501-6600
- Kütüb-ü Sitte 6601-6700
- Kütüb-ü Sitte 6701-6800
- Kütüb-ü Sitte 6801-6900
- Kütüb-ü Sitte 6901-7000
- Kütüb-ü Sitte 7001-7100
- Kütüb-ü Sitte 7101-7200
- Kütüb-ü Sitte 7201-7300
Hümeze Suresi - Elmalılı Hamdi Tefsiri
104-HÜMEZE:
1-2."Hümeze"; sûrenin de ismi olmak
münasebetiyle meâlde aynen muhafazasını daha uygun gördüğümüz bu
"hümeze" kelimesi "hemmaz", "gammaz" gibi
"hemz" kelimesinden mübalağa sigası (kipi)dır ki, lüane (lânetleyen)
duhake (çok gülen) gibi âdet ifade eder. Asıl mânâsı hemz (ayıplama, arkadan
atma)i çok yapan, âdet edinenler demektir. "Hemz",
"Kâmus"un açıkladığına göre "gamz" vezninde ve onun
anlamdaşıdır. El ile çimdiklemek ve dürtmek, kakmak, vurmak (nitekim mihmez,
mihmaz, yani mahmuz, mudul ve çekiç veya mudullu değnek demek olan mıhmeze bu
mânâlardandır) ve bir dar yere sıkıştırmak (ki, hemze bu mânâdandır. Çünkü
mahrecinden sıkıntı ile çıkar) ve ısırmak ve kırmak, yere çalmak mânâlarına
gelir. Şu halde hümeze, bunlardan birini veya hepsini çok yapan, âdet edinen
demek olur. Bu ölçü ile hamiz gibi çimdikçi, çekiştirici, dürtüştürücü,
kakıştırıcı, vurucu kırıcı, atıcı, sıkıcı, ısırıcı mânâlarını ifade edebilir.
Fakat lügat örfünde hamiz ve hemmazdan daha mübalağalı olarak hümeze, inceden
inceye veya geriden geriye hafifseyerek ve alay ederek şunun bunun namusu ve
şerefi ile oynayıp incitmeyi, yerme ve kötüleme ile arkadan konuşarak ayıplayıp
kınamayı, şunu bunu dürtüştürerek öteye beriye koğuculuk etmeyi âdet ve sanat
edinmiş, çekiştirici gammaz mânâsında meşhur olmuştur ki, böyle olan kimseler
fırsat buldukça hemzin her mânâsını yapar. Eli erdiği insanları cımbızlar,
çimdikler, dürter, kakar, ısırır, çarpar, kırar, incitir, o yolda geçinir. Onun
için bu mânâların hepsinden kinaye olarak hümeze, gammazlığı âdet ve sanat
edinmiş kimselere söylenmiştir. Yani asıl hakikati, el ile sıkmak, cimdirmek,
dürtmek, vurmak, kırmak iken ağızla, dille ısırmak, kötülemek ve arkadan
konuşmak, küçük görmekle gönül incitmek ve kırmak mânâsında kinaye olarak
yayılmıştır. Kinayeler hakikatin de iradesine engel olmayacağı için 'de her
mânâ dahil olur. Yani gerek el ile, gerek dil ile maddeten veya manen şunu bunu
itip kakmayı, kırıp incitmeyi âdet edinmiş dedikoducu güruhunun hepsi cehennem
uçurumunda, veyl deresinde, hüsran içinde kahrolmaya mahkumdurlar, vay
hallerine. "Lümeze" de "hümeze" gibidir. Mızrak saplar gibi
kötülemek, ayıplamak ve kaş göz kırparak, işaret ederek, eğlence suretiyle
birini diğerine göstermek mânâlarına olan "Lemz"den
"Lümeze" de daima herkesi ayıplamayı ve şuna buna ayıp ve eksiklik isnat
ederek eğlenmeyi âdet edinmiş, kendini beğenmiş atak demektir ki,
"hümeze"yle anlamdaş ve farklı olarak da kullanılır. Zemahşerî'nin
beyanına göre hümezenin aslı kırıcı mânâsından, lümezenin aslı da ayıplayıcı,
saplayıcı mânâsındandır. "Keşşâf"ta der ki: Hemz, hezm gibi kırmak,
lemz de ayıplamaktır. "Lemezehû ve lehezehû" denilir,
"taanehû" (onu ayıpladı) denir. Maksat, insanların ırzlarını,
namuslarını kırmak ve arkalarından konuşmak ve onların ayıplamaktır. Ve
"lüane", "duhaka" gibi fuale vezni onun, o kimsenin alışmış
olduğu âdeti bulunduğuna delalet eder. Şâir:
"Eğer ortada bulunmazsam, sen dürtücü ve
ayıplayıcı kesilirsin." demiştir. Daha önce İbnü Cerir de Ziyad-i Acem'in:
"Bana kavuştuğun zaman yalandan bana sevgi göstererek yanaşırsın ve eğer orada
bulunmazsam o vakit de hamiz (dürtücü) lümeze (ayıplayıcı) kesilirsin."
demek olan iş bu: beyti ile hümeze insanları arkadan çekiştirip kızdıran;
lümeze de arkadan konuşup ayıplayan demek olduğuna şahit getirmiş ve bazı
rivayetler naklederek demiştir ki: İbnü Abbas'dan: "Allah Teâlâ'nın veyl
(yazıklar olsun) ile başladığı kimseler kimlerdir diye sorulduğunda,
"Nemime, yani koğuculuk ile gezenler, dostlar arasını ayıranlar en büyük
ayıp arayanlar." demiştir. Mücahid'den de üç farklı görüş rivayet edilmiştir:
1- Hümeze, insanların etini yiyen; lümeze,
ayıplayıcı ve atak.
2- Bunun aksine olarak: Hümeze, ayıplayıcı;
lümeze, insanların etini yiyen.
3- Hümeze, Lümeze: Birisi insanların etlerini
yiyen, diğeri ayıplama. Bu gösterir ki, bu haberi rivayet edenlere bu iki
kelimenin yorumunda zorluk vaki olmuş, onun için ondan rivayet edenler ihtilaf
etmişlerdir. Râzî de "Kendi kendinizi kötülemeyin." (Hucurat, 49/11)
âyetiyle "Keşşâf"ın ifadesi üzere beyandan sonra der ki:
"Tefsircilerin bunda bir çok görüşü vardır:
Birincisi: İbnü Abbas'dan, hümeze gıybetçi,
lümeze ayıpçı.
İkincisi: İbnü Zeyd'den hümeze el ile, lümeze
dil ile.
Üçüncüsü: Ebu'l-Aliye'den, hümeze yüze karşı,
lümeze arkadan.
Dördüncüsü: Hümeze açıkça, lümeze gizli, kaş
ve gözle.
Beşincisi: Hümeze lümeze, insanlara
hoşlanmayacakları lakaplar takanlar. Velid b. Muğire bunu yapardı. Fakat bu
başkanlık yapanlara yakışmaz, döküntülerin âdetindendir. Bunda insanların
sözlerini, fiillerini, seslerini güldürmek için taklit edenler de dahil olur.
Altıncısı: Hasen'den Hümeze, gözünü kırparak
açıkça kızdıran; lümeze kardeşlerini kötülükle anarak ayıplayan.
Yedincisi: Anlatıldığı üzere İbnü Abbas'tan,
söze yalan katarak gezenler, dostların arasını açanlar, insanların ayıbını
arayanlar. Bunları naklettikten sonra Râzî şu hatırlatmayı da yapar:
"Bilinmeli ki bu görüşlerin hepsi de birbirine yakındır, bir asla döner. O
da kusur bulmak ve ayıbı açıklamak, ortaya çıkarmak mânâsıdır. Sonra da bu iki
kısımdır: Ya hased ve kin sırasında olduğu gibi ciddi olur, yahut da eğlence ve
güldürme kabilinden eğlence ile olur. Bunlardan her biri de ya din ve taatle
ilgili bir emirde olur veya dünya ile ilgili olur. Bu da görünüşe ve yürümek,
oturmak, kalkmak gibi şeylerle ilgili olur ki, çeşitleri çoktur ve kayda
geçmemiştir. Sonra bu dört kısımda ayıbı açıklama, bazan ortada bulunan için
olur, bazan da bulunmayan için olur. Her iki takdirde de ya lafız ile olur veya
baş ve göz ve diğerleri ile olur. Bunların hepsi yasaklama altında dahildir.
Ancak bahis konusu olan lafzın dilde ne için konmuş olduğudur.
Lâfzın konduğu lafzen yasaklanmış olur,
konmadığı da delalet bakımından yasaklanmış olur. Peygmaber'le ilgili olunca da
daha büyük suç olur."(1) Keşşâf sahibi bir de demiştir ki: "Hümeze,
lümeze mim'in sükunu ile ( şeklinde) de okunmuştur. Bu ise gülünç şeyler, garip
ve tuhaf gevezelikler yapan zevzek maskaradır ki, kendisine hem gülünür, hem
söğülür." Demek ki mim'in sükunuyla olan fethiyle olanın tersi gibi bir
mânâ ifade ediyor. Üstün olan fail, sakin olan mef'ul mânâsında olmuş oluyor.
Nitekim nın fethiyle "duhake", şuna buna çok gülen edebsize denir.
nın sükunuyla "duhke" de çok gülünen, herkese gülünç olan maskaraya denir.
Aynı şekilde "ayn"ın fethiyle "lüane", çok lanet eden,
"ayn"ın sükunuyla "lu'ne", çok mel'un demektir. Demek ki
sakin okunan, üstün, okunandan daha alçaktır. O halde üstünün kınamasından,
daha alçağın kınaması öncelikle anlaşılır. Onun için âyette hümeze lümeze
mim'in fethiyledir. Aşere kırâetlerinin hepsinde, hatta şazlar da dahil olmak
üzere ondört kırâatta mimler üstün okunmuştur. Çünkü "mal biriktiren"
ifadesinden de anlaşılacağına göre asıl maksat, kendini beğenmiş, herkesten
üstünlük taslayarak ve eğlenircesine, şunu bunu gizliden açıktan, yüzünden veya
arkasından eliyle veya diliyle taşlayıp inciten, namus ve haysiyeti ile
oynayan, insanların arasını açmakla, koğuculukla yüze çıkıp yaşamak, eğlenmek
isteyen saldırgan gururluların zararını beyandır ki, bunlar daha önceki sûrede
geçen mal çokluğu kendilerini aldatmış olanlardandır. Bundan sonraki sûrede
"Fil Ashabı"ndan bahsedilmesi de buna delalet eder.
Bunun inme sebebi (sebeb-i nüzulü)ne gelince:
İbnü Cerir'in Muhammed b. Sa'd yoluyla İbnü Abbas'tan nakline göre: İnsanlarla
alay ve hakaret eden, bir puta tapıcı idi. Hasen, Verka, İbnü Ebi Nüceym'den de
Cemil b. Amir Cüheni hakkında nazil oldu denilmiş. Hasen Verka'dan naklen
demiştir ki: Hümeze lümeze Cemil b. Amir hakkında nazil oldu, fakat bir kimseye
tahsis edilmiş değildir. Bazı Arap dili ehli de bu, demiş, Araplar'ın, geneli
zikrederek tek kişiyi kastetmesi kabilindendir. Nitekim sözde birisi diğerine:
"Ben seni asla ziyaret etmeyeceğim; demesine karşı: "Her kim beni
ziyaret etmezse, ben de onu ziyaret etmem." denilir ki, maksat
"ziyaret etmeyeceğim" diyene cevaptır. Fakat diğerlerinin dediği gibi
doğrusu maksat, hass (özel) irade değil, lafzın bu sıfatta olanların hepsini
kastetmektir.
Mücahid de bir kimseye mahsus değildir,
demiştir. "Keşşâf"ta da der ki: "Ahnes b. Şürayk hakkında indi,
âdeti arkadan konuşma ve koğuculuk idi." denilmiş. Ümeyye b. Halef
hakkında denilmiş, Velid b. Muğire ve Resulullah'ın arkasından konuşması
hakkında da denilmiştir. Sebebin özel ve tehdidin genel olarak o çirkinliğe
girişenlerin hepsini içermesi de caizdir." Bunun zahirî yönden herkesi
kastetmiş olduğuna aşağıdaki "o ateşin kapıları onların üzerine
kapatılacaktır" diye bunlara çoğul zamiri gönderilmesi karine (ipucu)dir.
Ancak bu 'nin, her şeyden önce, şöyle müfred (tekil) olarak bir bedel ile tarif
ve tasvif olunması bu genellik içinde bir özellik kastedilmiş olduğunu da
anlatır, zira müfred (tekil)dir. Fakat marife (belirli) olduğundan nekire
(belirsiz) olan 'nin sıfatı olamaz. 'den bedel yahut zem üzere mansub
(üstünlü)dur. Demek ki (veyl) ile hükmün asıl hedefi ve kelâmın sevkinden asıl
maksad budur. Arabozuculuğa ve ayıplayıcılığa sevk eden sebep ve illet de bu
demektir ki, bir mal toplamıştır. İbnü Amir, Hamze, Kisâi, Ebu Cafer, Ravh,
Halef ve Ameş "mim"in şeddesiyle tef'il ölçüsünde şeklinde
okumuşlardır ki, bunda teksir (çoğaltma) mânâsı olduğundan şöyle demek olur:
"Şuradan buradan bir mal biriktirmiştir". Ve hep onu saymaktadır.
Yani o malın hukukunu: Nereden gelip, nereye gitmesi gerekeceğini, onunla ne
gibi hayırlar yapabileceğini düşünmeyerek, işi gücü sadece onun sayısını
zaptedip çoğaltmak ve ona güvenmektir. Yahut etrafındakilere sadece onu
saydırıp, onunla iftihar etmek, o suretle gözleri malda, işleri güçleri
insanları birbirine tutuşturmak olan hümeze lümeze güruhunu başına toplayarak
kendini onlara tanıtmak, başlarına geçmektir. Çünkü o hümeze lümeze güruhunun
çoğunun malı olmamakla beraber emeli koğuculukla mal toplamak olduğundan,
öylelerinin başına toplanır ve onu sayarlar. Bu mânâya işaret için olmalıdır ki
tekil olarak den yazılmış "onlar, bir mal topladılar ve onu saydılar"
denilmemiştir. Sonra da bunların çoğulluğuna tenbih için diye çoğul zamiri
gönderilmiştir. Bununla beraber her biri itibarıyla da tekil getirilmiş olmak
düşünülebilir. Zira nekreye muzaf olan kül, küll-i ifrâdîdir.
3. Bunlar niçin böyle yapar? Zira sanır ki
malı kendisini ebedî kılmıştır. Kılacak değil de, kılmıştır zanneder. Öyle
hayıra yaramayan, sayılmak için biriktirilmiş malın, kendini kurtarmak şöyle
dursun, başına bela, felaketlerine sebep olacağını düşünmez de o onu her
tehlikeden kurtaracak, dünyaya kazık kaktıracak, ondan öyle söz almış, artık
ebedilik muhakkak imiş gibi zanneder. Bütün emellerini onun üzerine kurar.
4. Hayır, hayır. İş öyle sandığı gibi değildir.
İnsanı kurtaracak, ebediyete götürecek şey mal değil, önceki sûrede açıklandığı
üzere Hakk'a iman, ilim ile salih ameldir. Andolsun ki atılacaktır. Baştaki lâm
yemin için dir. "Nebz", bir şeyi küçümsemek suretiyle fırlatıp
atıvermek, kelimenin sonundaki "nun" da te'kit nunu'dur. Yani Allahü
Zülcelâl'e yemin olsun ki, o mala güvenip, hep onu sayıp da halkı eğlenircesine
kırıp inciten, herkesin hukuk ve haysiyetiyle oynayan o gururlu hümeze ve
lümeze, o atak, koğucu her halde tam hakaret ve sefaletle atılacaktır. Hutamey
(cehennemin için)e. Önüne geleni kırıp geçirmek, yalayıp yutmak âdeti
olduğundan dolayı bir adına da Hutame denilmiş olan cehennemin içine, Hümeze
lümeze vezninde Hutame, Kâria Sûresi'nde "haviye", "narun
hamiye", Tekâsür Sûresi'nde "cahim" diye ismi geçen cehennemin
isimlerindendir. Bazıları dördüncü, bazıları altıncı, bazıları da ikinci
tabakası demişlerdir. "Mevlid"de: "Korkarım ki yerleri ola
Tamu." denildiği gibi, eski Türkçe'de cehenneme Tamu denildiği için burada
hutame'yi tamu diye terceme etmek de yakışabileceğinden dolayı meâlde ona da
işaret ettik.
Bununla beraber Tamu, hapishane, zindan
mânâsına olan dam (ceza evi)dan gibi görünür. Bu da "Cehennemi, kâfirler
için kuşatıcı (bir zindan) yapmışızdır." (İsrâ, 17/8) mânâsına uygundur.
"Hutame" kelimesinin aslı ise kırıp geçirmek demek olan
"hatm"den türemiştir. Bu "fuale" vezni de sayılar ifade
ettiği için hutame, son derece kırmak âdeti ve tabiatı olan, yani kıran geçiren
demek olur. Türkçe'de: "Filan yere kıran girdi." demek de, orası
kırıldı, tükendi, mahvoldu mânâsını ifade eder. Kızgın ateşin de tabiatı, böyle
önüne geleni kırıp geçirmek, mahvetmek, diğer deyimle yalayıp yutmak
olduğundan, böyle kırıp geçirici, yahut yalayıp yutucu ateş anlamıyla cehenneme
de hutame denilmiş demektir. Nitekim ekûl, yani çok yiyici, obur kimseye de,
ateşe benzetilerek, hutame denir ki, "sanki içinde fırın var gibi"
her verileni yalayıp yutuyor demektir. Bir de deyimi vardır ki "Çobanların
en kötüsü hutame olandır". Yani güttüğü sürüyü kırıp geçirendir, demek
olur. Burada cehennemin "hutame" ismiyle söylenmesi, görünüşte
(sureten) mânâ bakımından hümezeye uygunluk içindir. Çünkü ikisi de bir
vezindedir. İkinci olarak "hümeze"de başkalarının kıymet ve
haysiyetini, gönlünü kırmak mânâsı bulunduğu gibi, "hutame"de de
kırıp geçirmek mânâsı vardır. Üçüncü olarak hümeze lümezede insanları arkadan
çekiştirerek "Sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever
mi?" (Hucurat, 49/12) mânâsı üzere etlerini yemek mânâsı bulunduğu gibi, ateşte
de deriyi, eti yemek mânâsı vardır. Bundan dolayı hümeze lümezeye bir hutame
ile ilâhî adalet icra edilecek demektir.
5. Lakin bu ateşin diğer ateşlere benzemeyen
bambaşka bir ateş olduğu anlatılmak üzere korkutmak için buyuruluyor ki: Ve
bildin mi hutame nedir? Yahut: "Ne dehşetli hutam!"
6-7. O, Allah'ın ateşi, Allah ateşidir.
"Nâr" (ateş)ın Allah'a izafeti, dilimizde de : "Allah'ın
belası" dediğimiz gibi büyütme ve korkutma içindir ki, Allah Teâlâ'nın
öfke ve heybetini özellikle göstermesi bakımından korku ve şiddetinin
büyüklüğünü ifade eder. Yani malum olan ateşlerle mukayese edilemeyecek
derecede öyle heybetli ve fevkalade büyük bir ateş ki (Allah'ın emriyle)
yakılmış, tutuşturulmuştur. Ebediyyen sönmek bilmez. Hz. Ali (k.v.) şöyle
demiştir: "Ne acaiptir o insanlar ki, altından ateş kaynayıp dururken
yeryüzünde Allah'a isyan ederler". Bugünkü jeologların teorilerine göre de
yerin içindeki ateşe göre üzerinde bulunduğumuz kabuğu, yumurtanın içine
nisbetle üzerindeki iç zarı kadar ince sayılmaktadır. Fakat bu ateşin onlara
benzemediği ve sadece cisimleri yakan bir ateş değil, maddî şeyleri geçip de
maneviyatı saran, cesetlerden başka canlara, gönüllere kadar çıkan bir ateş
olduğu anlatılmak üzere şöyle vasıflandırılıyor: Öyle tutuşturulmuş bir ateş
ki, yüreklerin, kalplerin içi, merkezi demek olan füadlerin, yani anlama yeri
olan gönüllerin üstüne çıkar. Tenden geçer ruhlara, maneviyat üzerine çıkar,
çatar, savar, canlar yakar, gerçi onları öldürmez "Onun içinde ne ölür, ne
yaşar." (A'lâ, 87/13) Fakat uzanır, sarar, azab eder. Çünkü küfrün, çirkin
inançların, kötü niyetlerin kaynağı onlardır. Razî'nin anlattığı üzere Hz.
Peygamber'den rivayet edilmiştir ki: Nar (ateş), ehlini yer, nihayet gönüllere
gelince son bulur, sonra Allah Teâlâ etlerini, kemiklerini diğer bir oluşla
iade eder. "Derileri piştikçe azabı tatsınlar diye onlara başka deriler
vereceğiz." (Nisa, 4/56) âyeti de buna delalet eder.
ITTILA', bir şeyin üzerine çıkmaktır. İlmî
olan ıttıla ve mütalea da bundan alınmıştır. "Gönüllerin üzeri"
tabiri belli ki beyini de içine alır. Ateşin böyle hayatın merkezi olan
kalplerin içini bütün üzerinden sarması, onlara muttali olması asabının
şiddetini ve kuşatmasını belağatlı bir beyandır. Alûsî demiştir ki:
"İşaret erbabı bunda ruhanî azabın şiddetine işaret olduğunu
söylerler."
8-9. Muhakkak o ateş onların (o hümeze lümeze
güruhunun) üzerine kapatılacak, yani üzerlerine bastırılıp kapıları
kapanacaktır. Temdid olunmuş, (uzatılmış) direkler yahut dayaklar, dikmeler
içinde olarak. Bu, ya kelimesinin altında "nâr"a râcî zamirinden haldir.
O ateşin kapıları kapanırken tazyikle açılmamak için uzun uzun dikmeler,
dayaklarla dayanacak, o halde o şekilde kapatılacaktır, demek olur. Bunda bir
fırının içini iyice yakıp da tamamen kızdırmak için kapısını sağlam dayayarak
kapamak tarzında bir tasvir var demektir. Yahut zamirinden haldir. Bu şekilde
önceki mânâ olabileceği gibi, bir de uzun uzun sürüklenmesi kabil olmayan
direkler halinde, tomruklar içinde kımıldanamayacakları bir şekilde azap ve
işkencelerini tasvir ve beyan olur.
AMED : "Bahru'l-Muhit"in beyanına
göre çoğul ismi, diğerlerinin beyanına göre çoğuldur. Ragıb ve Ferrâ
"amud"un çoğulu demiş, Ebu Ubeyde "imad"ın çoğulu demiştir.
İmad, dayak, dayanacak şey olduğu cihetle mutlaka direk olması lazım değildir.
"Amud"un da "ımâd" olması lazım değildir. Aralarında bir
cihetten genellik ve özellik ilişkisi var demektir. Ebu Bekir, Hamze, Kisâî,
Halef ayn'ın ve mim'in zammiyle (umud) okumuşlardır ki, bunun sarih çoğul
olduğunda şüphe yoktur. Amud, bilindiği gibi direk, sütun demektir. Ve
"kast" mânâsına "and"den alınmıştır. Bir kavmin işlerini
yürüten ulu'suna "kavmin amudu" denilir. Askerin komutanına
"ordu amudu" denilir. Kılıcın sırtında olan yola "amud-i
seyf" (kılıcın amudu) denilir. İnsanın göğsünde sehabe (korkuluk kemiği)
dedikleri dil gibi kemikten göbeğin aşağısına doğru uzanan damara, ayn şekilde
insanın sırtına "karın amudu denilir. Bir de amud, hüzün ve kederin
şiddetinden direk gibi donup kalan, çok hüzünlü ve meraklı kimseye denir.
Bunlar mülahaza edilince , o ateş gönüllerini saranların bedenlerine veya
onları sarmış olan zebanilerin iriliklerine işaret de olabilir. İbnü Abbas'dan
bunların, onları saran ateş sütunları demek olduğu da rivayet edilmiştir.
Hakim-i Tirmizî'nin "Nevadiru'l-usul"de Ebu Hüreyre'den merfu olarak
rivayet ettiği bir hadiste de böyle varid olmuştur. Allah Teâlâ isyankâr
müminleri ateşten çıkardıktan sonra, ki en uzun duran yedi bin sene duracaktır.
Allah Teâlâ cehenneme ateşten kapaklar, ateşten egserler, ateşten amudlarla bir
kısım melekler gönderecek, o kapakları onların üzerine kapayacaklar, o
çivilerle sıkıştıracaklar, o amudları uzatıp bastıracaklar, ne bir ruh girecek,
ne bir gam çıkacak bir boşluk kalmayacak. Aziz, Celil, Cebbar olan Allah Arş'ı
üzerinde, onları unutmuş gibi bırakacak, Cennet ehli nimetleriyle meşgul
olacaklar, artık ondan sonra o cehennem ehli hiçbir yardım dileyemeyecekler,
söz kesilecek, artık onların sözleri bir nefes alıp vermekten ibaret kalacak.
Ve işte "Cehennemlikler dikilmiş direklere bağlı bulundukları halde, o
ateşin kapıları üzerlerine kapatılacaktır." "Allah'ım bizi cehennem
ateşinden koru, iyiler ile beraber cennete dahil eyle!"
----
Kategoriler
Hatim - Mukabele | Kuran Suresi | Kuran Meali | Kuran Öğreniyorum |
Hümeze Suresi - Elmalılı Hamdi Tefsiri - Kuran Hatim sayfasını izlemektesiniz.
Kur’an’ı Kerim
Allah tarafından gönderilen ilahi kitapların sonuncusu olan Kur’an’ı Kerim, son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v.) indirilmiştir. Sözlükte toplamak, okumak, bir araya getirmek anlamına gelen Kur’an, terim olarak şöyle tarif edilir:
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi Kitapların Özelliği
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
KUR’AN’IN NÜZÛLÜ (İNDİRİLMESİ)
Kur’an-ı Kerim, Yüce Allah’tan Hz.Peygamber’e Cebrail aracılığıyla, vahiy yoluyla indirilmiştir. Kolayca ezberlenmesi, kısa zamanda insanlara ulaşması, manasının kolaylıkla anlaşılması, inançların ve hükümlerin müminlerin kalbinde yavaş yavaş kuvvetlenip kökleşmesi için Kur’an bir defada toptan indirilmemiş, yaklaşık yirmi üç senede, peyderpey indirilmiştir.
KURAN-I KERİM NASIL OKUNMALI? KURAN-I KERİM EN GÜZEL NASIL OKUNUR?
Kuran okurken dikkat edilmesi gerekenler
Kuran-ı Kerim'i doğru bir şekilde okumak için harflerin üzerilerindeki uzatmalarına ve mahreç yerlerine dikkat etmek oldukça önemlidir. Harflerin okunuşunu değiştiren medler yani uzatmalar kişinin Kuran-ı Kerim'i nağmeli okumasını sağlamaz. Nağmeli bir şekilde okumak demek, kişinin Kuran-ı Kerim'i okurken oluşturduğu güzel sesiyle dinleyicilerin gönlüne hitap etmesidir.
Nağmeli okunan bir ayet ise insanlara karşı Kuran-ı Kerimin daha fazla okunup, daha fazla dinlenmesini teşvik eder.