Elmalılı Hamdi Tefsiri - Kuranı Kerim
| |||
- Mukabele - Cüz
- Kuran Süreleri
- Kuran Meali
- Kuran Dersleri
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- Ders 01 - Diyanet
- Ders 02 - Diyanet
- Ders 03 - Diyanet
- Ders 04 - Diyanet
- Ders 05 - Diyanet
- Ders 06 - Diyanet
- Ders 07 - Diyanet
- Ders 08 - Diyanet
- Ders 09 - Diyanet
- Ders 10 - Diyanet
- Ders 11 - Diyanet
- Ders 12 - Diyanet
- Ders 13 - Diyanet
- Ders 14 - Diyanet
- Ders 15 - Diyanet
- Ders 16 - Diyanet
- Ders 17 - Diyanet
- Ders 18 - Diyanet
- Ders 19 - Diyanet
- Ders 20 - Diyanet
- Ders 21 - Diyanet
- Ders 22 - Diyanet
- Ders 23 - Diyanet
- Ders 24 - Diyanet
- Ders 25 - Diyanet
- Ders 26 - Diyanet
- Ders 27 - Diyanet
- Ders 28 - Diyanet
- Ders 29 - Diyanet
- Ders 30 - Diyanet
- Tecvidli Kuran Dersleri
- 00 - Giriş
- 01 - Harfler
- 02 - Harflerin Çıkış Yerleri
- 03 - Harekeler
- 04 - Harflerin Yazılışları
- 05 - Bitişmeyen Harfler
- 06 - Kalın ve İnce Harfler
- 07 - Peltek Harfler
- 08 - Cezm
- 09 - Şedde
- 10 - Tenvin
- 10.1 - Tevcid Kuralları
- 11 - Med Harfleri
- 12 - Elifin Yerini Tutan Vav ve Ya
- 13 - Çeker
- 14 - Meddi Tabii ve Meddi Feri
- 15 - Meddi Muttasıl
- 16 - Meddi Munfasıl
- 17 - Meddi Lazım
- 18 - Meddi Arız
- 19 - Meddi Lin
- 19.1 - Tekvin ve Nunu Sakin
- 20 - İhfa
- 21 - İzhar
- 22 - İklab
- 23 - İdğamı Mael Gunne
- 24 - İdğamı Bila Gunne
- 25 - İdğamı Misleyn
- 26 - Cezimli Mimin Okunuşu
- 27 - İğdamı Mütecaniseyn
- 28 - İğdamı Mütekaribeyn
- 29 - İğdamı Şemsiyye
- 30 - İzharı Kamerriye
- 31 - Kalkale
- 32 - Lafzatullahın Okunuşu
- 33 - Zamirin Okunuşu
- 34 - Ra Harfinin Okunuşu
- 35 - Sekte
- 36 - Hurufu Mukattaa
- 37 - Vakıf ve Durma işaretleri
- 38 - Küçük Nun ile Okuma
- Elmalılı Hamdi Tefsiri
- Submenu 4.4
- Submenu 4.5
- Submenu 4.6
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- İlmihal
- Submenu 5.1
- Submenu 5.2
- Hadis-i Şerif
- Kütüb-ü Sitte 1-100
- Kütüb-ü Sitte 101-200
- Kütüb-ü Sitte 201-300
- Kütüb-ü Sitte 301-400
- Kütüb-ü Sitte 401-500
- Kütüb-ü Sitte 501-600
- Kütüb-ü Sitte 601-700
- Kütüb-ü Sitte 701-800
- Kütüb-ü Sitte 801-900
- Kütüb-ü Sitte 901-1000
- Kütüb-ü Sitte 1001-1100
- Kütüb-ü Sitte 1101-1200
- Kütüb-ü Sitte 1201-1300
- Kütüb-ü Sitte 1301-1400
- Kütüb-ü Sitte 1401-1500
- Kütüb-ü Sitte 1501-1600
- Kütüb-ü Sitte 1601-1700
- Kütüb-ü Sitte 1701-1800
- Kütüb-ü Sitte 1801-1900
- Kütüb-ü Sitte 1901-2000
- Kütüb-ü Sitte 2001-2100
- Kütüb-ü Sitte 2101-2200
- Kütüb-ü Sitte 2201-2300
- Kütüb-ü Sitte 2301-2400
- Kütüb-ü Sitte 2401-2500
- Kütüb-ü Sitte 2501-2600
- Kütüb-ü Sitte 2601-2700
- Kütüb-ü Sitte 2701-2800
- Kütüb-ü Sitte 2801-2900
- Kütüb-ü Sitte 2901-3000
- Kütüb-ü Sitte 3001-3100
- Kütüb-ü Sitte 3101-3200
- Kütüb-ü Sitte 3201-3300
- Kütüb-ü Sitte 3301-3400
- Kütüb-ü Sitte 3401-3500
- Kütüb-ü Sitte 3501-3600
- Kütüb-ü Sitte 3601-3700
- Kütüb-ü Sitte 3701-3800
- Kütüb-ü Sitte 3801-3900
- Kütüb-ü Sitte 3901-4000
- Kütüb-ü Sitte 4001-4100
- Kütüb-ü Sitte 4101-4200
- Kütüb-ü Sitte 4201-4300
- Kütüb-ü Sitte 4301-4400
- Kütüb-ü Sitte 4401-4500
- Kütüb-ü Sitte 4501-4600
- Kütüb-ü Sitte 4601-4700
- Kütüb-ü Sitte 4701-4800
- Kütüb-ü Sitte 4801-4900
- Kütüb-ü Sitte 4901-5000
- Kütüb-ü Sitte 5001-5100
- Kütüb-ü Sitte 5101-5200
- Kütüb-ü Sitte 5201-5300
- Kütüb-ü Sitte 5301-5400
- Kütüb-ü Sitte 5401-5500
- Kütüb-ü Sitte 5501-5600
- Kütüb-ü Sitte 5601-5700
- Kütüb-ü Sitte 5701-5800
- Kütüb-ü Sitte 5801-5900
- Kütüb-ü Sitte 5901-6000
- Kütüb-ü Sitte 6001-6100
- Kütüb-ü Sitte 6101-6200
- Kütüb-ü Sitte 6201-6300
- Kütüb-ü Sitte 6301-6400
- Kütüb-ü Sitte 6401-6500
- Kütüb-ü Sitte 6501-6600
- Kütüb-ü Sitte 6601-6700
- Kütüb-ü Sitte 6701-6800
- Kütüb-ü Sitte 6801-6900
- Kütüb-ü Sitte 6901-7000
- Kütüb-ü Sitte 7001-7100
- Kütüb-ü Sitte 7101-7200
- Kütüb-ü Sitte 7201-7300
Mümtehine Suresi - Elmalılı Hamdi Tefsiri
60-MÜMTEHİNE:
1. "Ey iman edenler! Benim de düşmanım
sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin." Bu âyetin iniş sebebi
Hatib b. Ebi Belte'a'nın bir mektubu olmuştur. Bu konuda tefsir ve hadis
kitablarında zikredilen rivayetlerin özeti şöyledir: Resulullah (s.a.v) Mekke
fethine hazırlık yaptığı sırada halk arasında bunun Hayber (yahut Huneyn) için
bir hazırlık olduğu haberi yayılmış, fakat Hz. Peygamber sahabilerden
bazılarına maksadının Mekke olduğunu gizlice söylemişti. Hatib b. Ebi Belte'a
da bunlardandı. Abdulmuttalib oğullarından birinin azadlısı olan Sare adındaki
bir kadın Mekke'den Medine'ye Hz. Peygamber'in yanına gelmişti. Resulullah ona,
"Müslüman olarak mı geldin?" dedi. Kadın, "Hayır." diye
cevap verdi. Sonra ona, "Muhacir olarak mı geldin?" dedi. Kadın buna
da "Hayır." diye mukabelede bulundu. Bunun üzerine Hz. Peygamber,
"O halde niçin geldin?" dedi. Kadın, "Sahib, efendi ve aşiret
sizsiniz. Benim efendilerim gittiler ben de şiddetli yoksulluğa düştüm."
dedi. Kadını dinledikten sonra Resulullah (s.a.v) ona yardımda bulunmak üzere
Abdulmuttalib oğullarını teşvik etti. Böylece onu giydirdiler, kuşattılar,
erzak tedarik ettiler ve yolcu etmek üzere hazırladılar. Hatib b. Ebi Belte'a
da kadının yanına varıp ona on dinar vermiş, bir aba giydirmiş ve Mekke halkına
hitaben yazmış olduğu gizli bir mektubu da onunla göndermişti. Kadın yola çıktıktan
sonra Cibril gelip durumu Peygamber'e haber verdi." Bunu Buhârî, Müslim
Tirmizî ve diğer kaynaklar çeşitli yollarla Hz. Ali (r.a.)'den şöyle rivayet
etmişlerdir: "Hz. Ali demiştir ki, "Resulullah (s.a.v) benimle Zübeyr
ve Mikdad'ı gönderdi bize "Hemen gidin, ta Ravza-i Hah'a kadar varın,
orada bir zaine (yani hevdec içinde yolcu bir kadın) vardır, onda bir mektub
bulunmaktadır. Çabuk o mektubu alıp bana getirin." dedi. Hemen çıktık,
atlarımızı koşturarak tam Ravza'ya vardık. Bir de baktık ki, zaine'nin
yanındayız. Ona, "Mektubu çıkar." dedik, "Bende mektub
yok." dedi. "Ya mektubu çıkarırsın, yahut elbiselerini
soyunursun." dedik. Bunun üzerine kadın ıkasından, yani saç bağından (İbnü
Cerir ve İbnü Asakir'deki rivayetlerin bazısında hüczesinden, yani uçkurluğundan
diğer bazısında da ön tarafından) çıkardı. Biz de mektubu alıp Hz. Peygamber
(s.a.v)'e getirdik. Bu mektubunda o, "Hatib b. Ebî Belte'a'dan Mekke
Müşrik halkına" diyor ve onlara Hz. Peygamber (s.a.v)'in bazı işlerini
haber veriyordu. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v), "Bu ne ey Hatib?"
dedi. O da, "Acele buyurma ey Allah'ın Resulü! ben Kureyş'e nisbet edilmiş
bir kişiyim, kendilerinden değilim. Beraberinizde olan Muhâcirler'in onlara
akrabalıkları vardır. Mekke'deki ailelerini ve mallarını o sebeple korurlar.
Benim ise içlerinden birine neseb cihetiyle münasebetim olmadığı için
yakınlarımı korumalarına bir vesile olmak üzere, onlara bir iyilik yapmak
istedim. Yoksa bunu ne bir küfür, ne dinimden irtidat, ne de müslüman olduktan
sonra küfre rıza maksadıyla yapmadım." dedi. Resulullah da, "O,
dosdoğru söyledi." buyurdu. Hz. Ömer (r.a) "Ya Resulullah! bana
müsaade buyur boynunu vurayım." dedi. Resulullah da buyurdu ki: "O,
Bedir'de bulundu, ne bilirsin; Allah Teâlâ'nın Bedir ehli hakkında bildiği var
ki, "Onlara dilediğinizi yapın, ben sizi mağfiret ettim." buyurdu.
Bunun üzerine âyeti nazil oldu." Buharî, bu rivayette tabirini
zikretmemiş, ancak bazı rivayetlerde tabirinin hadisten mi, yoksa ravilerden
Amr b. Dinar'ın sözü mü olduğunu "bilmiyorum" diyerek rivayet etmiş,
bu yüzden âyeti nazil oldu." sözünden bir veya bir kaç âyetin mi, yoksa
bütün sûrenin mi kasdedildiğini kestirememiştir. Aynı şekilde Müslim de bu
hadiste yok demiş, fakat bazı rivayetlerde bulunduğuna da işaret etmiştir. İbnü
Cerir, yukarıda anlatılan hadise üzerine sûrenin baş tarafındaki âyetlerin
nazil olduğunu ifade ederek bir kaç rivayeti nakletmiştir. Bu rivayetler
şunlardır:
1- Habib b. Sabit'ten ,
2- Muhammed b. Sa'd'den
3- Mücâhid'den
4- Süfyân'dan
5- Muhammed b. İshak'tan
6- Zühri'den
Daha önce de geçtiği üzere bu gibi yerlerde
tabiri, bir kıssaya kadar birkaç âyeti içini alabileceğinden, buradaki
rivayetlerin tamamı, tabirinin, sûrenin başındaki bir bölümü, bir kıssayı
teşkil eden âyetler mânâsına olduğunu ifade ettiği için Taberi, "Sûrenin
baş tarafındaki âyetler" demiştir. Mânâ itibariyle bu kıssa, veya veya
fâsılalarından herhangi biri olabilirse de, tamamının e kadar olması daha
uygundur. Böylece bundan sonraki âyetlerin inişine sebeb, başka bir hadisenin
olması gerekir. Nitekim o konudaki rivayetler de nakledilecektir. Fakat Tirmizî
mektub hakkındaki Hz. Ali hadisini rivayet ettikten sonra yerine "bu sûre
nazil oldu" diye açıkça ifade ederek, söz konusu hadiseyi, bütün sûrenin
nüzul sebebi olarak göstermiş ve bu hadis için "hasenun sahihun"
tabirini kullanmıştır. Ebu Hayyân da el-Bahru'l-Muhit'de, "Bu sûre
Medenî'dir ve Hatib b. Ebi Belte'a sebebiyle indirilmiştir." demekle bunu
tercih etmiştir. Müfessirlerin çoğu, mutlak mânâda söz etmişlerdir. Yani
"Söz konusu âyet, Hatib b. Ebi Belte'a hakkında nazil oldu." deyip
hadiseyi nakletmekle yetinmişlerdir ki, nakledilen bu rivayet, hem bu âyetin
hem sûrenin tamamının nüzul sebebi olabilir. Muhacirlerden ve Bedir ehlinden
olan Hâtib'in vâlidesi, oğulları ve kardeşleri Mekke'de kalmış, mektub
sebebiyle korumak istediği de onlar olmuştu. Mektubun muhtevasını, Alûsî bazı
rivayetlere göre şöyle nakletmiştir: "Yani haberiniz olsun Resulullah
(s.a.v) size doğru gece gibi bir ordu ile yöneldi ki sel gibi akıyor.
Allah'a yemin ederim ki, yalnız başına da
gelse Allah mutlaka onu size karşı galib kılacaktır. Çünkü ona olan sözünü
yerine getirecektir." Görülüyor ki bu mektubun içeriğinde esas itibariyle
yanlış ve imana ters düşen bir şey yoktur, bilakis kuvvetli ve dosdoğru bir
iman delili vardır. Ancak bunun en büyük sakıncası, gizli tutulması gereken bir
sırrı, bir harb hedefini düşman tarafına gizlice ulaştırmış olmasaydı. Mektubu
gizlice götüren kadın da, Peygamber'den gördüğü lütuf ve yardıma rağmen bir
casusluk yapıyordu. Ancak bu sebeple Resulullah (s.a.v)'ın açık bir mucizesi
göründü ve böylece yolda deve üzerinde hevdec denilen mahfel içinde giden o
kadının yakalanacağı, Ravzai Hah mevkii ile aynen haber verilerek sahabilerin
büyüklerinden koşturulan süvarilerle mektup çıkartılıp getirtildi ve okundu.
Sonra da mektubu yollayan Hatib b. Ebi Belte'a muhakeme edildi. Maksadını
dosdoğru söylediği ve mağfiretle müjdelenen Bedir ashabından olduğu için
affedildi. Ayrıca kendisine mektub verilen kadının getirilmesi konusunda da
ısrar edilmedi. Ancak Mekke'nin fethinde eman verilmeyip öldürülen üç erkek ile
iki kadından birisi, bazılarına göre bu kadındı.
İşte mümtehane budur. Bu hadise sebebiyle dir
ki, Mümtehane Sûresi nazil olmuş, bu gibi hallerde müminlerin vazifelerine dair
önemli nasihatlar ile dar-ı harbden hicret ederek gelen kadınlar hakkında bile
bir imtihan talimatı vermiştir.
Binaenaleyh, her zaman dikkatten uzak
tutulmaması gereken bir husus da şudur. Bu sûrenin, bilhassa kıyamet gününü
andıran ve büyük bir imtihan sayılan harblerde, daha ziyade itina gösterilerek
takip ve tatbik olunması, bütün müminlerin üzerine düşen bir vazifedir. Önce
buyurulmuştur ki: Ey iman edenler! Düşmanımı ve düşmanlarınızı dostlar yerine
koymayın. Dostun zıddı, düşmanlık edici, yani düşman demek olan "adüvv,"
esasen feûl vezninde mübalağa sigası olup çoğulu, "a'da" ve
"eadi" gelirse de mastar olarak tekil için de çoğul için de
kullanılabilir. Burada maksad, çoğul mânâsı olmakla beraber, çoğunluğun ferd
suretinde göründüğüne işaret için, kelime tekil olarak getirilmiş ve evliyanın
çoğuluyla da çoğul mânâya tenbih edilmiştir. Adüvv kelimesi esasen mefulüne
muzaf olmuştur. Binaenaleyh bana ve size adavet edici düşmanları dostlar yerine
koymayın demektir. Yoksa nehiy, bilineni bilme cihetinden olurdu. Allah
düşmanı, Allah'a düşmanlık eden, O'nun dinini, hukukunu tanımayan, Resulü ile
yarışa kalkışan ve Mücadele Sûresi'nde yer alan "Allah'a ve Resulüne
düşman olanlar..." (Mücâdele, 58/20) âyetinde ve benzerlerinde halleri
beyan edilen kâfirler, müşrikler ve zalimlerdir. Burada âyetin nüzul sebebi
hususi, yani Mekke müşrikleri olmakla beraber, mânâ umumidir. Mamafih, bu mânâ
ve bu sakındırma gerek söz konusu âyette, gerekse daha sonra gelen âyetleriyle
takyid suretiyle tefsir edilecektir. Müminlerin buğzu, kendi özel kin ve
hislerine göre değil, herşeyden önce Allah ve umumun menfaati için Allah'ın
düşmanlarına karşı olması, düşmanlığın ancak o ölçü ile ölçülüp, gerek nefret
ve gerek sevgi hareketlerinde hak noktasından ayrılmamak gereğine işaret için,
sakınılması lazım olan düşmanların başında Allah düşmanları, sonra da
müminlerin düşmanları zikredilerek buyuruluyor ki: "Benim düşmanımı da
sizin düşmanınızı da dostlar edinmeyin." "siz onlara sevgi
gösteriyorsunuz." Meveddet, muhabbet ve sevgi demek olduğu gibi bizim
muhabbetname ve meveddetname diye de ifade ettiğimiz mektuba da denilir ki bu
da, meveddetin gereğidir. Âyete bu anlam da verilmiştir. Meveddetin başındaki
da sıla veya sebebiyye olabilir . Bu cümlenin nun fâilinden hal yahut nehyedici
olan ittihaz'ın tefsiri, veya evliya mevsufunun açıklayıcı sıfatı olma ihtimali
varsa da, başlangıç, ya da itiraziyye cümlesi de olabilir ki, nüzul sebebine bu
daha uygun düşmektedir. Önceki vecihlere göre âyetin mânâsı şöyle olur: Onlara
sevgi bağlayarak, yahut mektubla haber ulaştırarak, yahut sevgi bağlamanız,
veya sevgi sebebiyle haber ulaştırmanız suretiyle, yahut kendilerine sevgi
bağlayacağınız veya sevgi sebebiyle haber ulaştıracağınız dostlar edinmeyin,
kısacası, sevgiyle durumunuzdan haber kaçırmayın, demektir. Başlangıç veya
itiraz cümlesi olduğu takdirde ise, siz onlara sevgi ulaştırırsınız, yahut
içlerinde sizinle ilgili olanlara sevginiz dolayısıyla o düşman topluluğuna
mektup göndererek haber veriyorsunuz ki bu, onların hepsini dost yerine
koymaktır. "Onlar, Hak'tan size geleni inkâr ettiler." vav,
haliyyedir. Cümle, zamirinden haldir. Yani durum bu ise onlar, o sizin sevgiyle
haber ulaştırdığınız düşman topluluğu o halde derler ki, size gelen hakka, Hak
Teâlâ'dan risalet ve kitab ile gelen ve imanı gerektiren hak dininize ve
hukukunuza küfrettiler ve etmektedirler. Onlar küfürleriyle ne Allah'ın ne de
kulların haklarını tanımıyor, Allah'a ve müminlere düşmanlık ediyorlar.
Peygamber'i ve sizleri, Rabbiniz Allah'a iman ediyorsunuz diye çıkarıyorlar.
Hicret etmenize sebeb oluyorlar. Bu cümle, küfür ve düşmanlıklarının derecesini
beyan için başlangıç cümlesidir. nun failinden hal olmasını da mümkün
görmüşlerdir. Eğer siz benim yolumda cihad etmek ve rızamı aramak için bütün
gücünüzle çalışıp uğraşacak mücahidler olarak çıktınızsa. Bu şart cümlesi
önceki cümlenin işaretiyle cezası hazfedilmiş olmakla, manen yukarıya bağlıdır.
Tehir edilmesinin nüktesi ise, bu şart altında o mânâyı, yani nehyi tekrar ile
kuvvetlendirmek ve şart cümlesinin mânâsı gereğince, imanda samimiyete ve cihadda
dayanıklılığa teşvik etmektir. Bu suretle ve onunla ilgili cümleler mesabesinde
olan bu şart, bilhassa çıkarmaya sebeb kılınan "Rabbiniz Allah'a iman
ediyorsunuz." ifadesine bitişmekle Allah'a imanda şüpheyi ortadan
kaldırmak ve ihlası tesbit etmek, ayrıca çıkmanın çıkarmaya simetrik olduğunu
göstermek için buraya tehir edilmiş ve sonrası ile öncesi arasında bir mutarıza
cümlesi konumuna sokulmuştur. Yani siz müminlerin vatanlarından çıkışı, Allah
yolunda cihad etmek, Allah'ın rızasına kavuşma yollarını aramak ve Allah'ın
düşmanlarına karşı Allah dostu mücahidler olmak ise, O Allah'ın ve sizin
düşmanlarınızı dostlar yerine koymayın, özellikle cihad esnasında onlara sevgi
yollu haber kaçırmayın da, samimi bir iman ile sizi Allah'ın rızasına
ulaştıracak bir cihad yapın. Bu âyetin kısmında, muhatabları gaiplere üstün
kılma ve üçüncü çoğul şahıstan ikinci çoğul şahısa geçiş vardır. Mânâsına,
çıkarmanın sebebini belirtmektir. Mefûl-i leh veya mücahidler mânâsına haldir.
Bu talimattan sonra nüzul sebebi olan hadiseyi
haber vermekle kınama makamında başlangıç cümlesi veya den bedel yoluyla
buyuruluyor ki: Meveddetle onlara sır veriyorsunuz, o düşmanlara iyilik yaparak
gizlice mektub gönderiyor, haber kaçırıyorsunuz. Halbuki ben Allah sizin
gizlediğiniz şeyi de, açıkladığınız şeyi de ben bilirim. Hepsini de pek iyi
bilirim. Buradaki ism-i tafdil de, fiil-i müzari nefsi-i mütekellim de olabilir
ism-i tafdil olmasına daha uygundur. Sonra ye nazaran demek daha münasib
görünürken şeklinde buyurulması da dikkat çekicidir. Çünkü "ihfâ",
"isrâr"dan daha gizlidir. Nitekim "O, gizliyi de, ondan daha
gizlisini de bilir." (Tâhâ, 19/7) buyurulmuştur. "İsrâr",
başkasına sır vermek, gizli konuşmaktır. Bunda ise, bir çeşit duyurma vardır.
Halbuki "ihfâ", gönülde gizleneni de içine almaktadır. olan Allah,
gizliyi de, açığı da, kısacası hepsini bilir. Binaenaleyh O, bildiğini
Resulü'ne de bildirir. O halde açıklamaktan çekindiğiniz bir günahı gizlice
niçin yaparsınız? Gizlemekle onun zararından, cezasından kurtulacağınızı mı zannediyorsunuz?
İçinizden her kim onu yaparsa, yasaklanan o fiili, özellikle cihad halinde iken
mektub göndermek suretiyle sırverme ve hatta gönülde gizleme işini siz müminler
içinden her kim yaparsa artık düz yolun ortasında sapıtmış, şaşkınlıkla
kendisini kaybetmiş olur, yani iman ile Allah yolunda giderken şeytan yoluna
sapmış, düşmanın casusu durumuna düşmüş, böylece cezayı hak etmiş ve kendisini
felakete sürüklemiş olur.
2. Çünkü onlar size galib gelirse, o dost
yerine koyduğunuz, sevgiyle sır verdiğiniz düşmanlar sizi mağlub edip ellerine
geçirir ve hakimiyetleri altına alırlarsa, sizin onlara yaptığınız gibi dostluk
etmezler, bilakis sizlere hep düşman kesilirler ve sizlere kötülükle ellerini
ve dillerini uzatırlar, elleriyle öldürme, esir alma ve işkence yapma gibi
kötülükler yaparlar, dilleriyle de sövme ve hakaret gibi fena sözler söylerler.
Kur'ân'ın bu kısa ihtarı, ne kadar veciz, ne kadar kapsamlı, ne kadar korku
verici ve ne kadar nezihtir. Tarih gözden geçirilir ve kâfirlerin ve zalimlerin
ellerine düşürdükleri istiklâllerini kaybetmiş müslümanlara karşı hatta hüküm
ve andlaşmadan sonra elleriyle ve dilleriyle yaptıkları kötülükleri, işkence,
hakaret, zulüm, alçaklık, iftira, yalan dolan, taarruz ve imhaları öyle feci,
öyle çirkindir ki, okuyanların bile nasıl tüylerini ürpertip, nasıl vicdanları
sızlattığı kolayca görülür. İnsan olan bunları tasavvur etmekten bile tiksinir.
Ve arzu etmektedirler ki hep kâfir olsanız!... Yani yeryüzünde hiç mümin
kalmasa! Onların bu arzuları, öncelik arzettiği için mazi sigasıyla
zikredilmiştir.
Mamafih fiilen zorlamaya kudret gerektirecek
şekilde gerçekleşmesi farzedilen zaferleriyle şartlı olduğu için, manen
gelecektedir. Fenalığın ve belanın en büyüğü de budur. Çünkü dünya ve hayat her
ne olsa geçer. Fakat küfrün cezası olan azab ebedi olarak tükenmez. Ebedi
hayatın anahtarı olan iman nimetini kaybetmek kadar büyük musibet tasavvur
edilemez. Kâfirlere mahkum olanların ise, eninde sonunda o musibete düşme
tehlikesi her zaman vardır.
3. Hâtib'in dediği gibi içlerinde bulunan bazı
akraba ve çocukları dolayısıyla o düşmanlara sevgi ve sır verenlere gelince bu
husus, şöyle ifade ediliyor: Size ne hısımlarınızın ne de evlatlarınızın asla
faydası olmaz, onlar sizi yaptığınız günahın cezasından kurtaramaz. Kıyamet
günü Allah aranızı ayırır, zira (Abese, 80/34-36) âyeti gereğince "o gün
kişi kardeşinden, anasından, babasından, kocasından ve evladlarından
kaçar." Burada harbin mağlubiyet ve felaket günlerinin de kıyamet gününü
andırdığına bir işaret vardır. Ve Allah hep amellerinize bakar. Ona göre
mükafat veya ceza verir, yoksa çocuklarınız ve akrabalarınıza göre değil. O
halde Allah düşmanlarına dost olanlar, Allah dostları olamazlar. Onun için
müminler çoluk çocuklarının hatırı için Allah düşmanlarını dost yerine koymamalı,
özellikle harb zamanında onlara sevgiyle sır kaçırmaktan çok uzak
durmalıdırlar.
4. Hâtib'in dediği gibi içlerinde bulunan bazı
akraba ve çocukları dolayısıyla o düşmanlara sevgi ve sır verenlere gelince bu
husus, şöyle ifade ediliyor: Size ne hısımlarınızın ne de evlatlarınızın asla
faydası olmaz, onlar sizi yaptığınız günahın cezasından kurtaramaz. Kıyamet
günü Allah aranızı ayırır, zira (Abese, 80/34-36) âyeti gereğince "o gün
kişi kardeşinden, anasından, babasından, kocasından ve evladlarından kaçar."
Burada harbin mağlubiyet ve felaket günlerinin de kıyamet gününü andırdığına
bir işaret vardır. Ve Allah hep amellerinize bakar. Ona göre mükafat veya ceza
verir, yoksa çocuklarınız ve akrabalarınıza göre değil. O halde Allah
düşmanlarına dost olanlar, Allah dostları olamazlar. Onun için müminler çoluk
çocuklarının hatırı için Allah düşmanlarını dost yerine koymamalı, özellikle
harb zamanında onlara sevgiyle sır kaçırmaktan çok uzak durmalıdırlar.
5. Ey Rabbimiz, bizi o küfredenler için bir
fitne kılma yani onlara mağlub etme, ellerine düşürüp sıkıntı ve azaba sokma,
ve el dil uzatmalarına meydan verme ki bizim meşakkatimiz yüzünden onlar imanı
hakir görerek küfre bağlılıklarını artırmasın. Zira müminlerin eziyet ve
sıkıntı içinde gösterecekleri temizlik ve yükseklikten de imanın yüceliği
anlaşılabilirse de, bu pek zor ve tehlikeli olduğu gibi kâfirlerin, "İman
iyi olsaydı bunlar mağlub edilmez esir olmazlardı." deyip dünya hayatına
aldanmak suretiyle küfre tutkunluklarına sebeb de olabilir.
6. "Andolsun ki onlarda sizin için güzel
bir örnek vardır." Yemin ile te'kiddir. "Allah'ı ve ahiret gününü
uman kimse için..." ifadesinden bedel-i kül veya bedel-i ba'z olup, iman
ve cihadda Allah'a ve ahirete ümid bağlamanın önemli bir esas olduğuna işarettir.
Çünük ümidsizlik küfürdür. "Her kim yüz çevirirse Allah ganidir, övülmeye
lâyıktır." Bu da, Allah düşmanlarına karşı açıklanan vazifelerin hâşâ
Allah'ın eksikliğinden olmayıp, sırf insanların hamde nail olmaları için kendi
menfaatları icabı, önemli bir talimat ve irşad tesellisi olduğunu
hatırlatmaktadır.
7-8. Bu vazifeler yapıldığı ve düşmanlardan
tamamen uzak durularak cihad edildiği takdirde umulur ki, Allah sizinle o
kâfirlerden düşmanlık ettiğiniz kimseler arasında bir dostluk meydana getirir.
Çünkü İslâm'ın galip gelmesiyle hayra engel olanlar aradan çıkartılıp, hak ve
adaletle İslâm'ın güzel ahlâkı tatbik edilmeye başlayınca, o düşmanlıklar da
dostluğa dönüşmeye başlar. Nitekim Mekke'nin fethi üzerine Hz. Peygamber'in o
yüce ahlâkı fiilen uygulanmaya başlayınca, yirmi senedir düşmanlığın her
türlüsünü yapmaya çalışanlar bile hayretler içinde İslâm'a girmek için yarış
etmişler ve çok geçmeksizin bütün Arabistan İslâm'a girerek o hak nuru, âlemin
ufkunu aydınlatmaya başlamıştı. Bu âyet de gösteriyor ki, cihadın asıl maksadı,
düşmanlık değil, dostluğu umumileştirmektir. Allah düşmanlarından uzaklaşmakla
onlara buğzetmek de, dostluğu gereği gibi O'nun rızası için samimiyeti
genelleştirme vesilesidir. Allah kadîrdir, kudreti çoktur, düşmanlıkları
dostluğa çevirmeye kadirdir. Ve Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir. Rızası uğrunda
çekilen zahmetleri boşa çıkarmaz.
Allah'a ve müminlere düşmanlıktan tevbe edip
dost olanların günahlarını bağışlar.
9-13. Allah sizi ancak dinde sizinle savaşan
ve sizi yurdunuzdan çıkaran ve çıkarılmanıza yardım edenlerden bu üç sınıfın
hepsiyle yahut herhangi biriyle vasıflananlardan onlara dostluk etmenizden
nehyeder. İşte "Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimselerki
dostlar edinmeyin." buyurulmasının mânâsı, bu suretle düşmanlıkları
tahakkuk edenlerden ilgiyi kesip onlara sevgi ve dostluk göstermemektir. Her
kim de onlara dostluk eder ve sevgi gösterirse işte onlar hep zalimlerdir.
Düşmanlık yerine dostluğu koyarak adaletin hakkına tecavüz eden ve neticede
kendilerine zulmetmiş olan haksızlardır. Böylece bu iki âyet, İslâm'ın
milletler arası hukuk ve münasebetlerinin esasını tayin eden iki önemli kural
olması itibariyle ayrıca bir ehemmiyet taşır. "Çıkarılmanıza yardım
edenler." kaydının burada ifade edilip de bir önceki âyette açıkça
belirtilmeden mânânın delaletine bırakılmasında bir nükte aramak gerekir. Allah
bilir ya bu nükte, düşmanlara yardımda bulunan kimselerle münasebeti kesmede
acele etmeyip, önce yardımdan vazgeçirmek için mümkün olabilen siyasi
teşebbüslere imkan tanımaktır.
Buraya kadar devam eden âyetler, müminlere
dost ve düşmanları tanımak üzere düşmanlardan uzak durmak ve dostluk kurmamak
açısından bir imtihan mânâsını ifade ettikten sonra başka bir sebeple bir
imtihan vazifesi daha göstermek üzere ikinci bir hitabe ile buyuruluyor ki:
Meâl-i Şerifi
10. Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret
ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha
iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduğunu öğrenirseniz onları
kâfirlere geri döndürmeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da bunlara
helal olmazlar. Onların (kocalarının) sarfettiklerini (mehirleri) geri verin.
Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah
yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarfettiğinizi isteyin. Onlar da
sarfettiklerini istesinler. Allah'ın hükmü budur. Aranızda O, hükmeder, Allah
bilendir, hikmet sahibidir.
11. Eğer eşlerinizden biri, sizden kâfirlere
kaçar da siz de savaşta galip durumda olursanız, eşleri gitmiş olanlara
ganimetten, harcadıkları kadar verin. İnandığınız Allah'a karşı gelmekten
sakının.
12. Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana gelip
Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri,
çocuklarını öldürmemeleri, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup
getirmemeleri, iyi bir işte sana karşı gelmemeleri hususunda sana bey'at
ederlerse onların bey'atlarını al ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz
Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.
13. Ey inananlar, Allah'ın gazab ettiği
kimselerle dostluk etmeyin. Kâfirler, mezarlık halkından nasıl ümidi kesmişse,
onlar da ahiretten öyle ümidi kesmişlerdir.
----
Kategoriler
Hatim - Mukabele | Kuran Suresi | Kuran Meali | Kuran Öğreniyorum |
Mümtehine Suresi - Elmalılı Hamdi Tefsiri - Kuran Hatim sayfasını izlemektesiniz.
Kur’an’ı Kerim
Allah tarafından gönderilen ilahi kitapların sonuncusu olan Kur’an’ı Kerim, son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v.) indirilmiştir. Sözlükte toplamak, okumak, bir araya getirmek anlamına gelen Kur’an, terim olarak şöyle tarif edilir:
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi Kitapların Özelliği
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
KUR’AN’IN NÜZÛLÜ (İNDİRİLMESİ)
Kur’an-ı Kerim, Yüce Allah’tan Hz.Peygamber’e Cebrail aracılığıyla, vahiy yoluyla indirilmiştir. Kolayca ezberlenmesi, kısa zamanda insanlara ulaşması, manasının kolaylıkla anlaşılması, inançların ve hükümlerin müminlerin kalbinde yavaş yavaş kuvvetlenip kökleşmesi için Kur’an bir defada toptan indirilmemiş, yaklaşık yirmi üç senede, peyderpey indirilmiştir.
KURAN-I KERİM NASIL OKUNMALI? KURAN-I KERİM EN GÜZEL NASIL OKUNUR?
Kuran okurken dikkat edilmesi gerekenler
Kuran-ı Kerim'i doğru bir şekilde okumak için harflerin üzerilerindeki uzatmalarına ve mahreç yerlerine dikkat etmek oldukça önemlidir. Harflerin okunuşunu değiştiren medler yani uzatmalar kişinin Kuran-ı Kerim'i nağmeli okumasını sağlamaz. Nağmeli bir şekilde okumak demek, kişinin Kuran-ı Kerim'i okurken oluşturduğu güzel sesiyle dinleyicilerin gönlüne hitap etmesidir.
Nağmeli okunan bir ayet ise insanlara karşı Kuran-ı Kerimin daha fazla okunup, daha fazla dinlenmesini teşvik eder.