Elmalılı Hamdi Tefsiri - Kuranı Kerim
| |||
- Mukabele - Cüz
- Kuran Süreleri
- Kuran Meali
- Kuran Dersleri
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- Ders 01 - Diyanet
- Ders 02 - Diyanet
- Ders 03 - Diyanet
- Ders 04 - Diyanet
- Ders 05 - Diyanet
- Ders 06 - Diyanet
- Ders 07 - Diyanet
- Ders 08 - Diyanet
- Ders 09 - Diyanet
- Ders 10 - Diyanet
- Ders 11 - Diyanet
- Ders 12 - Diyanet
- Ders 13 - Diyanet
- Ders 14 - Diyanet
- Ders 15 - Diyanet
- Ders 16 - Diyanet
- Ders 17 - Diyanet
- Ders 18 - Diyanet
- Ders 19 - Diyanet
- Ders 20 - Diyanet
- Ders 21 - Diyanet
- Ders 22 - Diyanet
- Ders 23 - Diyanet
- Ders 24 - Diyanet
- Ders 25 - Diyanet
- Ders 26 - Diyanet
- Ders 27 - Diyanet
- Ders 28 - Diyanet
- Ders 29 - Diyanet
- Ders 30 - Diyanet
- Tecvidli Kuran Dersleri
- 00 - Giriş
- 01 - Harfler
- 02 - Harflerin Çıkış Yerleri
- 03 - Harekeler
- 04 - Harflerin Yazılışları
- 05 - Bitişmeyen Harfler
- 06 - Kalın ve İnce Harfler
- 07 - Peltek Harfler
- 08 - Cezm
- 09 - Şedde
- 10 - Tenvin
- 10.1 - Tevcid Kuralları
- 11 - Med Harfleri
- 12 - Elifin Yerini Tutan Vav ve Ya
- 13 - Çeker
- 14 - Meddi Tabii ve Meddi Feri
- 15 - Meddi Muttasıl
- 16 - Meddi Munfasıl
- 17 - Meddi Lazım
- 18 - Meddi Arız
- 19 - Meddi Lin
- 19.1 - Tekvin ve Nunu Sakin
- 20 - İhfa
- 21 - İzhar
- 22 - İklab
- 23 - İdğamı Mael Gunne
- 24 - İdğamı Bila Gunne
- 25 - İdğamı Misleyn
- 26 - Cezimli Mimin Okunuşu
- 27 - İğdamı Mütecaniseyn
- 28 - İğdamı Mütekaribeyn
- 29 - İğdamı Şemsiyye
- 30 - İzharı Kamerriye
- 31 - Kalkale
- 32 - Lafzatullahın Okunuşu
- 33 - Zamirin Okunuşu
- 34 - Ra Harfinin Okunuşu
- 35 - Sekte
- 36 - Hurufu Mukattaa
- 37 - Vakıf ve Durma işaretleri
- 38 - Küçük Nun ile Okuma
- Elmalılı Hamdi Tefsiri
- Submenu 4.4
- Submenu 4.5
- Submenu 4.6
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- İlmihal
- Submenu 5.1
- Submenu 5.2
- Hadis-i Şerif
- Kütüb-ü Sitte 1-100
- Kütüb-ü Sitte 101-200
- Kütüb-ü Sitte 201-300
- Kütüb-ü Sitte 301-400
- Kütüb-ü Sitte 401-500
- Kütüb-ü Sitte 501-600
- Kütüb-ü Sitte 601-700
- Kütüb-ü Sitte 701-800
- Kütüb-ü Sitte 801-900
- Kütüb-ü Sitte 901-1000
- Kütüb-ü Sitte 1001-1100
- Kütüb-ü Sitte 1101-1200
- Kütüb-ü Sitte 1201-1300
- Kütüb-ü Sitte 1301-1400
- Kütüb-ü Sitte 1401-1500
- Kütüb-ü Sitte 1501-1600
- Kütüb-ü Sitte 1601-1700
- Kütüb-ü Sitte 1701-1800
- Kütüb-ü Sitte 1801-1900
- Kütüb-ü Sitte 1901-2000
- Kütüb-ü Sitte 2001-2100
- Kütüb-ü Sitte 2101-2200
- Kütüb-ü Sitte 2201-2300
- Kütüb-ü Sitte 2301-2400
- Kütüb-ü Sitte 2401-2500
- Kütüb-ü Sitte 2501-2600
- Kütüb-ü Sitte 2601-2700
- Kütüb-ü Sitte 2701-2800
- Kütüb-ü Sitte 2801-2900
- Kütüb-ü Sitte 2901-3000
- Kütüb-ü Sitte 3001-3100
- Kütüb-ü Sitte 3101-3200
- Kütüb-ü Sitte 3201-3300
- Kütüb-ü Sitte 3301-3400
- Kütüb-ü Sitte 3401-3500
- Kütüb-ü Sitte 3501-3600
- Kütüb-ü Sitte 3601-3700
- Kütüb-ü Sitte 3701-3800
- Kütüb-ü Sitte 3801-3900
- Kütüb-ü Sitte 3901-4000
- Kütüb-ü Sitte 4001-4100
- Kütüb-ü Sitte 4101-4200
- Kütüb-ü Sitte 4201-4300
- Kütüb-ü Sitte 4301-4400
- Kütüb-ü Sitte 4401-4500
- Kütüb-ü Sitte 4501-4600
- Kütüb-ü Sitte 4601-4700
- Kütüb-ü Sitte 4701-4800
- Kütüb-ü Sitte 4801-4900
- Kütüb-ü Sitte 4901-5000
- Kütüb-ü Sitte 5001-5100
- Kütüb-ü Sitte 5101-5200
- Kütüb-ü Sitte 5201-5300
- Kütüb-ü Sitte 5301-5400
- Kütüb-ü Sitte 5401-5500
- Kütüb-ü Sitte 5501-5600
- Kütüb-ü Sitte 5601-5700
- Kütüb-ü Sitte 5701-5800
- Kütüb-ü Sitte 5801-5900
- Kütüb-ü Sitte 5901-6000
- Kütüb-ü Sitte 6001-6100
- Kütüb-ü Sitte 6101-6200
- Kütüb-ü Sitte 6201-6300
- Kütüb-ü Sitte 6301-6400
- Kütüb-ü Sitte 6401-6500
- Kütüb-ü Sitte 6501-6600
- Kütüb-ü Sitte 6601-6700
- Kütüb-ü Sitte 6701-6800
- Kütüb-ü Sitte 6801-6900
- Kütüb-ü Sitte 6901-7000
- Kütüb-ü Sitte 7001-7100
- Kütüb-ü Sitte 7101-7200
- Kütüb-ü Sitte 7201-7300
Duhan Suresi - Elmalılı Hamdi Tefsiri
44-DUHAN:
1-3- "Hâ-mîm", Rahmân'ın Muhammed'in
ruhunda tecelli eden ledünnî, ilâhî rahmetinin icmalî bir remzidir. Hem de o
apaçık kitaba and olsun.
MÜBİN beyanı güzel, ifadesi parlak, apaçık
kitap bir bakıma levh-i mahfuz olabilirse de Kur'ân olması zamir itibarıyla
daha açık, daha uygundr. Ki biz onu mübarek bir gecede indirdik. Çoğu tefsir
bilginlerinin görüşüne göre, bu mübarek gece, "Kadir" gecesidir.
İkrime ve daha bazıları ise Şaban'ın yarısı gecesi demişlerdir. Keşşaf
tefsirinde der ki, âyette geçen "Mübarek gece" kadir gecesidir. Bir
de denildi ki, Şaban'ın yarısı gecesidir ki bunun dört adı vardır.
"Mübarek gece", "Berae gecesi" "Sakk gecesi",
"Rahmet gecesi". Ve denildi ki bununla kadir gecesi arasında kırk gün
vardır. Berae ve Sakk gecesi denilmesi hakkında da denilmiştir ki, haraç
tamamen alındığı zaman beraetlerini (temize çıkmalarını) dile getiren bir sakk
(bir sened) yazıldığı gibi, Allah Teâlâ da bu gece mümin kullarına beraet
yazar. Ve denilmiştir ki bu gecede beş özellik vardır:
1- Tefrik-i külli emrin hakim (her hikmetli
işin ayrılması)
2- Bu gecedeki ibadetin fazileti: Resulullah
(s.a.v.) buyurmuştur ki, "Her kim bu gece yüz rekat namaz kılarsa yüce
Allah ona yüz melek gönderir. Otuzu ona cenneti müjdeler, otuzu ona cehennem azabından
teminat verir. Otuzu da ondan dünya afetlerini savarlar, O'nu da ondan şeytanın
tuzaklarını hilelerini savarlar."
3- Rahmet iner, Resulullah (s.a.v.)
buyurmuştur ki: "Yüce Allah bu gece ümmetine öyle rahmet eder ki Kelb
kabilesinin koyunlarının kılları sayısınca."
4- Mağfiret meydana gelir. Yine Resulullah
(s.a.v.) buyurmuştur ki "Yüce Allah bu gece bütün müslümanlara mağfiret
buyurur ancak kâhin, sihirbaz, yahut müşahin (çok kin güden) veya içkiye düşkün
olan, yahut ana-babasını inciten, veya zinaya ısrarla devam eden
müstesna."
5- Bu gecede Resulullah (s.a.v.)a şefaatın
tamamı verilmiştir. Çünkü Resulullah Şaban'ın on üçüncü gecesi ümmeti hakkında
şefaat niyaz etti üçte biri verildi. On dördüncü gecesi niyaz etti üçte ikisi
verildi. On beşinci gecesi niyaz etti, hepsi verildi. Ancak Allah'tan devenin
kaçması gibi kaçanlar başka. Bir de bu gece zemzem suyunun açık bir biçimde
artması ilâhî âdetlerdendir. Bununla birlikte çoğunluğun görüşü bu mübarek
geceden maksadın kadir gecesi olmasıdır. Çünkü, "Gerçekten biz onu kadir
gecesinde indirdik." (Kadr, 97/1) buyurulmuştur. Bir de, "Her
hikmetli iş nezdimizden bir emr ile o zaman ayrılır. (Duhan, 44/4) ifadesi,
"Ondan melekler ve ruh Rablerinin izniyle herbir iş için iner de iner. (Kadr,
97/4) ifadesine uygundur. Bir de, "Ramazan ayıdır ki Kur'ân onda
indirilmiştir." (Bakara 2/185) buyurulmuştur. Ve çoğunluğun görüşüne göre
Kadir gecesi Ramazan'dadır. Eğer dersen: Kur'ânın bu gecede indirilmesinin
mânâsı nedir? Derim ki; Şöyle dediler: Yedinci semadan dünya semasına bir cümle
olarak (toptan) Levh'te dünya semasına indirildi, ve Cebrail (a.s.) sefereye
(yazıcı meleklere) imlâ etti, sonra da Peygamber'e yirmiüç senede kısım kısım
indiriyordu.
Keşşaf'ın Kur'ân'ın inişi hakkındaki bu son
beyanı, bu gecenin Berat gecesi olduğunu söyleyenlerin görüşüne uygun düşmüş
oluyor. Çünkü Kadir gecesinde ilk kez Peygamber'e indirilmeye başlanmıştır.
Onun için Kâdî ve Ebu's-Suud şöyle demişlerdir: "İlk defa o gece
indirilmeye başlandı. Veya o gece cümleten (toptan) Levh'ten dünya semasına
indirildi ve Cebrail (a.s.) sefereye (yazıcı meleklere) imlâ etti, sonra da
Peygamber'e yirmi üç senede kısım kısım indiriyordu."
Fahruddin Razî de şöyle kaydetmiştir: Rivayet
olunur ki: Atıyye-i Harûrî, İbnü Abbas hazretlerinden "Gerçekten biz onu
kadir gecesinde indirdik." (Kadr, 97/1) ifadesi ile "Gerçekten biz
onu mübarek bir gecede indirdik." (Duhan, 44/3) ifadesini şöyle sordu:
Yüce Allah Kur'ân'ı ayların hepsinde indirmiş iken bu nasıl sahih olur? İbnü
Abbas (r.a.) hazretleri de dedi ki: Ey İbnü Esved! Ben helak olsam da bu
nefsinde kalsa cevabını da bulamazsan helak olacaktın. Kur'ân cümleten (toptan)
Levh-i mahfuzdan Beyti Ma'mura indi ki o dünya semasıdır. Sonra onun arkasından
olayların çeşitlerine göre, durumdan duruma nazil oldu.
Demek ki, Kur'ân'ın bir toptan inişi, bir de
kısım kısım inişi vardır. Toptan inmesi bir defada olmuştur. Buna daha çok
"İnzal" deyimi uygundur. Kısım kısım inmesi de Peygamber'e azar azar
yirmi üç senede omuştur. Buna da "Tenzil" deyimi uygundur. Bunların
aynı mânâda kullanıldıkları yadırganmadığı gibi, "tenzil"in her necmi
(kısım kısım inmesi) ayrıca düşünüldüğü zaman yine "inzal" denilmek
uygun olacağından birinin bir gecede birinin de diğer gecede olması iki
rivayetin uzlaştırılmasına daha uygun gelecektir. Şu halde "mübarek
gece"nin "berat gecesi" olması, "Gerçekten biz onu kadir
gecesi indirdik." (Kadr 97/1) buyurulmasına aykırı olmayacaktır.
MÜBAREKE, hayrı çok demektir. Çünkü Yüce Allah
bu gecede kullarının menfaatlerine ait işler hazırlar ki yalnız Kur'ân'ın
inzali olsa yine yeterdi. Amma niçin gece indirildi. Çünkü biz münzir idik,
yani inzar yapıyorduk, inzar edecek uyarıcı bir peygamber gönderiyorduk. Demek
ki Peygamber'in inzarı sıdk ile yapılması için ilk önce onu kendi nefsinde
duyması hikmetin gereği idi.
4-5-6-Buna da en yaraşan gece olması idi,
gecenin mübarekliğine gelince her hikmetli iş o gecede ayırt edilir. Her
hikmetli, önemli iş veya her muhkem, sağlam olması gereken işler onda yani o
gecede ayrılıp tedbir ve dağıtımı yapılır. İcra edilmek üzere özel olarak
ayrılır, yazılır. Bu cümle isti'nafiye (yeni bağımsız cümle) veya gece
kelimesinin sıfatıdır. Önceki ihtimale göre "mutlak olarak gecede",
ikinciye göre de, O gecede" demek olur. Ebu's-Suud der ki: Bu vasıf onun
kadir gecesi olduğuna delalet eder. nun mânâsı da şu demek olur: Gelecek seneye
kadar kulların rızıkları, ecelleri ve diğer durumları yazılır, ayrıntılı bir
şekilde belirlenir. Bir de denilmiştir ki: Bunun Levh'ten yazılmasına Beraat
gecesi başlanır Kadir gecesi bitirilir. Rızıklar nüshası Mikail'e, savaşlar,
zelzeleler yer çökmeleri, yıldırımlar nüshası Cebrail'e, ameller nüshası dünya
semasının sahibi İsmail'e ki büyük bir Melektir, musibetler nüshası da ölüm
meleğine verilir.
Tarafımızdan bir emir olarak yani "Hakim emir"den
maksat doğrudan doğruya Allah'tan olan şeylerdir. Yahut tarafımızdan emir ile
ayırt edilir. Veya fiilindeki zamirden haldir, yani o Kur'ân'ı tarafımızdan bir
emir, bir ferman olarak indirdik. Çünkü biz peygamberlik veriyorduk. Ki
Resulün, elçinin elinde alamet olmak üzere bir emirname, bir ferman bulunması
lazım gelir. O Peygamberlik ne için? Rabbından bir rahmet olmak üzere ki Hz.
Muhammed'in peygamberliği alemlere rahmettir. İnzar da onun içindir. Gerçekte O
öyle işitici, öyle bilicidir. Mazlumların, muhtaçların feryatlarını iştir,
ihtiyaçlarını bilir.
7- Rabbin "Göklerin, yerin ve ikisi
arasındakilerin Rabbidir." Eğer siz kesin bilgi sahipleri iseniz,
ilimlerde kesinlik elde etmiş iseniz, veya kesinlik arıyorsanız bu böyledir.
8- "O'ndan başka ilah yoktur." Hem
hayat verir hem öldürür. Bunu görüp duruyorsunuz hem sizin Rabbınız hem de
önceki atalarınız Rabbidir, eski babalarınızı öldürmüş, şimdi size hayat vermiş
bundan dolayı körü körüne eski ataları taklid edeceğiz diye uğraşmamalı O'nun
emrine uymalıdır.
9-(*} Fakat onlar bir şüphe içinde oynuyorlar.
Kesin bilgi sahibi değiller, Allah deseler de ciddiyetle ve boyun eğerek değil,
şu bildirilen İlâhi işlere, Allah'ın kitap indirdiğine, Peygamber gönderdiğine
kesin olarak inanmıyor, eğleniyorlar;
10-11- O halde bekle gözle. İşte buradan inzar
(uyarı) başlıyor, artık gözet. o günki Sema apaçık bir duman ile gelecek
insanları saracaktır.
DUHAN-I MÜBİN, aşikara, apaçık bir duman
demektir. Bu duman hakkında iki tefsir rivayet olunmaktadır. Birisi İbnü Mes'ud
Hazretleri'nden rivayet olunduğuna göre şiddetli açlık ve kıtlık seneleridir,
çünkü çok aç olan kimseye gerek gözlerinin zayıflığından ve gerek çok kuraklık
ve kıtlık senelerinde havanın fenalığından Sema (gökyüzü) dumanlı görünür. Bir
de Araplar gelmesi çok kuvvetle muhtemel olan şerre "Duhan" derler.
Nitekim "dumanlı hava" deyimini biz de kullanırız. Olay şudur: Kureyş
Resulullah (s.a.v.)a isyanda ileri gitmek isteyince aleyhlerine şöyle dua etti:
"Allah'ım! Mudar kabilesine karşı cezanı şiddetlendir ve onlara Yusuf'un
seneleri gibi seneler göster." Yani, Yusuf'un seneleri gibi kıtlık
seneleriyle sıkıntıya uğramalarını niyaz etti. Bunun üzerine onları bir kıtlık
yakaladı hatta cife, kemik, ilhiz yediler. Kişi yer ile gök arasını duman
görüyordu. Söyleyenin sesini işitir dumandan kendisini görmezdi. Buyurulduğu
gibi insanları sarmıştı.
12- Bu acı veren bir azab! diyorlardı. Ebu
Süfyan bir kaç kişi ile Peygamber'e geldi. Allah Teâlâ'ya ve rahime (kan
akrabalığına) and verdiler. Eğer dua eder de bu hali üzerlerinden savarsa iman
edeceklerine söz verdiler. Ya Rabbi bizden azabı gider, biz müminiz yani bu
azabı giderirsen iman edeceğiz demeleri de budur. İkinci tefsirde ise Hz.
Ali'den şöyle nakledilmiştir: Kıyametten önce gökten gelecek bir dumandır.
Kâfirlerin kulaklarına girecek ta ki her birinin başı püryan olmuş (sarhoş
olmuş) başı dönecek, mümine de ondan zükam (nezle) gibi bir hal gelecek ve
bütün yeryüzü içinde ocak yakılmış fakat deliği yok bir eve dönecek. Huzeyfe
İbnü'l-Yeman'dan rivayet olunduğuna göre Resulullah buyurmuştur ki:
"Alametlerin ilki Duhan, ve Meryem oğlu İsâ'nın inmesi, Aden'in
derinliklerinden çıkacak olan bir ateştir ki insanları mahşere sevk edecektir.
Huzeyfe: Ya Resulullah o duhan nedir demiş, Resulullah, "O semanın açık
bir duman ile geleceği günü ki insanları saracaktır." (Duhan,44/10,11)
diye okuyup buyurmuştur ki, doğu ile batı arasını dolduracak, kırk gün kırk gece
duracak, mümin zükam (nezle) gibi olacak, kâfire sarhoş gibi burnundan
kulağından girip aşağısından çıkacak.
Fahruddin Râzî İbnü Abbas'tan meşhur kavlin bu
olduğunu söyler. Gerçi "Duhan-ı mübîn" deyimi buna, sözün akışı da
öncekine daha uygundur. Çünkü Resulullah'ın hayatında olduğunu üstü kapalı
olarak hissettirmektedir.
13-Buyuruluyor ki, onlara ibret almak,
bellemek nerede. Oysa kendilerine beyan edici bir Resul geldi. Açık âyetler,
açık mucizelerle Allah tarafından gönderildiği besbelli olarak herşeyi apaçık
anlatan hem fiili hem sözü ile açık olan bir peygamber geldi.
14- Sonra ondan yüz çevirdiler de
"Muallem", "Mecnun" dediler. Kâh muallem, yani talim
olunmuş, öğretilmiş, Sekîf'den birinin A'cemî (Arap olmayan) bir kölesi
öğretiyor dediler, kah da mecnun (deli) dediler, artık bu halde bu yetenekte
bulunan insanlara yalnız olayların ifadesinden ibret almak, uyanmak, sözünde
durmak ne kadar uzak.
15- Biz azabı biraz açacağız muhakkak ki siz
döneceksiniz. "Ey Rabbımız bizden azabı aç, biz müminiz." (Duhan,
44/12) diye olan iman sözünüzde durmayacaksınız.
16-Bu uyanışı, bu "Rabbimiz!" diye
yalvarışı, bu iman azmini unutup da eski halinize, inkarınıza ve nankörlüğünüze
döneceksiniz. Büyük sıkmakla tutup sıkacağımız gün. Bu kıyamettir, Şüphesiz ki
biz intikam alırız. "Döneceksiniz" deyimi azabın da dönmesini ima
ettiğine göre, ikinci rivayeti "Batşe-i Kübra" "büyük
sıkma"nın öncesi olmak üzere burada değerlendirmek iki mânâ arasını
birleştirse gerekir.
17-29- "Andolsun ki, onlardan önce
Firavun kavmini fitneye düşürdük." Bu ifade yüce Allah'ın intikamlarından
bir örneği beyandır. Yine Firavun kavminden örnek getirilmesi Firavun
hükümetinin en büyük zulüm ve şer hükümeti olması ve "Çünkü o üstün
müsriflerden idi." (Duhan, 44/31) buyurulacağı üzere öldürme ve
cinayetlerde ileri gidenlerin en üstünü bulunması itibarıyladır. Sonuç olarak
üzerlerine ne gök ağladı ne yer. Burada bir kaç açıklama tarzı vardır:
1- Vahidî'nin Basıt'te dediği üzere Enes b.
Malik (r.a.) rivayet etmiştir ki Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
"Hiçbir kul yoktur ki gökte ona iki kapı olmasın, bir kapıdan rızkı çıkar,
bir kapıdan da ameli girer, o öldüğü zaman onu kaybederler ve ona ağlarlar,
böyle buyurup bu âyeti okudu. Buyurdu ki: Çünkü bunlar yeryüzünde salih bir amel
yapmamışlardı ki yer ağlasın, göğe de ne salih bir amelleri ne de hoş bir
sözleri çıkmamıştı ki gök ağlasın. Çoğu tefsir bilginlerinin görüşü
budur."
2- Gök ehli "göktekiler" ve yer ehli
"yerdekiler" takdirindedir. Yani ne melekler ağladı, ne müminler, tam
tersine onların ölmesi ile sevindiler.
3- Büyük bir adam vefat ettiği zaman Cihan
ağladı, yer gök ağladı gibi deyimlerle musibetin büyüklüğünü anlatmak için
abartmak âdettir. Keşşaf sahibi Hz. Peygamber (s.a.v.)'den nakleder ki şöyle
buyurmuştur: "Herhangi bir mümin ağlayıcıları bulunmayan bir gurbette
ölürse herhalde ona yer ve gök ağlar."
Cerir de bir beytinde şöyle demiştir.
"Güneş doğmaktadır tutulmuş değil,
Sana gecenin yıldızlarıyla ay ağlıyor."
Bir de bunda onları alaya almaya benzer bir
aşağılama vardır. Yani onlar kendilerini öyle büyük sayıyorlardı, ölecek
olsalar kendilerine dünyaların ağlaması gerekir, oysa hiç de öyle olmadı, tam
aksine bütün alemler sevindi.
Meâl-i şerifi
30- Andolsun ki biz İsrailoğullarını o
aşağılayıcı azabdan kurtardık.
31- Firavun'dan da kurtardık çünkü o üstünlük
taslayıp haddi aşan bir zorbaydı.
32- Andolsun ki biz onları bilerek o zamanki
alemlere üstün kıldık.
33- Biz onlara içinde apaçık bir imtihan
bulunan mucizeler verdik.
34- Gerçekten şu kâfirler diyorlar ki:
35- "Bizim ilk ölümümüzden başka bir şey
yoktur. Biz tekrar diriltilecek değiliz.
36- Eğer siz doğru söyleyen kimselerseniz
babalarınızı bize getirin."
37- Onlar mı daha hayırlıdır, yoksa Tükba kavmi
ile onlardan öncekiler mi? Biz onların hepsini de helak ettik. Çünkü onlar
suçluydular.
38- Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri
bir oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.
39- Biz onları hak ve hikmetle yarattık. Fakat
onların çoğu bunu bilmezler.
40- Şüphesiz ki hakkı batıldan ayırd etme günü
onların hepsinin bir araya toplanacağı gündür.
41- O gün dostun dosta hiçbir faydası olmaz.
Onlara yardım da edilmez.
42- Ancak Allah'ın merhamet ettiği kimseler
böyle değildir. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, çok merhamet edicidir.
43- Gerçekten zakkum ağacı,
44- Günahkârların yemeğidir.
45- O pota gibi karınlarda kaynar.
46- O, kızgın bir sıvının kaynaması gibidir.
47- Allah meleklere şöyle emreder. "Şunu
tutun da Cehennem'in ortasına sürükleyin."
48- "Sonra onun başının üstüne kaynar su
azabından dökün."
49- Ona şöyle denir! "Tat bakalım azabı!
hani sen kendine göre çok güçlü ve çok üstündün.
50- İşte sizin inkâr edip durduğunuz şey
budur."
51- Şüphesiz ki kötülükten sakınanlar güvenli
bir makamdadırlar.
52- Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.
53- Onlar ince ipekten ve parlak atlastan
elbiseler giyerek karşılıklı olarak otururlar.
54- İşte böyle, biz onları ayrıca iri siyah
gözlü hurilerle evlendiririz.
55- Onlar orada güven içinde her çeşit meyveyi
isteyebilirler.
56- Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm
tatmazlar. Allah onları cehennem azabından korumuştur.
57- (Bunların hepsi) Rabbinden bir lütuf
olarak (verilmiştir.) İşte büyük kurtuluş budur.
58- Biz Kur'ân'ı senin dilinle indirip
kolaylaştırdık. Umulur ki onlar öğüt alırlar.
59- Artık sen onların başlarına gelecekleri
bekle: Çünkü onlar da bekleyip durmaktadırlar.
30-36- "Andolsun ki biz İsrailoğulları'nı
kurtarmıştık." Yüce Allah, Firavun'a ve kavmine yaptığı beyandan sonra
bununla da Musa ve kavmine olan ihsanını beyan buyuruyor. Yani o gark (suda
boğma)ın ve tahribin hikmeti kurtuluşu sağlamak olmuştu. Ve İsrailoğulları'nı
bu nimete seçmesi de bir tesadüf değil bile bile onlara bahsetmiş olduğu bazı
meziyetler ve nimetler dolayısıyla "O hanginizin daha güzel amel edeceğini
imtihan etmek için.." (Mülk, 67/2) âyeti uyarınca imtihana çekmek içindir.
Bu şekilde bu hikâyeyi tamama erdirmesinin ardından yine söz Mekkeliler'e
getirilerek buyuruluyor ki: Şunlar yani şu Mekke kâfirleri. "İlk
ölümümüzden ötesi yok, biz tekrar dirilecek değiliz, diyorlar." İlk
ölümden ötesini Ahireti ve ba'si (dirilmeyi) inkâr ediyorlar.
37-55- Onlar mı hayırlı yoksa Tübba'nın kavmi
ve ondan öncekiler mi? Biz onları yok ettik, ilk ölümden ilersini inkâr
edenlere karşı bu sözün nasıl bir cevab teşkil etiğini düşünmelidir. Bunun iki
şekilde açıklaması vardır:
Birincisi ilk ölüm olan ferdin ölümünden sonra
onun mensup olduğu kavim ve milletin yok olmasının, ikinci bir ölüm demek
olduğu anlatılmıştır. Bu "İlk ölümümüzden ilerisi yok." (Duhan,
44/35) demelerine cevaptır.
İkincisi de hak ve adalet için cezanın
gerekliliğine binaen dirilmenin gerçekliğini ispat ile tehdiddir. Ki bu da
"Biz yeniden dirilecek değiliz." (Duhan, 44/35) ifadesinin cevabıdır.
Ve bu, daha sonraki âyetlerle daha çok açıklanacak ve ayrıntısına girilecektir.
Ebu Ubeyde demiş ki: Yemen krallarının her
birine Tübba' denilirdi. Çünkü dünyadakiler onlara tabi olurlardı. Cahiliye'de
Tübba'ın yeri İslâm'da halifenin yeri gibi idi, bunlar Arap hükümdarlarının en
büyükleri idi.
"Hz. Aişe (r.anha) Tübba' salih bir adam
idi" demiştir. Ka'b da "yüce Allah onun kavmini kınadı kendisini
kınamadı" demiştir. Kelbî o Ebu Kerb Es'addır demiştir. Hz. Peygamber
(s.a.v.)den şu nakledilmiştir: "Tübbaa kötü söylemeyin. Çünkü o müslüman
olmuştu, bilmem Tübba' peygamber midir değil midir?.. Onlardan daha hayırlı mı
demek daha kuvvetli ve şevketli mi demektir.
56-57- "Orada ilk ölümden başka ölüm
tatmazlar."
Mü'min Sûresi'nde kâfirlerin "Ey Rabbimiz
bizi iki defa öldürdün. İki defa da dirilttin." (Mü'min 40/11) diyecekleri
geçmişti. Demek ki müttakiler için birinci ölümden sonra berzah ölümü de
yoktur. Ahirette ise zaten ölüm yok.
58-59- "Biz Kur'ân'ı senin dilinle
indirip kolaylaştırdık." Bu bitiriş sûrenin öncesini bir özetlemedir. Yani
o apaçık kitabı, Kur'ân'ı ancak senin dilin ile kolaylaştırdık, bu güzel
beyanı, bu açık ve kolay anlatışı başka bir dil ile değil, yalnız Arapça ile
yaptık gerek ki anlasınlar, düşünsünler. Bundan dolayı gözle başlarına ne
gelecek çünkü onlar gözetiyorlar. Acaba onun geleceği ne olacak diye
gözlüyorlar. O gözetilen şeylerin beyanı da Câsiye Sûresi'nde gelecektir.
----
Kategoriler
Hatim - Mukabele | Kuran Suresi | Kuran Meali | Kuran Öğreniyorum |
Duhan Suresi - Elmalılı Hamdi Tefsiri - Kuran Hatim sayfasını izlemektesiniz.
Kur’an’ı Kerim
Allah tarafından gönderilen ilahi kitapların sonuncusu olan Kur’an’ı Kerim, son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v.) indirilmiştir. Sözlükte toplamak, okumak, bir araya getirmek anlamına gelen Kur’an, terim olarak şöyle tarif edilir:
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi Kitapların Özelliği
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
KUR’AN’IN NÜZÛLÜ (İNDİRİLMESİ)
Kur’an-ı Kerim, Yüce Allah’tan Hz.Peygamber’e Cebrail aracılığıyla, vahiy yoluyla indirilmiştir. Kolayca ezberlenmesi, kısa zamanda insanlara ulaşması, manasının kolaylıkla anlaşılması, inançların ve hükümlerin müminlerin kalbinde yavaş yavaş kuvvetlenip kökleşmesi için Kur’an bir defada toptan indirilmemiş, yaklaşık yirmi üç senede, peyderpey indirilmiştir.
KURAN-I KERİM NASIL OKUNMALI? KURAN-I KERİM EN GÜZEL NASIL OKUNUR?
Kuran okurken dikkat edilmesi gerekenler
Kuran-ı Kerim'i doğru bir şekilde okumak için harflerin üzerilerindeki uzatmalarına ve mahreç yerlerine dikkat etmek oldukça önemlidir. Harflerin okunuşunu değiştiren medler yani uzatmalar kişinin Kuran-ı Kerim'i nağmeli okumasını sağlamaz. Nağmeli bir şekilde okumak demek, kişinin Kuran-ı Kerim'i okurken oluşturduğu güzel sesiyle dinleyicilerin gönlüne hitap etmesidir.
Nağmeli okunan bir ayet ise insanlara karşı Kuran-ı Kerimin daha fazla okunup, daha fazla dinlenmesini teşvik eder.