Elmalılı Hamdi Tefsiri - Kuranı Kerim
| |||
- Mukabele - Cüz
- Kuran Süreleri
- Kuran Meali
- Kuran Dersleri
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- Ders 01 - Diyanet
- Ders 02 - Diyanet
- Ders 03 - Diyanet
- Ders 04 - Diyanet
- Ders 05 - Diyanet
- Ders 06 - Diyanet
- Ders 07 - Diyanet
- Ders 08 - Diyanet
- Ders 09 - Diyanet
- Ders 10 - Diyanet
- Ders 11 - Diyanet
- Ders 12 - Diyanet
- Ders 13 - Diyanet
- Ders 14 - Diyanet
- Ders 15 - Diyanet
- Ders 16 - Diyanet
- Ders 17 - Diyanet
- Ders 18 - Diyanet
- Ders 19 - Diyanet
- Ders 20 - Diyanet
- Ders 21 - Diyanet
- Ders 22 - Diyanet
- Ders 23 - Diyanet
- Ders 24 - Diyanet
- Ders 25 - Diyanet
- Ders 26 - Diyanet
- Ders 27 - Diyanet
- Ders 28 - Diyanet
- Ders 29 - Diyanet
- Ders 30 - Diyanet
- Tecvidli Kuran Dersleri
- 00 - Giriş
- 01 - Harfler
- 02 - Harflerin Çıkış Yerleri
- 03 - Harekeler
- 04 - Harflerin Yazılışları
- 05 - Bitişmeyen Harfler
- 06 - Kalın ve İnce Harfler
- 07 - Peltek Harfler
- 08 - Cezm
- 09 - Şedde
- 10 - Tenvin
- 10.1 - Tevcid Kuralları
- 11 - Med Harfleri
- 12 - Elifin Yerini Tutan Vav ve Ya
- 13 - Çeker
- 14 - Meddi Tabii ve Meddi Feri
- 15 - Meddi Muttasıl
- 16 - Meddi Munfasıl
- 17 - Meddi Lazım
- 18 - Meddi Arız
- 19 - Meddi Lin
- 19.1 - Tekvin ve Nunu Sakin
- 20 - İhfa
- 21 - İzhar
- 22 - İklab
- 23 - İdğamı Mael Gunne
- 24 - İdğamı Bila Gunne
- 25 - İdğamı Misleyn
- 26 - Cezimli Mimin Okunuşu
- 27 - İğdamı Mütecaniseyn
- 28 - İğdamı Mütekaribeyn
- 29 - İğdamı Şemsiyye
- 30 - İzharı Kamerriye
- 31 - Kalkale
- 32 - Lafzatullahın Okunuşu
- 33 - Zamirin Okunuşu
- 34 - Ra Harfinin Okunuşu
- 35 - Sekte
- 36 - Hurufu Mukattaa
- 37 - Vakıf ve Durma işaretleri
- 38 - Küçük Nun ile Okuma
- Elmalılı Hamdi Tefsiri
- Submenu 4.4
- Submenu 4.5
- Submenu 4.6
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- İlmihal
- Submenu 5.1
- Submenu 5.2
- Hadis-i Şerif
- Kütüb-ü Sitte 1-100
- Kütüb-ü Sitte 101-200
- Kütüb-ü Sitte 201-300
- Kütüb-ü Sitte 301-400
- Kütüb-ü Sitte 401-500
- Kütüb-ü Sitte 501-600
- Kütüb-ü Sitte 601-700
- Kütüb-ü Sitte 701-800
- Kütüb-ü Sitte 801-900
- Kütüb-ü Sitte 901-1000
- Kütüb-ü Sitte 1001-1100
- Kütüb-ü Sitte 1101-1200
- Kütüb-ü Sitte 1201-1300
- Kütüb-ü Sitte 1301-1400
- Kütüb-ü Sitte 1401-1500
- Kütüb-ü Sitte 1501-1600
- Kütüb-ü Sitte 1601-1700
- Kütüb-ü Sitte 1701-1800
- Kütüb-ü Sitte 1801-1900
- Kütüb-ü Sitte 1901-2000
- Kütüb-ü Sitte 2001-2100
- Kütüb-ü Sitte 2101-2200
- Kütüb-ü Sitte 2201-2300
- Kütüb-ü Sitte 2301-2400
- Kütüb-ü Sitte 2401-2500
- Kütüb-ü Sitte 2501-2600
- Kütüb-ü Sitte 2601-2700
- Kütüb-ü Sitte 2701-2800
- Kütüb-ü Sitte 2801-2900
- Kütüb-ü Sitte 2901-3000
- Kütüb-ü Sitte 3001-3100
- Kütüb-ü Sitte 3101-3200
- Kütüb-ü Sitte 3201-3300
- Kütüb-ü Sitte 3301-3400
- Kütüb-ü Sitte 3401-3500
- Kütüb-ü Sitte 3501-3600
- Kütüb-ü Sitte 3601-3700
- Kütüb-ü Sitte 3701-3800
- Kütüb-ü Sitte 3801-3900
- Kütüb-ü Sitte 3901-4000
- Kütüb-ü Sitte 4001-4100
- Kütüb-ü Sitte 4101-4200
- Kütüb-ü Sitte 4201-4300
- Kütüb-ü Sitte 4301-4400
- Kütüb-ü Sitte 4401-4500
- Kütüb-ü Sitte 4501-4600
- Kütüb-ü Sitte 4601-4700
- Kütüb-ü Sitte 4701-4800
- Kütüb-ü Sitte 4801-4900
- Kütüb-ü Sitte 4901-5000
- Kütüb-ü Sitte 5001-5100
- Kütüb-ü Sitte 5101-5200
- Kütüb-ü Sitte 5201-5300
- Kütüb-ü Sitte 5301-5400
- Kütüb-ü Sitte 5401-5500
- Kütüb-ü Sitte 5501-5600
- Kütüb-ü Sitte 5601-5700
- Kütüb-ü Sitte 5701-5800
- Kütüb-ü Sitte 5801-5900
- Kütüb-ü Sitte 5901-6000
- Kütüb-ü Sitte 6001-6100
- Kütüb-ü Sitte 6101-6200
- Kütüb-ü Sitte 6201-6300
- Kütüb-ü Sitte 6301-6400
- Kütüb-ü Sitte 6401-6500
- Kütüb-ü Sitte 6501-6600
- Kütüb-ü Sitte 6601-6700
- Kütüb-ü Sitte 6701-6800
- Kütüb-ü Sitte 6801-6900
- Kütüb-ü Sitte 6901-7000
- Kütüb-ü Sitte 7001-7100
- Kütüb-ü Sitte 7101-7200
- Kütüb-ü Sitte 7201-7300
Zümer Suresi - Elmalılı Hamdi Tefsiri
39-ZÜMER:
1- Bu kitabın indirilişi Allah'tandır. Başkası
veremez. Zorlama ile yapmacık hareketlerle yapılamaz. Peygamberlik, kazanma ile
elde edilemez ve zorla alınamaz. Çünkü Allah öyle azîz, öyle hakîmdir.
"Azîz" iki mânâya gelir: Birisi
mağlup olmaz, galip ve kadir, bir de ortağı ve benzeri yok, yalnız demektir.
Allah Teâlâ hakkında ikisine de uygun düşecek bir mânâ kastedilmesi lazım
gelir. Bilhassa bu iki vasfın söylenmesiyle hem Kur'ân'ın azîz, hakîm bir kitap
olduğuna dikkat çekmek, hem de anlatılacak tevhide bir hazırlıktır.
2- Hakkıyla; hak ile, hak olarak. mülabese,
musahabe veya sebebiye olmak üzere bunda birkaç yön muhtemeldir. Mülâbese
olduğuna göre hakka mülâbis, yani haklı olarak, hak olarak, iniş veya kitabın
tam hakkı verilerek demek olur. Sebebiyet olduğuna göre de bu hak sebebiyle,
hakkı açıklamak için veya hak hikmeti ile demek olur ki, yerine göre bu
mânâlardan biri tercih olunur.
3- 9- İyi bil ki, hâlis din ancak Allah'ındır.
Hiçbir şirk karşılığı olmaksızın temiz ve halis tevhid dini, tam mânâsıyla
şüphesiz din. Halis ibadet ve taat ancak Allah'a yapılır ve yapılmalıdır. Bunun
doğruluğunu meydana çıkarmak için buyuruluyor ki O'nun berisinden birtakım
veliler edinenler de, Allah denince kendisinden daha ilerisi, daha yükseği,
daha ötesi mümkün olmayan en mükemmel zat denilmiş olduğu için, Allah'ın
üstünde bir ilâh iddiasına kalkışılması bahis konusu olamaz. Şirk koşanlar, hep
O'ndan aşağılardan birtakım veliler, koruyucular tutmak isterler. İsterler ama
O'ndan başka velilere, emir sahiplerine tutunanlar, gerek "İlahları, bir
tek ilâh mı yapmış?" (Sâd, 38/5) diyenler gibi putlara, gerek meleklere ve
gerekse İsâ gibi şerefli kullara ilâh diye sarılanlar "Biz onlara ancak,
bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz."
demektedirler. Böyle diyerek tutunmaktadırlar. Demek ki şirk batıldır. Mabudluk,
yalnız Allah'ın hakkıdır. Halis din ancak Allah'ındır. (Maide, 5/69. âyetin
tefsirinde sâbiîn hakkında geçen açıklamaya bkz.)
Üç karanlıkta: Batın karanlığı, rahim
karanlığı, döl yatağı karanlığı
Meâl-i Şerifi
10-21- 10- Ey Muhammed! Tarafımdan söyle:
"Ey iman eden kullarım! Rabbinizden korkun. Bu dünyada güzellik yapanlara
bir güzellik vardır. Allah'ın yeryüzü geniştir. Ancak sabredenlere mükafatları
hesapsız ödenecektir."
11- De ki: "Bana, dini sadece kendisine
halis kılarak Allah'a ibadet etmem emredildi."
12- "Hem O'nun birliğine teslim olan
müslümanların ilki olmam da bana emredildi."
13- De ki: "Eğer Rabbime isyan edersem,
büyük bir günün azabından korkarım."
14- De ki: "Ben dinimi kendisine halis
kılarak yalnız Allah'a kulluk ederim."
15- "Siz de O'ndan başka dilediğinize kul
olun." De ki: "Asıl hüsrana düşenler, kıyamet günü kendilerine ve
mensuplarına ziyan edenlerdir. Evet, işte asıl açık hüsran budur."
16- Onların üstlerinde ateşten tabakalar, altlarında
yine ateşten tabakalar vardır. İşte Allah, kullarını bundan korkutuyor,
"Ey kullarım! benden korkun." (diyor).
17- Tağuttan, ona kulluk etmekten kaçınıp da
tam gönülle Allah'a yönelenlere gelince, müjde onlaradır. Haydi müjdele
kullarımı.
18- O kullarımı ki, onlar sözü dinlerler,
sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerine hidayet verdiği
kimselerdir. İşte temiz akıllılar da onlardır.
19- Ya üzerine azab kelimesi hak olmuş kimse
de mi (böyledir)? Artık o ateşteki kimseyi sen mi çıkaracaksın?
20- Fakat o Rablerine sığınarak korunanlar
için altlarından ırmaklar akan, üzerlerinden şehnişinler yapılmış, şehnişinli
(balkonlu) köşkler vardır. Bu, Allah'ın vaadidir. Allah vaadinden caymaz.
21- Allah'ın gökten bir su indirip de onu bir
yoluyla yeryüzündeki menbalara koyduğunu görmedin mi? Sonra onunla türlü
renklerde bir ekin çıkarır, sonra onun olgunlaşıp sarardığını görürsün. Sonra
da onu bir çöpe çevirir. Elbette bunda temiz akıllılar için bir ihtar vardır.
Meâl-i Şerifi
22- Allah, kimin bağrını İslâm'a açmış ise
işte o, Rabbinden bir nur üzerinde değil midir? Artık Allah'ın zikri hususunda
kalpleri katılaşmış olanların vay haline! İşte bunlar, apaçık bir sapıklık
içindedirler.
23- Allah, kelamın en güzelini ikizli, ahenkli
bir kitap olarak indirdi.
Ondan Rablerine saygısı olanların derileri
ürperir. Sonra derileri de, kalpleri de Allah'ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu
Allah'ın rehberidir. Allah, onunla dilediğini doğru yola çıkarır. Her kimi de
Allah şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösterecek yoktur.
24- O halde kıyamet günü zalimlere:
"Tadın bakalım kazanıp durduklarınızı!" denilirken, o kötü azabdan
yüzü ile korunacak kimse ne olur?
25- Onlardan öncekiler de yalanladılar da
kendilerine, hatırlarına gelmez yönden azab geliverdi.
26- Allah, onlara dünya hayatında zilleti
tattırdı. Ahiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi!
27- Yemin ederim ki, bu Kur'ân'da insanlar
için her türlüsünden temsil getirdik. Gerek ki iyi düşünsünler.
28- Pürüzsüz Arapça bir Kur'ân (indirdik ki,
Allah'ın azabından) korunsunlar.
29- Allah, şöyle bir misal vermiştir: Bir adam
ve birtakım ortakları var, hırçın hırçın çekişip duruyorlar. Bir de yalnız bir
kişiye bağlı selamet içinde olan bir adam var. Bu ikisinin hali hiç bir olur
mu? Hamd Allah'ındır, fakat pek çokları bilmezler.
30- Sen elbette öleceksin, onlar da elbette
öleceklerdir.
31- Sonra siz muhakkak kıyamet gününde
Rabbinizin huzurunda birbirinizden davacı olacaksınız.
22-31- Kimin haklı, kimin haksız çıkacağına ve
neticenin ne olacağına gelince:
Meâl-i Şerifi
32-41- 32- Allah'a karşı yalan söyleyen ve
doğru kendisine geldiği zaman onu yalan sayandan daha zalim (daha haksız) kim
olabilir? Kâfirlerin yeri cehennemde değil midir?
33- Doğruyu getiren ve onu tasdik edene
gelince, işte onlar kötülükten korunan müttakilerdir.
34- Onlara, Rablerinin yanında ne dilerlerse
vardır. İşte bu, iyilik yapanların mükafatıdır.
35- Çünkü Allah, onların önceden yaptıkları
amelin en kötüsünü bile keffaretle örtüp, işlemekte bulundukları güzel
amellerin en güzeline göre mükafatlarını kendilerine verecektir.
36- Allah, kuluna kâfi değil midir? Durmuşlar
da seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Her kimi ki Allah şaşırtırsa, artık
ona hidayet edecek yoktur.
37- Her kime de Allah hidayet verirse artık
onu da şaşırtacak yoktur. Allah aziz (çok güçlü) ve intikam sahibi değil midir?
38- Andolsun ki onlara: "O gökleri ve
yeri kim yarattı?" diye soracak olsan: "Elbette Allah!"
diyeceklerdir. O halde gördünüz ya Allah'tan başka çağırdıklarınızı! Eğer Allah
bana bir zarar vermek isterse, onlar O'nun zararını giderebilirler mi? Yahut
bana bir rahmet dilerse, onlar O'nun rahmetini tutabilirler mi? De ki:
"Allah, bana yeter." Tevekkül edenler, hep O'na dayanırlar.
39- De ki: "Ey kavmim! Haliniz üzere
çalışın. Ben de kendi halime göre çalışıyorum. Artık ileride
bileceksiniz."
40- "Kendisini rezil edecek azabın kime
geleceğini ve sürekli bir azabın kimin üzerine konacağını."
41- Biz bu kitabı sana, insanlar için hak ile
indirdik. O halde kim doğru yola gelirse kendi lehinedir. Kim de saparsa, sırf
kendi aleyhine olarak sapar. Sen onların üzerine vekil değilsin.
Meâl-i Şerifi
42- Allah, o canları öldükleri zaman,
ölmeyenleri de uyuduklarında alır. Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini
alıkor, diğerlerini de takdir edilmiş bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki
bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.
43- Yoksa Allah'tan başka şefaatçiler mi
edindiler? De ki: "Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl
erdiremezlerse de mi (böyle yapacaksınız)?"
44- De ki: "Bütün şefaat Allah'ındır.
Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. Sonra hep döndürülüp O'na
götürüleceksiniz."
45- Böyle iken, Allah bir olarak anıldığı
zaman ahirete inanmayanların yürekleri burkulur da, O'ndan başkaları anıldığı
zaman derhal yüzleri güler.
46- De ki: "Ey gökleri ve yeri yaratan,
görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'ım! Kulların arasında, o ihtilaf edip
durdukları şeyler hakkında sen hüküm vereceksin."
47- Eğer bütün yeryüzündekiler ve bir o kadarı
da beraber o zulmedenlerin olsaydı, kıyamet günü azabın kötülüğünden kurtulmak
için onu mutlaka feda ederlerdi. Ancak ne var ki, hiç hesaba katmadıkları
şeyler, Allah tarafından karşılarına çıkarılır.
48- Öyle ki, yaptıkları amellerin kötülükleri
karşılarına çıkmış ve alay edip durdukları şeyler, kendilerini sarmıştır.
49- Fakat insana bir sıkıntı dokunuverince
bize yalvarır, sonra kendisine tarafımızdan bir nimet bahşettiğimiz zaman da:
"O bana bir bilgi üzerine verildi." der. Belki bu bir imtihandır,
fakat pek çokları bilmezler.
50- Onu, bunlardan öncekiler de söyledi. Fakat
o kazandıkları, kendilerini kurtarmadı.
51- Neticede kazandıklarının kötülükleri,
başlarına geçti. Şunlardan o zulmedenlerin de kazandıkları kötülükleri
başlarına geçecektir. Onlar da bunu atlatacak değillerdir.
52- Hâlâ bilmediler mi ki; Allah, rızkı
dilediğine açar ve kısar. Şüphesiz ki bunda iman edecek bir kavim için nice
ibretler vardır.
42- Allah, o nefisleri ölümleri zamanı kabzeder,
alır. Bu âyetin gelişi, yukarı ile üç noktadan alâkalıdır.
Birincisi; "kasır" ile sondaki
"Sen onların üzerinde bir vekil değilsin." sözüne bakmaktadır. Yani
vekil sen değilsin, Allah'tır. Çünkü o canları ancak Allah alır. Bu nokta daha
ileride "O, her şeyin üzerinde bir vekildir." (Zümer, 39/62) diye
açıkça da söylenecektir.
İkincisi; hidayet ve sapıklığın, hayat ve ölüm
ile bir temsilini bildirir.
Üçüncüsü; ta yukarıdaki "Sen elbette
öleceksin, onlar da elbette öleceklerdir. Sonra siz muhakkak kıyamet gününde
Rabbinizin huzurunda birbirinizden davacı olacaksınız." (Zümer, 39/30-31)
âyetini bir nevi açıklama ile "Kim doğru yola gelirse, kendi lehinedir.
Kim de saparsa, sırf kendi aleyhine olarak sapar." (Zümer, 39/41)
hatırlatmasını zihinlere yerleştirmek ve ispat etmektir. Keşşaf sahibi, burada
"nefisler"den maksadın, ruh ile beden toplamı olduğunu söyleyerek
demiştir ki: "Nefisler olduğu gibi cümlelerdir (insanların kendileridir).
Alınması da öldürülmesidir ki, hisseden, anlayan bir hayat sahibi olmasının
sebebi olan parçalarının sağlık ve esenliği cinsinden sebep ve şartların
çekilip alınmasıdır. Çünkü sağlığı yok edilince sanki kendisi yok edilmiş gibi
olur. Çünkü Allah Teâlâ, almayı, ölümü, uykuyu hep nefislere bağlamıştır.
Halbuki akıl ve temyiz kabiliyeti, ölüm ve uykunun kendisi ile vasıflanmış
değildir. Ölen ve uyuyan, ancak cümle (zat) mânâsına nefistir." Nefis,
beden karşılığı olarak ruh mânâsına da geldiği ve özellikle rûh-ı emrî
(Allah'ın emrinden olan ruh) denilen konuşan nefis yerinde kullanıldığı için,
diğer tefsirciler burada İbnü Abbas hazretlerinden gelen bir rivayete göre akıl
ve temyiz nefsi denilen konuşan nefisler ile tefsir etmişler ve almayı da
bedenle olan ilgi ve tasarrufunu kesmek suretiyle kabzedip almak diye beyan
etmişlerdir. Ölümde dıştan ve içten, uykuda da yalnız dıştan ilgisinin
kesildiğini söylemişlerdir. İbnü Abbas hazretleri demiştir ki: Âdemoğlunda bir
nefis, bir ruh vardır. Aralarındaki fark güneş ile ışığı gibidir. Nefis,
kendisiyle akıl ve temyiz yapılan, ruh da teneffüs ve hareket yapılandır.
Ölümde ikisi de alınır, uykuda ise yalnız nefis alınır. Ruh denilince
genellikle hayatın aslı anlaşılageldiği gibi, hayat da çoğunlukla cismanî
görünüş ile anlaşıldığından, manevî hayatın e sası olan ruha nefis denmiştir. Güneş
ile ışığını misal getirmesi, gösterir ki, aralarında bir cevher farkı anlatmak
istememiştir. Bizim anladığımız şudur: Nefis, kendini duyan, kendine ve
kendindekine vicdanı olan, yani "ben" şuuruna sahip olan zattır. Her
nefiste böyle duyan ve duyulan olmak üzere çifte bir yön vardır. Âyette geçen
"teveffî" kelimesi, bir şeyi yeterli olarak, yani kamilen ve
tamamıyla almak, çekip çıkarmaktır. Bundan dolayı ruhun Allah tarafından
tamamıyla kabzedilip alınmasına "teveffî" ve ölüme "vefat"
denilmiştir. Emaneti yerine teslim ile tamamen vefa etmek (yerine getirmek)
gibidir. Nefislerin varlıkları, zorunlu değildir. Onun için kendilerine dair
bilgileri, kendi zatlarıyla olsa bile, zatlarından dolayı değildir,
Allah'tandır. Allah onları kendilerinden alıp, kendilerinden geçirir. Bu mânâ
"Allah kişi ile kalbi arasına girer." (Enfal, 8/24) âyetindeki
gibidir. İşte nefsin alınması, ölüm ve uyku hallerinde olduğu gibi kendinden
geçirilip, akıl ve temyiz gücünün kendisinden alınmasıdır. Bu durumda mânâ şu
oluyor: "O nefisleri, konuşan nefisleri başkası değil, ancak Allah
kendilerinden alır, kabzeder, yok etmeksizin kendilerinden geçirir, şuur ve
temyiz güçlerini alır." Öldükleri zaman, yani bedene ait tasarrufları ve
ilgileri kesildiği zaman ölmeyenleri de uyudukları zaman alır da üzerine ölüm
hükmünü verdiklerini alıkor, tekrar dirilinceye kadar tutar diğerlerini, henüz
ölüm hükmü verilmemiş olan uykudakileri salıverir belirli, takdir edilmiş bir
süreye kadar ki, ölecekleri zamandır. İşte böyle hem ölüm halinde, hem de uyku
halinde o nefisler, Allah Teâlâ'nın elinde bulunur. Burada şu soru hatıra
gelir: Yukarıda Secde Sûresi'nde "De ki: Üzerinize vekil edilen ölüm
meleği, canınızı alır, sonra Rabbinize döndürülürsünüz." (Secde, 32/11)
buyurulmuş, daha yukarıda, En'am Sûresi'nde: "Sonunda birinize ölüm
geldiği zaman onu gönderdiğimiz melekler vefat ettirirler. Onlar vazifelerinde
kusur etmezler. Sonra insanlar hak olan mevlâlarına döndürülürler."
(En'am, 6/61-62) buyurulmuş olmakla bunlarda, alma, Allah'ın elçilerine ve ölüm
meleğine isnad edilmişti. Şu halde burada kasır ile "Allah alır"
buyurulması, bunlara aykırı olmaz mı?
Fahrüddin Râzî tefsirinde buna şöyle bir cevap
verilmiştir: Gerçekte nefisleri alan (öldüren) ancak Allah Teâlâ'dır. Şu kadar
var ki, Allah Teâlâ sebepler âleminde her türlü işi, meleklerden bir meleğe
görev olarak vermiş, böylece ruhların alınmasına da ölüm meleğini memur
kılmıştır ki, o başkandır. Beraberinde tabileri ve hizmetçileri vardır. Onun
için o âyetlerde alma onlara nisbet edilmiş, burada da gerçek olarak Allah
Teâlâ'ya nisbet olunmuştur. Bunun özü, Allah'ın görevlendirip gönderdiği
elçilerin alması, Allah'ın alması demektir. Yahut Allah'ın alması, doğrudan
doğruya veya melekleri vasıtasıyla olmaktan daha geneldir, demek oluyor. Bu
cevap, aslında doğru ve "Kullarının üstünde galip olan O'dur. Ve O,
üzerinize muhafaza melekleri gönderir. Sonunda birinize ölüm geldiği zaman onu
gönderdiğimiz melekler vefat ettirirler." (En'am, 6/61) diye
"hatta" ile kasrına bir bölüm oluşu da buna şahit ise de, burada daha
önemli bir nükte vardır: Dikkat edilmesi gerekir ki, zikredilen âyetlerin
birinde ölüm meleğinin alışından sonra "Sonra O'na döndürülürsünüz."
buyurulduğu gibi, diğerinde de "Sonra hak olan Mevlalarına
döndürülürler." buyurulmuştur. İşte buradaki alma işi, o döndürülme anını
açıklamaktır. Bunun izahı da şu olur: Ölüm meleği, bedenden hayvanî ruh denilen
cismanî hayat ruhunu alır, akıl ve temyiz ruhu denilen konuşan nefisleri,
Rabbin emri olan insanî ruhu ise "Ben ruhumdan ona üfledim." (Sâd, 38/72)
âyetinin ifadesince doğrudan doğruya Allah üflediği gibi "Allah nefisleri
alır" ifadesince, kabzedilip alınması da doğrudan doğruya Allah'a aittir.
buyurulması da bu tahsisi bildirir. Şüphesiz ki bunda; bu olma, tutma ve
salıvermede düşünecek bir kavim için elbette ibretler vardır. Ki, Allah'tan
başka mabud olmayacağına ve sonunda hep Allah'a gidileceğine ve tekrar dirilip,
huzurunda muhakeme olunacağına ve Allah'a karşı yalan söylemiş, zulmetmiş,
küfretmiş haksızların, kâfirlerin varacakları yerin cehennem olup; sadık,
mümin, müttaki olup iyilik yapanların en güzel mükafata ereceklerine, kısaca
"Biz Allah'ınız ve yalnız O'na döneceğiz." (Bakara, 2/156) meselesine
delalet eder. (En'am, 6/60. âyetin tefsirine bkz.)
Nefislerin, uykudaki gibi kendilerinden
geçirilmesi, azabı duymamak itibarıyla kâfirlerin lehine olmaz mı? diye bir
soru hatıra gelebilir. Keşşaf sahibi bu soruya meydan vermemek için, konuşan
nefsin, ölümle vasıflanamayacağını söylemişti. Fakat bunun asıl cevabı Hz.
Ali'ye nisbet edilen şu kıt'adadır:
"Eğer biz öldüğümüz zaman bırakılmış
olsaydık, ölüm her canlının rahatı olurdu. Fakat bizler öldüğümüz zaman tekrar
diriltileceğiz de ondan sonra her şeyden sorguya çekileceğiz."
Demek meselenin asıl düşünülecek çözüm noktası
bu alıp tutmak ve salıvermekten Allah Teâlâ'nın mutlak tasarruf kudretini
anlayarak bu tutuşun, bu hapsedişin onları kaçırmayıp yeniden dirilmek için bir
hapis ve durdurma olduğu sonucunu çıkarmak ve tekrar diriliş ile Allah'a
kavuşmanın dehşetini, celal (büyüklük) ve cemalini (güzelliğini)
düşünebilmektir. Onun için Yâsin Sûresi'nde geçtiği üzere sûr'a üfürülünce
kâfirler "Bizi mezarımızdan kim diriltip kaldırdı?" (Yâsin, 36/52)
diyeceklerdir ki, aşağıya doğru bu mânâ burada da açıklanacaktır. Yine bundan
dolayıdır ki kâfirler "(Ey Rabbimiz!) Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa
dirilttin." (Mümin, 40/11) diyeceklerdir.
43-52-Bütün bu uyarılara karşı müşriklerin
yegane tutundukları tutamak şefaat davası olduğu için buyuruluyor ki: Yoksa
Allah'tan başka şefaatçiler mi edindiler? Allah'a karşı yalan söyleyen,
"Biz onlara ancak bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet
ediyoruz." (Zümer, 39/3) diyen, Allah çocuk edindi diyen o müşriklere
"De ki: Onlar hiçbir şeye güç yetiremezler ve akıl erdiremezlerse de mi
(böyle yapacaksınız)?" (Zümer, 39/43) Bu önce putların şefaati davasını
iptaldir. Diğerleri hakkında da şöyle buyuruluyor: Bütün şefaat Allah içindir.
Onun da sahibi O'dur. O'nun izni olmaksızın huzurunda kimse şefaat edemez.
Şefaat izni verilenler de hep O'nun rızasını düşünerek şefaat edebilirler.
Çünkü "Göklerin ve yerin mülkü O'nundur..."
Meâl-i Şerifi
53- De ki: "Ey haddi aşarak nefislerine
karşı israf etmiş olan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyin. Çünkü
Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok
merhamet edicidir."
54- Onun için ümidi kesmeyin de başınıza azab
gelmeden önce tevbe ile Rabbinize yönelin ve O'na teslim olun. Sonra
kurtulamazsınız.
55- Haberiniz olmayarak ansızın başınıza azab
gelmeden önce (halis müslüman olun da) Rabbinizden size indirilenin en güzelini
takib ve tatbik edin.
56- (O günden sakının ki günahkar) nefis şöyle
diyecektir: "Allah'ın yanında yaptığım kusurlardan dolayı yazık bana! Doğrusu
ben alay edenlerdendim."
57- Yahut şöyle diyecektir: "Allah bana
doğru yolu gösterseydi, her halde ben müttakilerden olurdum."
58- Veya azabı gördüğü zaman şöyle diyecektir:
"Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik yapanlardan
olsaydım."
59- (Ona): "Hayır sana âyetlerim geldi de
onlara yalan dedin, kibirlenmek istedin ve kâfirlerden oldun." (denir.)
60- Hem o kıyamet günü görürsün ki, Allah'a
karşı yalan söyleyenlerin yüzleri kararmıştır. Kibirlenenlerin yeri cehennem
değil mi?
61- Kötülükten sakınan müttakileri ise Allah
başarılarından dolayı kurtuluşa çıkarır. Onlara fenalık dokunmaz ve onlar
üzülecek de değillerdir.
62- Allah, her şeyin yaratıcısıdır. Her şey
üzerine vekil de O'dur.
63- Bütün göklerin ve yerin kilitleri
O'nundur. Allah'ın âyetlerini inkâr edenlere gelince, işte onlar, kendilerine
yazık edenlerdir.
53- De ki; yani Allah tarafından şu hitabı
tebliğ et. Ey kendi nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım!
İSRAF, mal sarfında meşhur ise de insanın
yaptığı herhangi bir fiilde haddini aşmaktır. Burada cinayet mânâsı da ilave
edilerek ile sılalanmıştır. Yani günahta aşırı giderek kendi nefislerine karşı
cinayet yapmış olan kullarım! "Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin."
Bu âyetin, Kur'ân'da en ümitli âyet olduğu söylenir. Bununla beraber dikkat
edilmesi gerekir ki, bu ümit, günaha teşvik için değil, en günahkar kimseleri
bile bir an önce tevbe edip Allah'a yönelmeye teşvik için olduğu, hemen
peşinden gelen iki âyetten açıkça anlaşılmaktadır. Bunun iniş sebebi hakkında
birkaç rivayet vardır. Atâ b. Yesar'dan olan rivayete göre Hz. Hamza'nın katili
Vahşi hakkında Medine'de inmiştir. İbnü Ömer'den rivayet olunduğuna göre de,
demiştir ki, Ayyaş b. Ebi Rebia, Velid b. Velid ve daha birkaç kişi müslüman
olmuşlardı. Sonra da kendilerine işkence edilmiş, fitneye düşmüşlerdi. Biz
bunlar hakkında, Allah artık bunlardan ebedî olarak hiçbir şey kabul etmez;
müslüman oldular, sonra da bir azab ile cezalandırıldıkları için dinlerini
terkettiler diyorduk ki, bu âyetler indi. Ömer b. Hattab katib idi, bunları
kendi eliyle yazdı, Ayyaş b. Ebi Rebia'ya ve Velid b. Velid'e ve diğer birkaç
kimseye gönderdi, onlar da müslüman olup hicret ettiler.
İbnü Abbas'tan rivayet edildiğine göre de
Mekkeliler şöyle demişler: "Muhammed, iddia ediyor ki, putlara tapan,
Allah ile beraber diğer bir ilâha dua eden ve Allah'ın muhterem kıldığı
(öldürülmesini haram ettiği) bir insanı öldüren kimseler bağışlanmaz, o halde
biz nasıl hicret eder, müslüman oluruz? Putlara tapınmış, adam öldürmüşüz, şirk
ehliyiz."(1) Bunun üzerine Allah Teâlâ "De ki: Ey kendi nefislerine
karşı israf eden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin." âyetini
indirdi. Bununla birlikte âyetin iniş sebebi, kâfirlerin İslâm'a girmesi
meselesi ise de, mânânın asilerin tevbesine de şamil olduğunda şüphe yoktur. O
haydi haydi sabit olur. Demek ki "Şüphe yok ki Allah, kendisine ortak
koşulmasını bağışlamaz." (Nisâ, 4/48) âyeti gereğince şirkin
bağışlanmaması, tevbe edilmediği takdirdedir.
54-63- "Azab size gelmeden önce"
buyurulması da ümitsizlik halindeki imanın fayda vermeyeceğini anlatır. Bir
nefis diyeceği için, yani dememesi için. "Ve O, her şey üzerine
vekildir." Bu ifade, ta yukarıdaki "Sen onların üzerine vekil
değilsin." (Zümer, 39/41) hitabına karşılıktır. Yani üzerlerinde tasarruf
yetkisi kendisine ait olan, yahut görüp gözetecek, menfaat veya
sorumluluklarını tatbik edecek olan ancak O'dur. "Göklerin ve yerin
kilitleri O'nundur."
MEKÂLÎD, "Mıklid" veya
"mikled"in çoğuludur ki, kilit veya anahtar demektir.
"Kilid"in Arapçalaşmışı olan "ıklîd"in çoğulu olduğu da
söylenmiştir. Burada kilit veya anahtarlardan maksat, yer ve gök hazineleri ve
onlarda dilediği gibi tasarruf etmektir.
Meâl-i Şerifi
64- De ki: "Ey cahiller! Şimdi bana o
Allah'tan başkasına mı kulluk etmemi emrediyorsunuz?"
65- Andolsun ki, sana da, senden öncekilere de
şu vahyedildi: "Yemin ederim ki, eğer şirk koşarsan bütün çalışmaların
boşa gider ve mutlaka kendine yazık edenlerden olursun."
66- Hayır, onun için yalnız Allah'a kulluk et
ve şükredenlerden ol.
67- Allah'ı hakkıyla takdir edemediler.
Halbuki bütün yer kıyamet günü O'nun avucundadır. Gökler de kudretiyle
dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından münezzeh ve çok yüksektir.
68- Ve sûra üflenmiştir. Göklerde kim var,
yerde kim varsa çarpılıp yıkılmıştır. Ancak Allah'ın dilediği müstesna. Sonra
ona bir daha üflenmiştir. Bu defa da hep onlar kalkmışlar bakıyorlardır.
69- Yer, Rabbinin nuru ile parlamıştır. Kitap
konmuş, peygamberler ve şahitler getirilmiş ve aralarında hak ile hüküm
verilmektedir. Hem onlara hiç haksızlık yapılmaz.
70- Herkese ne amel yaptıysa karşılığı tam
olarak ödenmiştir. O (Allah), onların yaptıklarını en iyi şekilde bilmektedir.
64-68- Yer, kıyamet günü O'nun avucundadır.
Gökler de kudretiyle dürülmüştür. Zemahşerî,
Beydâvî, Ebu's-Suud gibi belagatta tanınmış olan tefsirciler diyorlar ki, bu
âyet-i kerime, yüce Allah'ın son derece büyüklüğüne, kudretinin kemaline ve
zihinlerin hayret ettiği büyük fiillerin, O'nun kudretine nispet edilince, çok
küçük ve değersiz kalacağına bir tenbih ve kainatı yıkıvermenin O'na göre pek
kolay bir şey olduğunun, temsil ve tahyil (hayal ettirme) yoluyla bir
ifadesidir ki, "kabza" (avuç) ve "yemîn" (sağ el)
kelimelerinin hakikat veya mecaz olmaları yönü düşünülmeksizin "gecenin
zülfüne kır düştü" deyimi gibi topyekün bir tasvirdir. Diğer bazıları da
demişlerdir ki, kelamda asıl olan hakikattir. Fakat hakikatin imkansız olduğuna
bir delil bulununca da mecaza yorumlanması vacib olur. "Avuç" ve
"sağ el" kelimeleri, organlarda hakikattir. Allah Teâlâ'ya âzâ ve
organ isnadının imkansız bulunduğuna da aklî delil vardır. O halde mecaza
yorumlanması vacibdir. Çünkü "filan, filanın avucundadır." denir.
Onun yönlendirmesi ile emri altında demektir. "Sağ ellerinin malik
olduğu..." (Ahzab, 33/50) ifadesinden maksat da kendilerinin milki
olmasıdır. Şu ev filanın elinde, filanın avucunda ve filanın eline geçti derler
ki, halis milki olduğunu söylemek isterler. Hem bunlar, kullanılan ve meşhur
olan mecazlardır. İbnü Atiyye de demiştir ki, kabza (avuç) kudretten ibarettir.
Dilimizde de pek çok kullanılan kabza kelimesi esasında "kabız"dan
"masdar bina-i merre"dir. Bir kabız, bir sıkma veya bir tutma
demektir. Avuçla tutulan mikdara da "kaf"ın zammesiyle
"kubza" (tutam veya sıkım) denildiği gibi, "kaf"ın
fethasıyla "kabza" da denir. Demek ki kabza, bir sıkım, bir tutam
veya bir avuç mânâlarına olabiliyor. Burada "bir sıkım" diye ifade
edilmesi, kıyametin sıkıştırmasını anlatması itibarıyla daha açık olur.
YEMİN, sağ demektir. Kuvvet ve kasem (yemin
etmek) mânâlarına da gelir. Burada kuvvet veya kasem demek olabileceği de
söylenmiştir. "O gün biz göğü, kitapların sayfalarını dürer gibi
düreceğiz." (Enbiya, 21/104) âyetinin ifadesince göğü dürmeye ahdetmiş olduğu
için tahkik itibariyle bu mânâ doğru ise de, önceki mânâ ile kuvvet ve kudretin
tasvir ve temsilinin daha kuvvetli, daha büyük bir mânâ ifade ettiğini
hatırlatmaya hacet yoktur. Sahih-i Müslim'de Hz. Aişe'den rivayet edildiğine
göre, yer ve göklerin bu sıkımı ve dürümü sırasında insanların nerede olacağı
Resulullah'tan sorulmuş, "sırat üzerinde" buyurulmuştur.
Kıyameti tasvir edip anlatmak için de
buyuruluyor ki "sûra üfürülmüştür." "Sûr"un mânâsı Neml
Sûresi 87. âyetin tefsirinde geçmişti. Görülüyor ki burada iki üfürüş
açıklanıyor. Birincisi, yıkan "nefh-ı saik"tir ki bu, birinci veya
orta üfürüştür. İkincisi, kaldıran "nefh-ı kıyam"dır ki, bu da ikinci
veya üçüncü üfürüştür. Ve kıyamet kelimesi, bu ikincideki kıyam (kalkış) mânâsından
olmakla beraber, birinciyi de başlangıcı olmak üzere kapsamaktadır. Onun için
kıyametin kopması en büyük yıkımı ifade eder. Buna saat, vâkıa, hâkka da denir.
69-70-SAİK, yıldırım çarpmasında olduğu gibi
bayılıp düşmeye ve ölmeye denilir. Bu kalkıştan sonra din günü ve fasıl günü
denilen safhayı açıklamak üzere buyuruluyor ki: Ve yer parlatılmıştır. Bu
parlayacak olan yer kabızdan sonra "O gün yer, başka yere çevrilir."
(İbrahim, 14/48) ifadesi üzere, değişecek olan mahşer yeridir. Bir hadisi
şerifte şöyle gelmiştir: "İnsanlar, halis elenmiş un çöreği gibi beyaz bir
yer üzerinde haşrolunacaktır ki, üzerinde kimsenin bayrağı yoktur."
Rabbinin nuru ile, Kur'ân'ın birçok âyetlerinde Kur'ân'a, bürhana (delile), hak
ve adalete nur dendiği gibi, burada da nurun, hak ve adaletin tecellisi demek
olduğu söylenmiştir. Fakat Ebu Hayyan'ın naklettiği üzere İbnü Abbas demiştir
ki, burada nur, güneş ve ayın nuru değil, diğer bir nurdur ki, Allah Teâlâ
yaratacak da onunla yeri aydınlatacaktır. Bu rivayet bizi öbüründen daha güzel
bir mânâ ile aydınlatmaktadır. Çünkü elektrik ile bir misalini tasavvur
edebileceğimiz parlak bir nurun, ilâhî bir nurun yaratılacağını bize önceden
haber vermiş oluyor. Bu nur ki, onunla büyük mahkemenin kurulacağı mahşer yeri
aydınlatılacaktır. Kitap ortaya konmuş. Burada kitap, amel defteri ile tefsir
edilmiştir. Ve peygamberlerle şahitler getirilmiş, "O gün Allah,
peygamberleri toplayacak ve: 'Size ne cevap verildi?' diyecek." (Maide,
5/109), "Her ümmetten bir şahit getirdiğimiz ve seni de onların üzerine
şahit getirdiğimiz vakit, bakalım onların hali nasıl olacak?" (Nisâ, 4/41)
"O gün bütün insanları önderleriyle çağıracağız." (İsrâ, 17/71)
ifadeleri ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte burada "Nebiyyîn"
kelimesi, muhbirler mânâsını da ifade edebilir.
Meâl-i Şerifi
71- İnkâr edenler bölük bölük cehenneme
sevkedilmektedir. Nihayet oraya vardıklarında kapıları açılır ve bekçileri
onlara: "İçinizden size Rabbinizin âyetlerini okuyan, bu gününüzle
karşılaşacağınıza dair sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?" derler. Onlar
da: "Evet geldi" derler. Fakat kâfirler üzerine azab kelimesi hak
oldu.
72- (Onlara): "Ebedî olarak içinde kalmak
üzere girin cehennemin kapılarından" denir. Bak, büyüklük taslayanların
yeri ne kötüdür!
73- Rablerinden korkanlar da bölük bölük cennete
sevk edilmektedir. Nihayet oraya vardıkları zaman kapıları açılır ve bekçileri
onlara: "Selâm sizlere, ne hoşsunuz! Ebedî olarak içinde kalmak üzere
haydi girin oraya!" derler.
74- Onlar da: "Hamdolsun o Allah'a ki,
bize vaadini doğru çıkardı ve bizi cennet arzına varis kıldı. Cennette
istediğimiz yerde oturuyoruz" derler. Bak ne güzeldir mükafatı o iyi amel
işleyenlerin!
75- Meleklerin de arşın etrafını kuşatarak,
Rablerine hamd ile tesbih ettiklerini görürsün. Artık halk arasında hak ile
hüküm icra edilip "âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun" denilmektedir.
71-75-Ya Rab! Bizi de bu hamde eren
kullarından eyle.
Burada Zümer Sûresi bitti. Bunu Mümin Sûresi
takip ediyor.
----
Kategoriler
Hatim - Mukabele | Kuran Suresi | Kuran Meali | Kuran Öğreniyorum |
Zümer Suresi - Elmalılı Hamdi Tefsiri - Kuran Hatim sayfasını izlemektesiniz.
Kur’an’ı Kerim
Allah tarafından gönderilen ilahi kitapların sonuncusu olan Kur’an’ı Kerim, son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v.) indirilmiştir. Sözlükte toplamak, okumak, bir araya getirmek anlamına gelen Kur’an, terim olarak şöyle tarif edilir:
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi Kitapların Özelliği
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
KUR’AN’IN NÜZÛLÜ (İNDİRİLMESİ)
Kur’an-ı Kerim, Yüce Allah’tan Hz.Peygamber’e Cebrail aracılığıyla, vahiy yoluyla indirilmiştir. Kolayca ezberlenmesi, kısa zamanda insanlara ulaşması, manasının kolaylıkla anlaşılması, inançların ve hükümlerin müminlerin kalbinde yavaş yavaş kuvvetlenip kökleşmesi için Kur’an bir defada toptan indirilmemiş, yaklaşık yirmi üç senede, peyderpey indirilmiştir.
KURAN-I KERİM NASIL OKUNMALI? KURAN-I KERİM EN GÜZEL NASIL OKUNUR?
Kuran okurken dikkat edilmesi gerekenler
Kuran-ı Kerim'i doğru bir şekilde okumak için harflerin üzerilerindeki uzatmalarına ve mahreç yerlerine dikkat etmek oldukça önemlidir. Harflerin okunuşunu değiştiren medler yani uzatmalar kişinin Kuran-ı Kerim'i nağmeli okumasını sağlamaz. Nağmeli bir şekilde okumak demek, kişinin Kuran-ı Kerim'i okurken oluşturduğu güzel sesiyle dinleyicilerin gönlüne hitap etmesidir.
Nağmeli okunan bir ayet ise insanlara karşı Kuran-ı Kerimin daha fazla okunup, daha fazla dinlenmesini teşvik eder.