Elmalılı Hamdi Tefsiri - Kuranı Kerim
| |||
- Mukabele - Cüz
- Kuran Süreleri
- Kuran Meali
- Kuran Dersleri
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- Ders 01 - Diyanet
- Ders 02 - Diyanet
- Ders 03 - Diyanet
- Ders 04 - Diyanet
- Ders 05 - Diyanet
- Ders 06 - Diyanet
- Ders 07 - Diyanet
- Ders 08 - Diyanet
- Ders 09 - Diyanet
- Ders 10 - Diyanet
- Ders 11 - Diyanet
- Ders 12 - Diyanet
- Ders 13 - Diyanet
- Ders 14 - Diyanet
- Ders 15 - Diyanet
- Ders 16 - Diyanet
- Ders 17 - Diyanet
- Ders 18 - Diyanet
- Ders 19 - Diyanet
- Ders 20 - Diyanet
- Ders 21 - Diyanet
- Ders 22 - Diyanet
- Ders 23 - Diyanet
- Ders 24 - Diyanet
- Ders 25 - Diyanet
- Ders 26 - Diyanet
- Ders 27 - Diyanet
- Ders 28 - Diyanet
- Ders 29 - Diyanet
- Ders 30 - Diyanet
- Tecvidli Kuran Dersleri
- 00 - Giriş
- 01 - Harfler
- 02 - Harflerin Çıkış Yerleri
- 03 - Harekeler
- 04 - Harflerin Yazılışları
- 05 - Bitişmeyen Harfler
- 06 - Kalın ve İnce Harfler
- 07 - Peltek Harfler
- 08 - Cezm
- 09 - Şedde
- 10 - Tenvin
- 10.1 - Tevcid Kuralları
- 11 - Med Harfleri
- 12 - Elifin Yerini Tutan Vav ve Ya
- 13 - Çeker
- 14 - Meddi Tabii ve Meddi Feri
- 15 - Meddi Muttasıl
- 16 - Meddi Munfasıl
- 17 - Meddi Lazım
- 18 - Meddi Arız
- 19 - Meddi Lin
- 19.1 - Tekvin ve Nunu Sakin
- 20 - İhfa
- 21 - İzhar
- 22 - İklab
- 23 - İdğamı Mael Gunne
- 24 - İdğamı Bila Gunne
- 25 - İdğamı Misleyn
- 26 - Cezimli Mimin Okunuşu
- 27 - İğdamı Mütecaniseyn
- 28 - İğdamı Mütekaribeyn
- 29 - İğdamı Şemsiyye
- 30 - İzharı Kamerriye
- 31 - Kalkale
- 32 - Lafzatullahın Okunuşu
- 33 - Zamirin Okunuşu
- 34 - Ra Harfinin Okunuşu
- 35 - Sekte
- 36 - Hurufu Mukattaa
- 37 - Vakıf ve Durma işaretleri
- 38 - Küçük Nun ile Okuma
- Elmalılı Hamdi Tefsiri
- Submenu 4.4
- Submenu 4.5
- Submenu 4.6
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- İlmihal
- Submenu 5.1
- Submenu 5.2
- Hadis-i Şerif
- Kütüb-ü Sitte 1-100
- Kütüb-ü Sitte 101-200
- Kütüb-ü Sitte 201-300
- Kütüb-ü Sitte 301-400
- Kütüb-ü Sitte 401-500
- Kütüb-ü Sitte 501-600
- Kütüb-ü Sitte 601-700
- Kütüb-ü Sitte 701-800
- Kütüb-ü Sitte 801-900
- Kütüb-ü Sitte 901-1000
- Kütüb-ü Sitte 1001-1100
- Kütüb-ü Sitte 1101-1200
- Kütüb-ü Sitte 1201-1300
- Kütüb-ü Sitte 1301-1400
- Kütüb-ü Sitte 1401-1500
- Kütüb-ü Sitte 1501-1600
- Kütüb-ü Sitte 1601-1700
- Kütüb-ü Sitte 1701-1800
- Kütüb-ü Sitte 1801-1900
- Kütüb-ü Sitte 1901-2000
- Kütüb-ü Sitte 2001-2100
- Kütüb-ü Sitte 2101-2200
- Kütüb-ü Sitte 2201-2300
- Kütüb-ü Sitte 2301-2400
- Kütüb-ü Sitte 2401-2500
- Kütüb-ü Sitte 2501-2600
- Kütüb-ü Sitte 2601-2700
- Kütüb-ü Sitte 2701-2800
- Kütüb-ü Sitte 2801-2900
- Kütüb-ü Sitte 2901-3000
- Kütüb-ü Sitte 3001-3100
- Kütüb-ü Sitte 3101-3200
- Kütüb-ü Sitte 3201-3300
- Kütüb-ü Sitte 3301-3400
- Kütüb-ü Sitte 3401-3500
- Kütüb-ü Sitte 3501-3600
- Kütüb-ü Sitte 3601-3700
- Kütüb-ü Sitte 3701-3800
- Kütüb-ü Sitte 3801-3900
- Kütüb-ü Sitte 3901-4000
- Kütüb-ü Sitte 4001-4100
- Kütüb-ü Sitte 4101-4200
- Kütüb-ü Sitte 4201-4300
- Kütüb-ü Sitte 4301-4400
- Kütüb-ü Sitte 4401-4500
- Kütüb-ü Sitte 4501-4600
- Kütüb-ü Sitte 4601-4700
- Kütüb-ü Sitte 4701-4800
- Kütüb-ü Sitte 4801-4900
- Kütüb-ü Sitte 4901-5000
- Kütüb-ü Sitte 5001-5100
- Kütüb-ü Sitte 5101-5200
- Kütüb-ü Sitte 5201-5300
- Kütüb-ü Sitte 5301-5400
- Kütüb-ü Sitte 5401-5500
- Kütüb-ü Sitte 5501-5600
- Kütüb-ü Sitte 5601-5700
- Kütüb-ü Sitte 5701-5800
- Kütüb-ü Sitte 5801-5900
- Kütüb-ü Sitte 5901-6000
- Kütüb-ü Sitte 6001-6100
- Kütüb-ü Sitte 6101-6200
- Kütüb-ü Sitte 6201-6300
- Kütüb-ü Sitte 6301-6400
- Kütüb-ü Sitte 6401-6500
- Kütüb-ü Sitte 6501-6600
- Kütüb-ü Sitte 6601-6700
- Kütüb-ü Sitte 6701-6800
- Kütüb-ü Sitte 6801-6900
- Kütüb-ü Sitte 6901-7000
- Kütüb-ü Sitte 7001-7100
- Kütüb-ü Sitte 7101-7200
- Kütüb-ü Sitte 7201-7300
Lokman Suresi - Elmalılı Hamdi Tefsiri
31-LOKMAN:
1-5- Muhsinler (iyilik yapanlar)a bu Kur'ân'da
indirildiği şekilde amelde ihsan yapanlar. Bakara Sûresi'nin başında
"müttekiler için bir hidayettir." (Bakara, 2/2) buyurulmuştu. Burada
ise; "İhsanda bulunanlar için bir hidayet ve rahmettir" buyuruluyor.
Nişâbûrî tefsirinde der ki: "Burada 'muhsinin' (ihsanda bulunanlar)
denildiği için bir de rahmet ilâve buyurulmuştur. Çünkü ihsan derecesi takvanın
üzerindedir. Çünkü Peygamber (s.a.v.) "İhsan, Allah'ı görüyormuşsun gibi
O'na ibadet etmendir." buyurmuştur. Allah Teâlâ da "Allah, şüphesiz
müttekilerle ve ihsanda bulunan (iyilik yapan) kimselerle beraberdir."
(Nahl, 16/128) ve "İyilik ve güzel amel yapanlara, daha güzeli var ve bir
de fazlası vardır." (Yunus, 10/26) âyeti kerimeleriyle buna işaret
buyurmuştur. Burada "gaybe inanırlar." (Bakara, 2/3) kaydının
zikredilmemesi de bunu destekler.
6-10- Laf eğlencesi: Eğlence söz; insanı
oyalayan, işinden alakoyan sözler, asılsız hikâyeler, masallar, romanlar ve
tarih kılıklı efsaneler, güldürücü lâkırdılar, gevezelikler, nağmeler gibi
eğlendirici sesler. Bu âyetin iniş sebebinde deniliyor ki: Nadr b. Hâris
ticaretle Faris'e (İran'a) gidiyor. Acemlerin hikâyelerini, efsane kitaplarını
getiriyor ve bunları Kureyşe okuyarak: "Muhammed, size Âd ve Semûd
hikâyeleri söylüyor gelin ben size Rüstem'in, İsfendiyar'ın, Kisraların
hikâyelerini anlatayım." diyor ve bu şekilde birçoklarının Kur'ân
dinlemesine engel oluyordu. Bundan başka güzel bir şarkıcı câriye almış,
birinin müslüman olacağını işittiği zaman onu alıp câriyesine: "Haydi buna
yedir, içir, söyleyiver." der, böylece eğlendirip: "Gördün ya bu,
Muhammed'in çağırdığından, namazdan, oruçtan, onun önünde çarpışmaktan daha iyi
değil mi?" dermiş. İbnü Hatal da bir câriye almış, sövüp saymayı şarkı
olarak söylermiş. Âyetin sonunda "İşte onlar için..." diye çoğul kipi
getirilmesine bakılırsa, bunların hepsinin de âyetin iniş sebebinde dahil
olması gerekir. Tefsircilerin çoğu bunu şarkı ile tefsir etmişlerse de muhakkik
âlimlerin tercihi, açık şekliyle genel olmasıdır. Bununla birlikte burada asıl
kötülemenin hikmeti şununla anlatılmıştır: Bilmeyerek, Allah yolundan sapıtmak;
yani saptırdığını hissettirmeden, yaptığı işin sonunu sezdirmeden dini, ahlâkı
bozmak ve onu, yani Allah yolunu, hak dinini eğlence yerine tutmak için. Hafs,
Hamza, Kisâî, Yakub kırâetlerinde nasb ile (son harekesi üstün olarak),
diğerlerinde ref' ile (son harekesi ötre olarak) okunur. Bu durumda
"bilmeyerek" ifadesi "satın alır" kısmına bağlanabilirse de
nasb kırâetinde dalâlin (sapıtma) kaydı olması gerekir.
Ra'd Sûresi'nde "Allah O'dur ki, gökleri
gördüğünüz (şekilde) direksiz olarak yükseltti." (Ra'd, 13/2) âyetinin
tefsirine bakınız. Bu âyet, Allah Teâlâ'nın kuvvet ve hikmetini zihinlere
yerleştirmek suretiyle tevhidi hazırlıyor. Ve onun için "indirdik"
ile "verdik" ifadelerinde gaibden (üçüncü şahıstan) mütekellime
(birinci şahısa) iltifat buyuruluyor (dönülüyor).
11- İşte bu anlatılanlar, Allah'ın yarattığı.
Haydi gösterin bana ondan berikiler ne yaratmış? Hiç. Fakat o zalimler; yani
yaratma ve ilâhlık kavramlarına haksızlık ederek pek büyük zalim olan, Allah'a
ortak koşma suçunu işleyen müşrikler açık bir sapıklık içindedirler. Açık olan
bir gerçekten sapıyorlar ki, bunlarda iki yönden haksızlık ve şaşkınlık vardır.
Bir taraftan yaratılmışa yaratıcı kudreti isnad ederek, filan şunu yarattı,
falan şunu yarattı, diye yalan söylerler; bir taraftan da hiçbir şey yaratmadığı
bilinen şeylere taparlar.
Şimdi burada şöyle bir soru hatıra gelebilir:
İlim ve hikmet, fen ve sanat ile insanlar tarafından birtakım şeyler yapılmıyor
mu? Bunlar birer yaratma değil midir? denilebilir. Buna karşı hikmetin Allah
vergisi olduğu ve dolayısıyle hikmetle yapılan şeylerin de yaratıcısının Allah
olduğu bilinerek O'na şükredilmesi lazım geleceği ve hakîm (bilge) kişinin
görüşünde de şirkin çok büyük bir zulüm olduğu anlatılarak buyuruluyor ki:
Meâl-i Şerif
12- Andolsun ki biz, Lokman'a "Allah'a
şükret!" diye hikmet verdik. Kim şükrederse kendi iyiliğine eder. Kim de
nankörlük ederse, şüphesiz ki Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, daima
övülmeye layıktır.
13- Hani bir zaman Lokman, oğluna öğüt vererek
demişti ki: "Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma, çünkü Allah'a ortak koşmak
(şirk), elbette büyük bir zulümdür."
14- Gerçi biz insana, anasına ve babasına
itaati de tavsiye ettik. Anası onu zayıflık üstüne zayıflıkla taşıdı. Onun
sütten ayrılması da iki yıl içindedir. (Biz insana): "Bana, anana ve
babana şükret" diye de tavsiye ettik. Dönüş, ancak banadır.
15- Bununla beraber eğer her ikisi de
bilmediğin bir şeyi, bana ortak koşman hususunda seni zorlarsa, onlara itaat
etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin ve bana yönelenlerin yolunu tut. Sonra
dönüşünüz ancak banadır. O zaman ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim.
16- "Yavrucuğum! Haberin olsun ki,
yaptığın bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kaya içinde veya göklerde,
yahut yerin dibinde gizlense, Allah onu getirir, mizanına kor. Çünkü Allah en
ince şeyleri bilir, her şeyden haberdardır."
17- "Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği
emret, kötülükten sakındır. Başına gelenlere sabret, çünkü bunlar, azmi
gerektiren işlerdendir."
18- "Hem insanlara karşı avurdunu şişirme
(kibirlenme) ve yeryüzünde çalımla yürüme. Çünkü Allah övünen ve kuruntu
edenlerin hiçbirini sevmez.
19- Yürüyüşünde tabii ol, sesini alçalt, çünkü
seslerin en çirkini elbette eşeklerin sesidir.
12- Şanım hakkı için Lokman'a hikmet verdik. Lokman
Hakîm'in kim olduğu hakkındaki rivayetlerin özü, Ebus-Suud'un nakline göre
şudur: "Lokman b. Bâurâ ki, Azer evladından olup, Eyyub (a.s.)ın kız
kardeşinin veya teyzesinin oğlu imiş. Uzun zaman yaşamış, Davud (a.s.)a
yetişmiş ve ondan ilim almış ve onun peygamber oluşundan önce fetva da
verirmiş. Sanat sahibiymiş. İsrailoğullarında kadılık ettiği de
söylenmiş." Bazıları bunun bir peygamber olduğunu söylemişlerse de,
çoğunluğun görüşüne göre peygamber değil, bir hakîm (bilge) idi. İbnü Rüşdün "Tehâfüt"ünde
dediği gibi her nebî hakîm ise de her hakîm nebî değildir.
"Allah, hikmeti dilediğine verir. Her
kime hikmet verilirse ona birçok hayır verilmiş olur." (Bakara, 2/269)
âyetinde hikmetin tarifi hakkında geniş açıklama geçmişti. Burada da diyorlar
ki, "âlimlerin örfünde hikmet; insan nefsinin teorik ilimleri iktibas
edip, tatbikatta üstün fiilleri gücü ölçüsünde tam bir meleke kazanarak kemale
erdirmesidir." Yani hikmet, bazen teorik ve bazen bilimsel olarak tarif
edilirse de tam mânâsıyla hikmet, illet ve sebepleri bilerek, gayeye isabet
edecek şekilde ameli ilme, ilmi amele uydurmaktır. Bunun için kendine hikmet
verilene birçok hayır verilmiş olduğu beyan buyurulmuştur. Allah Teâlâ'nın
âlemde hikmetiyle koyup tahsis buyurduğu sebepleri ve hükümleri, yani kanunları
keşfederek ondan birtakım ilmî sonuçlar çıkarma yeteneği, şüphe yok ki,
Allah'ın büyük bir vergisidir. Hakîm (bilge) olan kimseye yakışan da ilim ve
amel bakımından bunun şükrünü yerine getirmektir. Nitekim şöyle buyuruluyor:
Lokman'a hikmeti verdik ki, şükret Allah'a diye. Bu şükrün ilmî yönü önce o
hikmetin, Allah Teâlâ'nın bir vergisi olduğunu bilerek Allah'ı şirkten tenzih
etmektir. Amelî yönü de işlerinde takip ettiği gaye ve maksatlarında kendi
heveslerini değil, Allah'ın rızasını gözetmektir. Ve her kim şükrederse sırf
kendi lehine şükretmiş olur. Çünkü sonunda faydası kendine ait olur. Fakat
kendine hikmet verilenler içinde nankörlük ederek küfre sapanlar da bulunduğuna
işaret ile buyuruluyor ki:
Ve her kim de nankörlük ederse; o hikmeti
Allah'tan bilmeyip de, ben yapıyorum, ben yaratıyorum diyerek şükretmez de
suistimal ederse kendi aleyhine etmiş olur. Çünkü Allah ganidir, ihtiyacı
yoktur, hem hamiddir, zatında övgüye layıktır. Hamiddir, hiç kimse övmese bile
kendini övmesini bilir. Yahut mahmuddur, bütün yaratıklar O'na, kendi hal
lisanlarıyla hamdederler. Filan filozof hikmet adına küfre düşerse O'na hiçbir
zarar eriştiremez, kendi kınanmış olur.
13- Bu taksimden sonra Lokman'ın şükrünü nasıl
yerine getirdiğine dair hikmet ve ahlaktan bir iki örnek anlatılarak
buyuruluyor ki: Ve hani, yani unutma, daima an o vakti ki, Lokman da oğluna
dedi. O'na vaaz ediyordu; öğüt veriyordu. Ragıb'ın açıklamasına göre, vaaz,
korkutmaya yakın bir sıkıştırmadır. İmam Halil ise kalbi inceltecek şekilde hayrı
hatırlatmak demiştir ki, daha güzeldir. Oğulcuğum, yavrum dedi, Allah'a şirk
koşma çünkü şirk, çok büyük bir zulümdür. Yahut and olsun ki şirk, çok büyük
bir zulümdür. Önce bir zulüm, bir haksızlıktır. Çünkü zulüm, bir şeyi yerinden
başa bir yere koymaktır. Allah'ın hakkını, Allah'tan başkasına vermektir. Aynı
zamanda "Andolsun ki biz Âdemoğullarını üstün bir şerefe nail
kıldık.." (İsrâ, 17/70) âyetinin ifadesince Allah'ın şerefli kıldığı,
şeref verdiği insan nefsini mahlûka ibadet ettirerek alçak ve zelil kılmaktır.
İkinci olarak büyük bir zulümdür. Çünkü bu mabutluğu hiç yeri olmayan ve
olmasına hiçbir şekilde imkan bulunmayan bir mevkiye koymaktır. Zira Zeyd'in
malını alıp da Amr'e vermek zulümdür. Çünkü Zeyd'in malını Amr'ın eline
koymaktır. Fakat hibe veya satış gibi temlik (milk yapma) sebeplerinden
birisiyle o malın önceden veya sonradan Amr'ın milki olabilmesi, mümkündür.
Halbuki şirk koşmak mabudluğu Allah'tan başkasına vermektir. Allah'tan
başkasının ise mabud olmasına hiçbir şekilde cevaz ve imkan yoktur.
14- "Biz insana vasiyet ettik..." Bu
iki âyet, Lokman'ın öğütlerini hikâye esnasında ve şirki yasaklamayı tekit
akışı içersinde söz münasebeti suretiyle mu'teriza (ara cümlesi) halinde başlı
başına ilâhî bir kelamdır. Rivayet edildiğine göre Sa'd b. Ebî Vakkas (r.a.)
ile anası hakkında inmiştir. Şöyle ki: Adı geçen anasına itaat eden bir
kimseydi. İslâm'a girdiği zaman anası: "Ey Sad! Sen ne yaptın? Eğer sen bu
yeni dini bırakmazsan yemin olsun ki, ben yemem, içmem, nihayet ölürüm. Sen de
benim yüzümden 'Hey anasının katili!' diye kötü bir isimle anılırsın demiş. O
da: 'Yapma ana, ben bu dini hiçbir şey için terketmem' demiş. Anası da iki gün,
iki gece yememiş, kuvvetten düşmüş. Bunu gören Sa'd, 'Anneciğim! Bilesin ki,
vallahi yüz canım olsa da birer birer çıksa, ben bu dini hiçbir şey için terk
edemem, artık dilersen ye, dilersen yeme, demiş. Bunun üzerine anası yemeğini
yemiş. İşte bu iki âyet veyahut ikinci âyet bu sebeple inmiştir.
Vehin, vehin üstüne, bu sıfat tamlaması
"ana"dan haldir. Vehn, harekette zayıflıktır. Yani anası günden güne
ağırlaşmak suretiyle zayıflık, zayıflık üstüne. Süt kesimi de iki yıldadır.
Bunun zahirinden emzik süresinin en çoğunun iki sene olduğu anlaşılıyor ki,
İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed ile İmam Şâfiî'nin görüşleridir. Fakat İmam-ı
Azam, ihtiyat olmak üzere Ahkâf Sûresi'nde gelecek olan "Ana karnında
taşınması ile sütten kesilmesi otuz aydır." (Ahkaf, 46/15) âyeti ile otuz
ay olduğunu söylemiştir. Bununla beraber fetva İmameyn'in görüşüne göredir.
Şükret diye. Bununla "vasiyet ettik" ifadesi tefsir ediliyor. Yani
şöyle, diye tavsiye ettik ki, şükret. Bana ve anana babana. Birisi peygamber
(s.a.v.)e "Ben kime iyilik edeyim?" diye sormuştu. Buyurdu ki:
"Anana, sonra yine anana, sonra yine anana. Ya ondan sonra?" dedi,
"babana" buyurdu. Anaya babaya şükür, haklarını gözetmek, itaat ve
iyilikte bulunmak ve dua etmektir. İsrâ Sûresi'nde özellikle açıklanmıştır.
(İsrâ, 17/23-24. âyetlerin tefsirine bkz.) Dönüş ise banadır. Yani şükredip
etmediğinizi o zaman ben sorarım. Bu cümle, Allah'a şükrün daha önemli ve önce
olduğunu anlatmak suretiyle ikinci âyetin hükmüne bir hazırlıktır.
15- Bununla beraber, yani anaya babaya da
şükrü insana tavsiye etmiş olmamızla beraber, onlar seni bana şirk koşasın diye
zorlarlarsa sence hakkında hiçbir bilgi olmayan, yani hiçbir ilimde yeri
olmayıp, imkansız olan şirki isnad ettirmek üzere seni sıkıştırırlarsa o
hususta ikisine de itaat etme de onlara normal şekilde yardımcı ol. Yani günaha
iştirak etmeksizin şeriatın razı olacağı iyilik ve insanlığın gerektireceği
şekilde beraberlerinde bulun. Mesela yemek, içmek, giymek gibi ihtiyaçlarını
düzene koymak, eziyet etmemek, ağır söylememek, hastalıklarına bakmak,
vefatlarında defnetmek gibi dünyaya ait yardımlarını yap. Din işine gelince
bana yönelmiş olan samimi, ihlâslı tek Allah'a inanan kimsenin yolunu tut.
Sonra hepinizin dönüşü banadır, o zaman ben size neler yaptığınızı haber
vereceğim.
16- Yavrum, gerçekten o yaptığın iyilik veya
kötülük "Bir hardal tanesi kadar da olsa..." Yani ne kadar küçük ve
gizli ve ne kadar yüksek veya alçak olursa olsun Allah onu getirir, ahirette
karşına kor. Çünkü Allah latîftir. Lütuf ve inceliği çok; kudreti en ince, en
gizli şeylere yetişir. İlmi ile hepsini bilir.
17- Yavrum, namazı devamlı kıl, kendini
erdirmek için iyiliği emredip, kötülükten sakındır. Diğerlerini kemale
erdirmek, toplumu doğruluğa götürmek için başına gelene de sabret. Yani iyliği
emredip, kötülüğü yasaklamak kolay değildir. O yüzden başına birtakım
musîbetlerin gelmesi düşünülür ki, onlara sabretmek gerekir.
Umeyr b. Habîb (r.a.) hazretleri oğullarına
vasiyetinde demiştir ki: "Herhangi biriniz, iyiliği emredip kötülükten
menetmek isterse, ondan önce işkenceye hazırlansın ve Allah'dan sevab
geleceğine kesin kanaat edinsin. Çünkü her kimin Allah'dan sevaba kesin kanaati
olursa dokunan eziyeti duymaz." Çünkü bu işlerin her birisi azmedilecek büyük
işlerdendir.
18- Ve insanlara karşı avurdunu şişirme; avurt
etme, yani böbürlenip kibirlenme.
SA'R; bir hastalıktır ki, develeri yakalar da
boyunlarını büker. Şu halde "tas'ir" boynu dertli deve gibi başını
yana bükmek demek olur ki, kibirli kimselerin âdetidir. Dilimizde buna avurt
etmek veya kasılmak denir. Buna, insanlara yanağını eğme, boyun eğme, yani
kendini küçük düşürme mânâsını veren de olmuştur. Bu da muhtemel olmakla
beraber, üstündeki ve altındaki ifadeye uygun olan birincisidir. Yani iyiliği emredip,
kötülüğü yasaklamakla beraber kibirlenme. Ve yeryüzünde çalımla yürüme. Çünkü
Allah kurulanın, öğünenin hiçbirini sevmez.
19- Gidişinde orta yolu tut. Sesinden de biraz
indir. Söylerken bağırma. Çünkü seslerin en beti, en hoşa gitmeyen tatsızı
herhalde eşeklerin sesidir.
Lokman'a hikmetin şükür için verildiği
anlatıldıktan ve oğluna öğüdüyle hikmet ve şükründen bazı örnekler
gösterildikten sonra, genel olarak insanlığa olan ilâhî nimetleri hatırlatıp,
nankör kâfirlerin zulüm ve sapıklığını bildirmekle tevhid ve şükre davet için
buyuruluyor ki:
Meâl-i Şerifi
20- Görmediniz mi ki, Allah göklerde ve yerde
ne varsa hepsini sizin hizmetinize vermiş, gizli ve açık olarak nimetlerini
üzerinize yaymıştır. Bununla beraber insanlar içinde kimi de var ki, ne bir
ilme, ne bir mürşide ve ne aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında
mücadele ediyor.
21- Onlara: "Allah'ın indirdiğine tabi
olun!"dendiği zaman: "Hayır, biz atalarımızı neyin üzerinde bulduksa,
onun ardınca gideriz." diyorlar. Ya şeytan onları cehennnem azabına
çağırıyor idiyse de mi onlara uyacaklar?
22- Oysa her kim iyilik yaparak yüzünü
tertemiz Allah'a tutarsa, o gerçekten en sağlam kulpa yapışmıştır. Öyle ya
bütün işlerin sonu Allah'a dayanır.
23- Kim de inkâr ederse, artık onun inkârı
seni üzmesin. Onlar dönüp bize gelecekler. O zaman biz onlara bütün
yaptıklarını haber vereceğiz. Gerçekten Allah, bütün kalblerin özünü bilir.
24- Biz onlara biraz zevk ettiririz de sonra
kendilerini ağır bir azaba zorlarız.
25- Andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri
kim yarattı?" diye sorsan, elbette "Allah" diyecekler.
"Allah'a hamd olsun." de. Fakat onların çoğu bilmezler.
26- Göklerde ve yerde ne varsa hepsi
Allah'ındır. Gerçekten Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, daima övülmeye
lâyıktır.
27- Eğer yeryüzündeki ağaçlar hep kalem olsa,
deniz de arkasından yedi deniz daha kendisine destek olduğu halde mürekkep
olsa, yine de Allah'ın kelimeleri yazmakla tükenmez. Şüphesiz ki Allah çok
güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
28- Sizin yaratılmanız da tekrar diriltilmeniz
de ancak bir tek nefsin yaratılması ve tekrar diriltilmesi gibidir. Gerçekten
Allah her şeyi işitir ve görür.
29- Görmedin mi ki, Allah geceyi gündüze
sokuyor, gündüzü geceye sokuyor. Güneş ile ayı da emrine boyun eğdirmiştir. Her
biri belirli bir süreye kadar akıp gidiyor. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan
haberdardır.
30- Bu da şundandır ki, Allah hakkın ta
kendisidir. (İnsanların) O'ndan başka taptıkları ise mutlaka batıldır. Şüphesiz
ki Allah, çok yücedir, çok büyüktür.
20-30- Bu âyetin tefsiri için bkz. (Kehf,
18/109)
Meâl-i Şerifi
31- Görmedin mi ki Allah, âyetlerinden bir
kısmını size göstersin diye gemiler, Allah'ın nimetiyle denizde akıp gidiyor.
Şüphesiz bunda çok sabredenler ve çok şükredenler için nice ibretler vardır.
32- Onları kara bulutlar gibi bir dalga
sardığı zaman, dini yalnız kendisine has kılarak Allah'a yalvarırlar. Onları
kurtarıp karaya çıkardığı zaman ise içlerinden doğru giden de bulunur. Bizim
âyetlerimizi öyle nankör gaddarlardan başkası inkâr etmez.
33- Ey insanlar! Rabbinizden sakının ve bir
günden korkun ki, baba çocuğuna hiçbir fayda veremez. Çocuk da babasına hiçbir
şeyle fayda sağlayacak değildir. Şüphesiz Allah'ın vaadi gerçektir. O halde
dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o çok aldatıcı şeytan sizi Allah'ın affına
güvendirerek aldatmasın.
34- Şüphesiz ki, kıyamet saatinin bilgisi
Allah yanındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde ne varsa (erkek veya dişi
oluşunu, renk ve özelliklerini) O bilir. Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını
bilmez. Hiçbir kimse hangi yerde öleceğini de bilemez. Şüphesiz ki Allah her
şeyi hakkıyla bilir, her şeyden haberdardır.
31-33- Gaddar, yani sözünde durmayıp, ahdini
çokça bozan demektir.
34- "Kıyamet saatinin bilgisi Allah
katındadır..." Abdullah b. Ömer (r.a.)dan rivayet edilmiştir: Resulullah
(s.a.v.): "Gaybın anahtarları beştir, onları ancak Allah bilir."
buyurmuş ve bu âyeti okumuştur. Rivayet edildiğine göre Hâris b. Ömer adında
bir adam Resullulah (s.a.v.) hazretlerine gelmiş "Ya Muhammed! Kıyametin
kopması ne zaman? Beldelerimiz kuraklıktan sıkıldı, bolluk ne zaman? Karımı
gebe bıraktım, ne doğuracak? Bugün kazandığımı biliyorum, yarın ne kazanacağım?
Nerede doğduğumu biliyorum, fakat nerede öleceğim?" diye sormuş. Bu âyet
bu sebeple inmiştir. Demek ki, âyet, sorulan bir sorunun cevabıdır. Fakat
kendisinden önceki âyetlere göre de mukadder (gizli) bir sorunun cevabıdır.
Çünkü Rûm Sûresi'nin sonunda "Kıyamet kopacağı gün günahkârlar yemin
ederler..." (Rûm, 30/55) buyurulduğu gibi, burada da "Bir günden
korkun ki, baba çocuğuna hiçbir fayda veremez." buyurulması üzerine
şüphesiz ki o gün, o saat ne zaman? diye bir soru hatıra gelebileceğinden
bununla, ona cevap verilmiş oluyor.
Burada Fahreddin Râzî der ki: "Bazı
tefsirciler, Allah Teâlâ bu âyet ile beş şeyi bilmeyi başkasından menetti,
diyorlar. Gerçi öyle ama maksat o değildir. Çünkü Allah Teâlâ, mesela tufan
zamanında bir kum yığınındaki cevher-i ferdi (bir atomu) ve rüzgarın onu
doğudan batıya kaç kere naklettiğini ve nerede bulunduğunu bilir, bunu başkası
bilemez. Şu halde bu beş şeyi anmadaki tahsisin izah şekli yoktur. Bu hususta
doğru olan şudur ki, "bir günden korkun" buyurulması, "gerçekten
Allah'ın vaadi haktır" diye o günün mutlaka olacağının tekid edilmesi üzerine,
o gün ne zaman? diye gelecek bir soruya karşı şu şekilde cevap veriliyor:
"Onu Allah'tan başkası bilmez ve fakat muhakkak olacaktır."
deniliyor. Ve kaç defalar geçtiği üzere tekrar dirilme hakkında iki delil de
zikrediliyor:
Birincisi, yeryüzünün ölümünden sonra tekrar
dirilmesidir. Nitekim yukarıda: "Halbuki onlar, daha önce üzerlerine
yağmur indirilmeden evvel ümidi kesmişlerdi. Şimdi bak Allah'ın rahmetinin
eserlerine! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki, O,
mutlaka ölüleri diriltir." (Rûm 30/49/50) buyurulmuştu. Ve "O,
yeryüzünü ölümünden sonra tekrar diriltir. Sizler de (kabirlerinizden) işte
öyle çıkarılacaksınız." (Rûm, 30/19) buyurulmuştu. Burada da şöyle
denilmiş oluyor: "Ey soru soran! Sen onun zamanını bilemezsin, fakat o
olacak, Allah, ona kâdirdir. Nasıl ki o yeryüzünü ölmüşken diriltiyor yağmuru
indiriyor...
İkincisi, yaratılışın başlangıcıdır.
"Yaratmayı ilkin yapan, sonra onu çevirip yeniden yapacak olan
O'dur." (Rûm, 30/27), "De ki: Yeryüzünde bir gezin de bakın, O
yaratılışı nasıl başlatmıştır! Sonra Allah, ahiret dirilişini de böyle
yapacaktır." (Ankebut, 29/20) buyurduğu gibi, burada da "O,
rahimlerde ne varsa bilir." buyuruyor. Yani sen onu bilmezsen de o
olacaktır, Allah'ın ona gücü yeter. Rahimlerdekini bilip yarattığı gibi,
ruhamdan (taştan) yaratmasını da bilir..." Camiu's-Sağir'de "Beş şey
vardır ki, onları Allah'tan başkası bilmez." diye gelen Büreyde hadisinde
"Münâvi kebir" şerhinde der ki: "Yani bu beş şeyi Allah'tan
başkası, hem genel, hem de parça olarak ihatalı ve şümullü bir şekilde (bütün
özellik ve incelikleriyle) bilemez."
Şu halde Allah Teâlâ'nın, bazı ileri gelen
kullarına, hatta bu beşten bazı gayıb şeyleri bildirmesine ters olmaz. Çünkü o
sınırlı parçalardandır. Mûtezile'nin bunu inkâr etmesi de manasızdır. Bir de
Buharî'de Enes b. Malik (r.a.)den rivayet olunduğu üzere Hz. Peygamber (s.a.v.)
buyurmuştur ki: "Allah Teâlâ rahime bir melek görevlendirmiştir. Ya Rab!
Bir damla su, ya Rab! Yapışkan bir parça, ya Rab! Bir çiğnem et der. Allah
Teâlâ da yaratma işini yerine getirmeyi dilediği zaman erkek mi, dişi mi, azgın
mı, itaatkâr mı? Rızkı ne, eceli ne? söyler, anası karnında bunlar yazılır. O
zaman onu, o melek ve Allah Teâlâ'nın kullarından dilediği kimseler de bilir."
Demek ki bazılarının bu şekilde bile bilmesi anlatılan tahsise (onları bilmenin
Allah'a mahsus olduğuna) aykırı değildir. Çünkü Allah'a mahsus olan ilim,
gaybda iken her birinin durumlarına geniş ve teferruatlı bir şekilde vakıf olan
tam ve mükemmel ilimdir. Meleklerin ve bazı ileri gelen kimselerin bilebileceği
ilim ise, az çok delili ortaya çıkmış bir şekildeki eksik ilimdir. Aynı şekilde
bulut, rüzgar, barometre gibi bazı işaretlerden yağmura, ceninin bazı konum ve
hareketlerinden erkek veya dişi olduğuna intikal etmek şeklinde meydana gelen
ve zanna dayanan şeylerle delil getirmek de buna ters değildir. Çünkü zan, ilim
değildir. İlim, şüphesiz olandır.
Âyetteki tahsisin izahına gelince, Âlusî'nin
açıkladığına göre bunun sebebi ve dayanağı, "Allah" yüce isminin öne
alınmasıyla haberlerin, cümle halinde hükmü kuvvetlendirme tarzında
bulunmasında gözetilmiştir. Fakat birinci cümlenin haberinde
"yanında" zarfının öne alınmasıyla kasr (tahsis) açık ise de,
diğerlerinde cümlenin mânâsıyla az çok işaret halindedir ki, mânâ şu oluyor: O
saat ne zaman? denilirse Şüphesiz Allah ki, (kıyamet) saatinin bilgisi ancak
O'nun yanındadır. Ve yağmuru o indirir. O halde ne zaman, nereye, ne kadar ve
ne şekilde yağdıracağını da tam olarak o bilir. O halde öldükten sonra dirilmenin
ne zaman olacağını da ancak O bilir. Bütün rahimlerdekini de O bilir. Erkek mi,
dişi mi? beyaz mı, kırmızı mı? tam mı, eksik mi? Her birinin özellikleri nedir?
Bütün rahimlerdekinin tafsilâtını O bilir. Dolayısıyla kabirlerdekinin de
tafsilâtını O bilir. O yaratan, diriltir. Ve hiçbir kimse yarın ne kazanacağını
kestiremez. Yani ileride başına ne geleceğini, eline ne geçeceğini, iyilik mi
kötülük mü kazanacağını kendi gayretiyle bilemez. Yine hiçbir kimse; gerek iyi,
gerek kötü kim olursa olsun hangi yerde öleceğini kestiremez. Küçük kıyameti
bilemez, büyük kıyameti nerede bilecek? Fakat Allah'a gelince Şüphe yok ki
Allah, her şeyi bilir, her şeyden haberdardır. Olmuşu, olacağı, görüleni,
görülmeyeni, açığı, gizliyi hepsini bilir, hepsinden haberdardır.
Son iki fıkrada "ilim" yerine
"dirayet" tabir edilmiş olduğu ve Allah Teâlâ'nın ilmine
"dirayet" denmesi caiz olmadığı için, burada Allah'ın ilmi ayrıca
belirtilerek tahsisi, böyle menfilik ve müsbetlikle (olumluluk ve olumsuzlukla)
ifade edilmiştir. "Allah'ım! Güzel bir şekilde tamamlamayı bize
kolaylaştır."
Lokman Sûresi ile gelen irşad ve davetin
hatırlatılmasının, bir Secde Sûresi ile takib edilmesi ne güzeldir!
----
Kategoriler
Hatim - Mukabele | Kuran Suresi | Kuran Meali | Kuran Öğreniyorum |
Lokman Suresi - Elmalılı Hamdi Tefsiri - Kuran Hatim sayfasını izlemektesiniz.
Kur’an’ı Kerim
Allah tarafından gönderilen ilahi kitapların sonuncusu olan Kur’an’ı Kerim, son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v.) indirilmiştir. Sözlükte toplamak, okumak, bir araya getirmek anlamına gelen Kur’an, terim olarak şöyle tarif edilir:
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi Kitapların Özelliği
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
KUR’AN’IN NÜZÛLÜ (İNDİRİLMESİ)
Kur’an-ı Kerim, Yüce Allah’tan Hz.Peygamber’e Cebrail aracılığıyla, vahiy yoluyla indirilmiştir. Kolayca ezberlenmesi, kısa zamanda insanlara ulaşması, manasının kolaylıkla anlaşılması, inançların ve hükümlerin müminlerin kalbinde yavaş yavaş kuvvetlenip kökleşmesi için Kur’an bir defada toptan indirilmemiş, yaklaşık yirmi üç senede, peyderpey indirilmiştir.
KURAN-I KERİM NASIL OKUNMALI? KURAN-I KERİM EN GÜZEL NASIL OKUNUR?
Kuran okurken dikkat edilmesi gerekenler
Kuran-ı Kerim'i doğru bir şekilde okumak için harflerin üzerilerindeki uzatmalarına ve mahreç yerlerine dikkat etmek oldukça önemlidir. Harflerin okunuşunu değiştiren medler yani uzatmalar kişinin Kuran-ı Kerim'i nağmeli okumasını sağlamaz. Nağmeli bir şekilde okumak demek, kişinin Kuran-ı Kerim'i okurken oluşturduğu güzel sesiyle dinleyicilerin gönlüne hitap etmesidir.
Nağmeli okunan bir ayet ise insanlara karşı Kuran-ı Kerimin daha fazla okunup, daha fazla dinlenmesini teşvik eder.