Elmalılı Hamdi Tefsiri - Kuranı Kerim
| |||
- Mukabele - Cüz
- Kuran Süreleri
- Kuran Meali
- Kuran Dersleri
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- Ders 01 - Diyanet
- Ders 02 - Diyanet
- Ders 03 - Diyanet
- Ders 04 - Diyanet
- Ders 05 - Diyanet
- Ders 06 - Diyanet
- Ders 07 - Diyanet
- Ders 08 - Diyanet
- Ders 09 - Diyanet
- Ders 10 - Diyanet
- Ders 11 - Diyanet
- Ders 12 - Diyanet
- Ders 13 - Diyanet
- Ders 14 - Diyanet
- Ders 15 - Diyanet
- Ders 16 - Diyanet
- Ders 17 - Diyanet
- Ders 18 - Diyanet
- Ders 19 - Diyanet
- Ders 20 - Diyanet
- Ders 21 - Diyanet
- Ders 22 - Diyanet
- Ders 23 - Diyanet
- Ders 24 - Diyanet
- Ders 25 - Diyanet
- Ders 26 - Diyanet
- Ders 27 - Diyanet
- Ders 28 - Diyanet
- Ders 29 - Diyanet
- Ders 30 - Diyanet
- Tecvidli Kuran Dersleri
- 00 - Giriş
- 01 - Harfler
- 02 - Harflerin Çıkış Yerleri
- 03 - Harekeler
- 04 - Harflerin Yazılışları
- 05 - Bitişmeyen Harfler
- 06 - Kalın ve İnce Harfler
- 07 - Peltek Harfler
- 08 - Cezm
- 09 - Şedde
- 10 - Tenvin
- 10.1 - Tevcid Kuralları
- 11 - Med Harfleri
- 12 - Elifin Yerini Tutan Vav ve Ya
- 13 - Çeker
- 14 - Meddi Tabii ve Meddi Feri
- 15 - Meddi Muttasıl
- 16 - Meddi Munfasıl
- 17 - Meddi Lazım
- 18 - Meddi Arız
- 19 - Meddi Lin
- 19.1 - Tekvin ve Nunu Sakin
- 20 - İhfa
- 21 - İzhar
- 22 - İklab
- 23 - İdğamı Mael Gunne
- 24 - İdğamı Bila Gunne
- 25 - İdğamı Misleyn
- 26 - Cezimli Mimin Okunuşu
- 27 - İğdamı Mütecaniseyn
- 28 - İğdamı Mütekaribeyn
- 29 - İğdamı Şemsiyye
- 30 - İzharı Kamerriye
- 31 - Kalkale
- 32 - Lafzatullahın Okunuşu
- 33 - Zamirin Okunuşu
- 34 - Ra Harfinin Okunuşu
- 35 - Sekte
- 36 - Hurufu Mukattaa
- 37 - Vakıf ve Durma işaretleri
- 38 - Küçük Nun ile Okuma
- Elmalılı Hamdi Tefsiri
- Submenu 4.4
- Submenu 4.5
- Submenu 4.6
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- İlmihal
- Submenu 5.1
- Submenu 5.2
- Hadis-i Şerif
- Kütüb-ü Sitte 1-100
- Kütüb-ü Sitte 101-200
- Kütüb-ü Sitte 201-300
- Kütüb-ü Sitte 301-400
- Kütüb-ü Sitte 401-500
- Kütüb-ü Sitte 501-600
- Kütüb-ü Sitte 601-700
- Kütüb-ü Sitte 701-800
- Kütüb-ü Sitte 801-900
- Kütüb-ü Sitte 901-1000
- Kütüb-ü Sitte 1001-1100
- Kütüb-ü Sitte 1101-1200
- Kütüb-ü Sitte 1201-1300
- Kütüb-ü Sitte 1301-1400
- Kütüb-ü Sitte 1401-1500
- Kütüb-ü Sitte 1501-1600
- Kütüb-ü Sitte 1601-1700
- Kütüb-ü Sitte 1701-1800
- Kütüb-ü Sitte 1801-1900
- Kütüb-ü Sitte 1901-2000
- Kütüb-ü Sitte 2001-2100
- Kütüb-ü Sitte 2101-2200
- Kütüb-ü Sitte 2201-2300
- Kütüb-ü Sitte 2301-2400
- Kütüb-ü Sitte 2401-2500
- Kütüb-ü Sitte 2501-2600
- Kütüb-ü Sitte 2601-2700
- Kütüb-ü Sitte 2701-2800
- Kütüb-ü Sitte 2801-2900
- Kütüb-ü Sitte 2901-3000
- Kütüb-ü Sitte 3001-3100
- Kütüb-ü Sitte 3101-3200
- Kütüb-ü Sitte 3201-3300
- Kütüb-ü Sitte 3301-3400
- Kütüb-ü Sitte 3401-3500
- Kütüb-ü Sitte 3501-3600
- Kütüb-ü Sitte 3601-3700
- Kütüb-ü Sitte 3701-3800
- Kütüb-ü Sitte 3801-3900
- Kütüb-ü Sitte 3901-4000
- Kütüb-ü Sitte 4001-4100
- Kütüb-ü Sitte 4101-4200
- Kütüb-ü Sitte 4201-4300
- Kütüb-ü Sitte 4301-4400
- Kütüb-ü Sitte 4401-4500
- Kütüb-ü Sitte 4501-4600
- Kütüb-ü Sitte 4601-4700
- Kütüb-ü Sitte 4701-4800
- Kütüb-ü Sitte 4801-4900
- Kütüb-ü Sitte 4901-5000
- Kütüb-ü Sitte 5001-5100
- Kütüb-ü Sitte 5101-5200
- Kütüb-ü Sitte 5201-5300
- Kütüb-ü Sitte 5301-5400
- Kütüb-ü Sitte 5401-5500
- Kütüb-ü Sitte 5501-5600
- Kütüb-ü Sitte 5601-5700
- Kütüb-ü Sitte 5701-5800
- Kütüb-ü Sitte 5801-5900
- Kütüb-ü Sitte 5901-6000
- Kütüb-ü Sitte 6001-6100
- Kütüb-ü Sitte 6101-6200
- Kütüb-ü Sitte 6201-6300
- Kütüb-ü Sitte 6301-6400
- Kütüb-ü Sitte 6401-6500
- Kütüb-ü Sitte 6501-6600
- Kütüb-ü Sitte 6601-6700
- Kütüb-ü Sitte 6701-6800
- Kütüb-ü Sitte 6801-6900
- Kütüb-ü Sitte 6901-7000
- Kütüb-ü Sitte 7001-7100
- Kütüb-ü Sitte 7101-7200
- Kütüb-ü Sitte 7201-7300
Fatır Suresi - Elmalılı Hamdi Tefsiri
35-FATIR:
1- Göklerin ve yerin yaratıcısı, yani bütün
alemi yokken yaratan, fıtratını ilk başta yoktan var eden yahut yaran, yoktan
varlığa çıkaran ve yine yaratacak, "Gök yarıldığı zaman." (İnşikak,
84/1) ve "Gök yarıldığı zaman." (İnfitar, 82/1) hükmünü yerine
getirecek olan.
En'am Sûresi'nde de geçtiği üzere,
"Fatara" aslında yarmak mânâsınadır. Rağıb, uzunluğuna yarmak der.
Bundan daha önce örneği geçmeksizin ilk olarak yaratmak mânâsına meşhur
olmuştur. Bu mânâya göre "Fatır" ilk yaratmaya göredir. Ve di'li
geçmiş zaman mânâsına olacağı için, izafet-i maneviye olarak "marife"
olup Allah kelimesine sıfat olmuştur. Bu şekilde ahirete, ikinci yaratılmaya
işareti, intikalî ve istidlalî olmuş olur. Bununla birlikte bazı tefsir
bilginlerinin dediği gibi, yarmak mânâsından ismi fail olması da mümkündür. Bu
şekilde biz bundan "Gök yarıldığı zaman" (İnfitar, 82/1) ifadesindeki
"İnfitar"ı (yarılmayı) da anlamak isteriz ki, bu durumda ahiret
yaratılması dahi açıklanmış olur. Ancak yaratacak demek olan bu mânâ gelecek
zamana ait olduğu için, "Fatır" dilbilgisi açısından amil (başka
kelimelerde amel eden) olarak "lafzî izafet" olacağından marifelik
kazanmaz ve Allah ismine sıfat olmaması gerekir. O halde iki ihtimal kalır:
Birisi bedel yapılmak, birisi de "Din gününün sahibi." (Fatiha, 1/3)
gibi süreklilik ve sebat kastolunarak geçmiş zaman ve gelecek zaman,
kapsamaktır. En uygunu da budur. O halde hem ilk yaratılmayı, ve hem ikinci
yaratılmayı kapsayarak mânâ işaret ettiğimiz gibi şu olur: Gökleri ve yeryüzünü
yaran ve ayıracak olan, dünyayı yarattığı gibi ahireti de yaratan ve melekleri
elçiler yapan, yani kendisinden kullarının şuurlarına tebliğ vasıtaları,
peygamberlere vahiy, salih insanlara ilham, akıllara doğru düşünme fikrini
getiren araçlar, yahut kudretini, eserlerini yaratıklarına iletici vasıtalar kılan,
öyle ki ikişer üçer, dörder çok kanatlı.
ECNİHA: "Cenah" kelimesinin
çoğuludur. Cenah da kanat demektir. Meşhur olan budur. Bir şeyin kol ve kanat
gibi şubelerine ve cihetlerine dahi denilir. Meleklerin
"cenahları"nın gerçek yüzünü ve nasıl olduğunu ise Allah bilir. Gerçi
cenah kelimesini cihet ile tevil edenler de olmuştur. İfadenin akışından
anlaşıldığına göre, burada zikrolunan sayılar tam sayıyı belirleme ve sadece bu
kadar olduğunu ifade etmek (tahsis) için değil, çokluğu beyan etmek içindir.
Buna göre dörtten yukarı kanadı olan melek yok demek değildir. Gerçi Buharî
Müslim, Tirmizî, "Andolsun ki o, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir
kısmını görmüştür." (Necm, 53/18) âyetinde İbnü Mes'ud hazretlerinden
rivayet etmişlerdir ki, Resulullah Cebrail'i altı yüz kanatla görmüştür.
Tirmizî'nin Hz. Aişe'den rivayetine göre de Resulullah Cebrail'i kendi şekliyle
ancak iki kez görmüştür. Bir kere Sidre-i Münteha'nın yanında, bir kez de Ciyad
(atlar) içinde ki altı yüz kanadı vardı, ufku kapatmıştı. Gerçekten dörtten
fazla olabileceğini de anlatmak için buyuruluyor ki yaratmada dilediği kadar
artırır. Dolayısıyla meleklerin kanatlarını daha çok yapabileceği gibi, diğer
yaratıklarında da dilediği artırmayı yapabilir. Mesela güzel yüzler, güzel
sesler, güzel saçlar, güzel hatlar, gözlerde güzellik, boy ve endamda hoşluk,
incelik, biçimde uyumluluk, organlarda tamamlık, güçte şiddet, akılda
keskinlik, görüşte ve düşüncede verimlilik ve bereket, kalbte cesaret, ruhta
hoşgörü, dilde güzel ifade, konuşmakta yeterlilik, işte beceriklilik ilh...
Neler, ne mükemmellikler, ne fazlalıklar yaratır. Bu yüzden Allah'ın yaratışını
sınırlı suretlerle sınırlamaya kalkışmamalıdır. Şüphesiz ki Allah her şeye
kadirdir.
2-Onun için şartı ifade eden edat, Allah
insanlara rahmetinden her neyi açarsa, hazinesinin rahmetinden herhangi bir
rahmeti, maddî veya manevî herhangi lutfu ve nimeti açar salıverirse, artık
onu, o rahmeti başka tutacak yoktur. Yağar da yağar, ilâhî feyz coşar da coşar.
Her neyi de tutarsa onu da ondan başka salacak yoktur. Ve O, öyle aziz öyle
hakimdir. Aziz, iradesine, kudretine karşı gelinmek ihtimali yok, hiçbir kayıt
ve şartın tesiri altında bulunmayan, hiçbir kanun ile kayıtlı olmayan, istediği
harikayı yapan yenilmez galibtir. Bununla birlikte hakîmdir de izzet ile fail
olduğu gibi, hikmet ile de faildir. O'nun yaratmasından hikmetler, kanunlar
çıkar, bu sayede ilimler fenler edinilerek sebeplerine sarılmakla nimetlerine
erilir. İzzetinin sınırına yanaşılmaz, yani eserlerinin hikmetinden çalışma ve
çabalama ile yararlanılır. İzzet ve rahmetiyle peygamber, kitap gönderir.
Hikmetiyle din ve ilim öğretir.
3- Ey insanlar, bütün insanlar! Allah'ın
üzerinizdeki nimetini düşünün. Düşünün ki sizi izzet ve hikmetinden
yararlandırmak üzere emanetin ortaya çıktığı insan yaratmış. Allah'tan başka
yaratıcı var mı? Niçin siz O'nun nimetini düşünmeyip, Allah için çalışmayıp da
başkalarına kul olacaksınız. O size gökten ve yerden rızık veriyor, eğer O
vermezse diğer vasıtaların hepsi hükümsüz kalır; çünkü şimdi geçtiği üzere
O'nun tuttuğunu başkası koyuveremez. O'ndan başka kulluk edilecek Tanrı yoktur.
O halde siz nasıl çevirilirsiniz, nasıl da O'na şirk koşar, başkalarına
taparsınız?
4- "Eğer seni yalanlarlarsa.." Bu
âyet peygambere teselli veren bir âyettir.
5-6-7- Allah'ın vaadi mutlaka haktır. Ahiret
gelecek, o cezalandırma ve mükafat verme herhalde olacaktır. O halde Sakın
dünya hayatı sizi mağrur etmesin, aldatmasın. Bugün keyfimize bakalım da yarın
ne olursa olsun demeyin. Dünyaya dalıp da ahirete dair görevlerinizi unutmayın.
Dünya için ahiretinizi feda etmeyin; çünkü gençlik uçup ihtiyarlık çöktüğü
gibi, dünya her ne olursa bir rüya gibi gelir geçer, ahiret ebedî olmak üzere
gelir çatar. Ve sakın o çok aldatıcı mağrur şeytan sizi Allah ile de
aldatmasın, Allah'a da mağrur etmesin. Yani Allah kerimdir, Allah çok bağışlayıcıdır,
çok merhametlidir. Allah her şeye vekildir diyerek günahlara, tenbelliklere
sefihliklere sevketmesin, görevlerinizi kötüye kullandırmasın. Gerçi Allah
öyledir. Fakat öyledir diye mağrurlanmak, Allah saygısını duymamak, izzetini ve
celalini hesaba katmamak, Allah'ın cezasını tanımamak gibi bir cinayet ve aynı
zamanda Allah'ın iman ile çalışan salih kullarına vaad olunan nimetlerinden
mahrumiyettir. Çünkü küfür ve küfran edenlere şiddetli azab, iman ile salih
amallere çalışanlara bağışlama ve büyük bir ecir vardır. Bunu mukayese ile
anlatmak için buyuruluyor ki:
Meâl-i Şerifi
8- Ya kötü ameli kendisine allanmış pullanmış
da onu güzel görmüş olan kimse de mi (iman edip salih amel işleyenler gibi
olacak)? Şüphe yok ki Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de doğru yola
çıkarır. O halde canın onlara karşı hasretlerle (üzüntülerle) sıkılıp gitmesin.
Çünkü Allah, onların bütün yaptıklarını bilir.
9- Rüzgârları gönderip bir bulut kaldıran da
Allah'tır. Derken biz o (bulutu) ölmüş bir beldeye sevketmişizdir. Böylece
yeryüzüne ölmünden sonra onunla hayat veririz. İşte o dirilme de böyledir.
10- Her kim izzet istiyorsa bilsin ki izzet
tamamıyla Allah'ındır. O'na hoş kelimeler yükselir, onu da salih amel
yükseltir. Kötülükler kuranlara gelince, onlara şiddetli bir azab vardır.
Onların tuzakları hep darmadağın olur.
11- Hem Allah sizi bir topraktan, sonra bir
damla sudan yarattı. Sonra sizi çiftler kıldı. O'nun bilgisi olmadan ne bir
dişi hamile olur, ne doğurur. Kendisine ömür verilenin de ömrünün uzatılması
da, ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta yazılıdır. Şüphe yok ki bu,
Allah'a göre kolaydır.
12- Hem iki deniz eşit olmuyor. Şu tatlı,
hararet keser, içerken (boğazdan) kayar; şu da tuzlu, yakar kavurur. Bununla
beraber her birinden taze bir et yersiniz ve bir ziynet çıkarır, giyinirsiniz.
Allah'ın lütfundan nasib arayasınız diye suyu yara yara giden gemileri de
görürsün. Gerek ki şükredeceksiniz.
13- O, geceyi gündüze sokuyor, gündüzü de
geceye sokuyor. Güneşi ve ayı emrine âmâde kılmıştır. Her biri mukadder bir
gayeye akıp gidiyor. İşte bu gördüklerinizi yapan Allah sizin Rabbinizdir. Mülk
(hükümranlık) O'nundur. O'ndan başka taptıklarınız ise, bir çekirdek zarını
bile idare edemezler.
14- Kendilerine dua ederseniz duanızı
işitmezler. İşitseler bile size cevabını veremezler. Kıyamet günü de
kendilerini Allah'a ortak koştuğunuzu inkâr ederler. Sana her şeyden haberdar
olan (Allah) gibi bir haber veren olmaz.
8- Ya artık o kimsede mi ki, âyetin aşağı
kısmını yukarısının bir kolu, bir dalı yapma, de bunu inkâr içindir. Cümlenin
haberi (yüklemi)de gizlidir. Yani iman edip salih ameller yapan kimselere
mağfiret ve büyük bir ecir var diye, onun tersi olan o mağrur kimsede mi onun
gibi olacak ki kendisine kötü ameli süslü gösterilmiş, hırsı şehvetle allanmış
pullanmış cazibeli, hem zevkine, hem menfaatine uygun, sonu iyi gelecek bir
amel gibi hoş gösterilmiş de onu güzel görmüş, vehminin kuruntusu ve hevesleri
aklına baskın gelmiş, şehvetlerinin sarhoşluğu gözünü gönlünü bürümüş.
Öyle içerim ki nihayet beni görürsün.
Çirkin benim katımda güzel diyen, kendini
bilmeyecek derecede sarhoş gibi tersi dönmüş, batılı hak, kötüyü iyi, fenalığı
güzel görür olmuştur. İşte alçak bir hayata aldanan bu hale geleceği gibi,
Allah gafur diye günahlarda ısrar eden mağrurlar da bu hale gelir. Bir insan
böyle kötüyü iyi görecek kadar şaşkın ve vicdansız nasıl olur diye hayret etme!
Çünkü Allah dilediğini şaşırtır, dilediğini de yola getirir? Peygamberlerine ve
onlara uyanlara hidayet verdiği gibi, şeytanlara ve onlara uyanlara da sapıklık
verir. Onun için nefsin onlara iç yangısı ile, üzüntülerle geçmesin. Üzülme de
görevine bak. Allah onların ne sanatlar yaptıklarını ve yapacaklarını da bilir.
Yani onları en başta öyle şaşırtması hikmetsiz, sırf zorla olmadığı gibi,
sonunda da yaptıklarını yanlarına bırakacak değildir. Şüphe yoktur ki kötüyü
iyi gören sonunda iyilik görecek değildir. Elbette onlar salih amel yapan
müminler gibi, mağfiret ve ecre erecek değiller, bir gün gelip belalarını
bulacaklardır.
9-Ya o nasıl ve ne zaman olacaktır denilirse,
bunun bir inkılap (değişim) ve nüşur ile olacağı anlatılmak üzere buyuruluyor
ki: "Rüzgarları gönderen Allah'tır..." İşte "nüşûr" da
böyledir. Böyle bir inkılap ile durgun hevesleri harekete getirerek göklere
yükselecek bulutlar gibi yetenekli unsurları coşturarak yararlı rüzgarlara
benzer ilâhî bir cereyanın sevk ve idaresiyle bir ölü beldeye nasıl bir hayat
veriliyorsa, hesap için ölülerin dirilmesi demek olan "nüşur", yani
öldükten sonra dirilme de işte öyle bir kıyam ve kıyamet iledir. (Nüşur kelimesi
için Furkan Sûresi, 25/3. âyetin tefsirine bkz.)
10- Her kim izzet istiyorsa, zillet ve
hakaretten kurtulup şerefli, haysiyetli, kuvvetli olmak arzu ediyorsa bilsin
ki, izzet tamamı ile Allah'ındır. Dünyada da Allah'ındır; ahirette de
Allah'ındır; dolayısıyla izzet isteyen şuna buna tapmakla kendisini zelil
etmemeli, hepsini geçip Allah'a yükselmelidir. Fakat O'na hoş kelimeler
yükselir. Onu da salih amel yükseltir.
KELİMİ TAYYIB: Başta, Kelime-i tevhit olmak
üzere tesbih (sübhanellah), tahmid (elhamdülillah), tekbir (Allahü ekber), dua,
istiğfar ve zikirler gibi hoş kelimelerin hepsini içine alır. Ve bunların ilâhî
arşa yükselip de "Gerçekten iyilerin kitapları hiç şüphesiz
'illiyyîn'dedir." (Mutaffifîn, 83/18) buyurulduğu üzere makbul ameller defterine
yazılması, ancak bunları tahakkuk ve tasdik ettirecek salih amellere
yaklaşmakla olur. Hz. Peygamber (s.a.v)den rivayet edildiği üzere hoş
kelimelerdir. Bir kul bunu dediği zaman melek onunla semaya çıkar, onu
Rahmân'ın katına arzeder, fakat salih amel olmazsa kabul olunmaz. Yine hadiste
yer almıştır ki, Allah Teâlâ bir sözü amelsiz kabul buyurmaz, sözü, ameli,
niyeti de ancak sünnete uygun olmakla kabul buyurur. Kısacası izzeti elde etmek
sözlü ve fiilî itaat ile olur; yoksa gurur ve tembellik, şeytanlık ve
kötülüklerle değil. Çünkü Seyyiat, türlü türlü kötülüklere tedbir alan
şeytanlık ve entrika ile uğraşanlara veya riyakarlık yapanlara gelince
"Onlar için şiddetli bir azab vardır. Onların tuzakları darmadağın
olur." Kureyş'in, Darunnedve'de Peygambere yapmak istedikleri hileler gibi
bozuk çıkar başlarına geçer.
11-Allah'ın izzeti ve diriltmesi ve nüşûrun
doğruluğu diğer âyetlerle de açıklanarak buyuruluyor ki: "Allah sizi bir
topraktan yarattı.." Bu öyle bir gerçektir ki maymundan yaratıldıklarını
iddia edenler bile, daha önce topraktan sonra da bir nutfeden (spermden)
geldiklerini inkâr edemezler. İstidlal zincirinde bir halka daha itiraf etmiş
olurlar. Bütün bunlar, Allah Teâlâ'nın tabiatlar üzerindeki izzet ve
hakimiyetini gösterir; nitekim sonra sizi çiftler yaptı, o nutfeden (spermden)
sade erkek değil, dişiler de yaptı ve evlenme kanunu koydu, hem bunları yapıp
da bırakıvermedi. Herhangi bir dişinin hamile kalması ve çocuğunu doğurması hep
O'nun ilmiyledir. Dolayısıyla gizli günah yapmak isteyenler de bilmelidirler ki
Allah yaptıklarını bilir ve ne yaşatılana ömür verilmesi ne de ömründen
eksiltilmesi, yani doğmadan ölmesi veya az yaşaması veya yaşadıkça ömrünün
tükenmesi olmaz ki herhalde bir kitapta yazılı olmasın, yani hiçbirisi gelişi
güzel bir tesadüf ile değil, herbiri mutlaka ilahi ilimde takdir edilmiş ve
levh-i mahfuzda yazılmış olarak meydana gelir. Bu kadar parçalar nasıl bilinir
diye uzak görmemelidir. Çünkü o, Allah'a göre kolaydır. Onun için O'na göre
öldükten sonra diriltmek de kolaydır.
12- "İki deniz bir değildir." Bu da
tabiatın hakim olmadığını ispat eder. Burada mümin ile kâfirin veya dâr-ı İslam
ile dar-ı küfrün de temsil yoluyla farkına bir işaret vardır. Biri tatlı biri
acıdır taze et, evet acı denizde tatlı balık oluyor, acı sularda da. Demek ki
muhitin (okyanusların-çevrenin) tabiatı üstünde yaratıcının etkisi ile böyle de
görülüp duruyor. Giyineceğiniz bir süs, bir ziynet de çıkarıyorsunuz. İnci,
mercan gibi takılan ziynetler. Fakat bunların tatlı sulardan çıkarıldığı bilinmediğine
göre "Her birinden" kaydına bağlanması dikkat çeken bir nokta
olmuştur.
13- "O, geceyi gündüze sokuyor.." Bu
da ilâhî izzetin zaman üzerinde dahi hakim olduğunu ve bütün değişikliklerin
onun hükmüyle cereyan ettiğini gösterir. Kısacası "İşte Rabbiniz budur.
Hükümranlık O'nundur. O'ndan başka taptıklarınız ise, bir çekirdek zarını bile
idare edemezler."
KITMİR: Aslında hurma ile çekirdeğinin
arasında ince zar veya çekirdeğin arkasındaki ince pürüz demek olup sonra hakîr
ve küçük olan şeylerde mesel olmuştur. Nitekim dilimizde "Nıkır
kıtmır" diye bilinmektedir.
14- Sana bir şeyden haberdar olan gibi, yani
habîr olan Allah gibi haber veren olmaz, Allah'tan başkası peygamberlik vermez.
Meâl-i Şerifi
15- Ey insanlar! Siz Allah'a muhtaçsınız. Allah
ise zengin ve her hamde lâyıktır.
16- Eğer O dilerse sizi yok eder ve yerinize
yeni bir halk getirir.
17- Ve bu, Allah'a göre zor bir şey değildir.
18- Hem günah çeken bir kimse, başkasının
günahını çekmeyecek; yükü ağır basan, onun yüklenilmesine çağırsa da ondan bir
şey yüklenilmeyecek, isterse bir yakını olsun. Fakat sen ancak o kimseleri
sakındırısın ki, gaybda Rablerinin korkusunu duyarlar, namazı dürüst kılarlar.
Temizlenen de sırf kendisi için temizlenir. Nihayet dönüş Allah'adır.
19- Ne kör ile gören eşit olur,
20- Ne de karanlıklar ile aydınlık,
21- Ve ne de gölge ile sıcaklık.
22- Ölülerle diriler de eşit olmaz. Gerçi
Allah, her dilediğine işittirirse de sen, kabirlerdekine işittirecek değilsin.
23- Sen sadece bir uyarıcısın.
24- Muhakkak ki biz seni hak ile hem bir
müjdeci, hem bir uyarıcı olarak gönderdik. Hiçbir ümmet de yoktur ki, içlerinde
bir uyarıcı geçmiş olmasın.
25- Seni yalanlıyorlarsa, onlardan öncekiler
de yalanlamışlardı. Onlara peygamberleri mucizelerle, sahifelerle ve
aydınlatıcı kitaplarla gelmişlerdi.
26- Sonra ben o inkâr edenleri tutup
yakaladım. O zaman beni inkâr etmek nasıl oldu?
15- Sizsiniz Allah'a muhtaç fakirler,
cümlesinde müsnedin (öznenin) marife (elif lamlı) olması kasr (ancak, sadece,
yalnız anlam)ı ifade eder. Yani din ve ibadet Allah'ın ihtiyacı değil,
insanların ihtiyacıdır. Hem yarattıkları içinde Allah'a ihtiyacı en çok olan
fakirler sadece insanlardır. İnsan "İnsan da zayıf olarak
yaratılmıştır." (Nisâ, 4/28) ifadesine göre zayıf olarak yaratılmış
olmakla, hangi mertebede olursa olsun hiçbir zaman Allah'a ihtiyaçtan
kurtulamayacağı gibi, emaneti taşıyan insan ruhunun duyduğu ihtiyaç o kadar
çoktur ki, onun yanında diğer yaratıklara fakir bile denmez. İnsanın bu
ihtiyacını tatmin etmek için de Allah'tan başka mabud bulunmaz. Başkaları bir
kıtmire bile malik değil Allah ise ganiydir. Hiçbir ihtiyacı olmayan ve her
şeyden müstağni, tam mânâsı ile zengin, ganiy O, yalnız O'dur. O sizin
ibadetinize muhtaç olmadığı gibi, bütün ihtiyaçlarınızı tatmin edebilecek güce
de sahiptir. Öyle, fakat bakalım, korur gözetir mi dersiniz? Hem hamiddir. Hamd
ve şükür ile kendisine tazim ve ibadet olunacak veliyy-i nimet de ancak O'dur.
Gerçekte O'ndan başka nimet veren, O'ndan başka hamd ve tazime layık olan yoktur.
Onun için dileklerinizi verirse, ancak O verir. Hem O kendisine hamd
ettirmesini bilir.
16-O öyle ganiy, öyle hamiddir ki, dilerse
sizi giderir de yepyeni bir halk getirir. Hamd etmek istemeyen siz nankörleri
savar da yerinize hiç bilmediğiniz başka bir kavim, hamd edecek bir devlet
getirir. Veya yeryüzünde bütün insanları yok eder siler süpürür de hiç
görülmedik bambaşka yeni bir mahluk, tanımadığınız bir âlem yaratır.
17- Ve Allah'a göre bu olmaz bir şey de
değildir. Çünkü "O'nun emri bir şeyi dilediği zaman O'na ancak
"ol" demesinden ibarettir. O da oluverir. (Yâsîn, 36/82)
18- Bununla birlikte yüce Allah'ın adaleti
hatırlatılarak buyuruluyor ki Hem günah çeken bir nefis diğerinin günahını
çekmez.
VİZR: Ağırlık, ağır yük, ağır günah, vebal
demektir. Burada günahın cezasının ağırlığı demektir. Herkes kendi günahından
sorumlu olur, kendi günahının cezasını çeker; nitekim "Her koyun kendi
bacağından asılır" deriz. Zalimlerin, zorbaların yaptığı gibi birinin
günahı diğerine yükletilmez. Ankebut Sûresi'nde "Onlar mutlaka kendi
yüklerini de, o yükleriyle birlikte daha nice yükleri de bizzat
yüklenecekler." (Ankebut, 29/13) buyurulmuş olması da buna aykırı
değildir. Çünkü o hem sapıtmış, hem de saptırmış olanlar hakkındadır. Başkasını
da sapıtmaya çalışanlar hem sapıklıklarının, hem saptırmalarının günahını
çekerler ki, ikisi de kendi günahlarıdır. Nitekim "Her kim bir kötü adet
çıkarırsa, ona hem onun günahı, hem de onu işleyenlerin günahı vardır."
hadisi de böyledir. Yani diğer işleyenler çekmeyecek demek değil, onların hepsi
kadar da fazla çekecek demektir. Demek ki birisi şunu şöyle yap da günahı varsa
benim boynuma olsun diye kefalet ederek diğerini bir günaha sokarsa, o boynuna
aldığı günahı çekmeyecek değildir, ancak sevkettiği kimseyi kurtarmış olmayacak,
onun çekeceğini çekmeyecek; birisi aldandığının cezasını çekecek birisi
aldattığının cezasını çekecektir. Şu tabirinde bunlara işaret de var gibidir.
Yükü ağır basan, çok ağır yük altında bulunan günahkar bir nefis, yükünün
başkası tarafından alınıp yüklenilivermesine çağırsa, yalvarsa da ondan hiçbir
şey yüklenilmez. Rıza ve tercih ile de yüklenilmez, cebren de yüklenilmez.
Çünkü o kıyamet günü "O günden sakının ki hiçbir kimse kimseden yana bir
şey ödeyemez. Kimseden bedel kabul olunmaz. Kimseye de şefaat fayda
vermez." (Bakara 2/123) diye tanımlanan bir gündür. "Ne bir
alış-veriş, ne de bir dostluk olan" (İbrahim, 14/31) bir gündür. Gerekse
bir yakını olsun. Yani çağıran veya çağırılan bir yakını bile olsa, yine
yüklenilmez. O halde Allah'ın emaneti gibi göklerin ve yerin çekemediği ağır
bir yükü yüklenmiş olan insan, bir de o emanete hıyanet ederek ve şunu bunu
sapıtarak sen yap da günahı benim boynuma olsun demek gibi, başkalarının
günahını boynuna almaya kalkışmamalı; diğer birtakımı da öylelere uyup günahı
filanın boynuna diye kendini ateşte yakmamalıdır. Fakat ey Muhammed! Sen bu
uyarmayı ancak şu kimselere duyurur, ancak öyle kimseleri sakındırırsın ki
Rablerinden gaybde, yani henüz huzuruna varmadan gıyabda korkarlar. Allah
korkusunu, Allah saygısını duyar da namazı dürüst kılarlar. "Onlar ki
gerçekten Rablerine kavuşacak olduklarını bilirler." (Bakara, 2/46)
âyetinin ifadesi gereğince Rablerinin huzurunda O'na kavuşacaklarına kani
olarak kılarlar. Ve bu şekilde maddeten ve manen temizlenirler. Temizlenen de
ancak kendisi için temizlenir, feyizlenir. Bu, işte günah çekmenin tam aksidir.
Yani insanlar bu iki sınıftan dışarı değildir. Ya günah çekecekler veya
günahtan temizleneceklerdir. Günah çekenler, başkasının günahını çekmeyeceği
gibi, nefislerini kamil iman ve üstün ahlak ve salih amel ile temizleyenler de
sırf kendi menfaatlerine olarak temizlenmiş olurlar. Öyle ya akıbet gidiş
Allaha'dır. Herkes ona göre mukafat veya cezasını alacaktır.
19-22- "Körle gören bir değildir."
Bu cümlede mümin ile kâfirin temsilî olmak üzere yukarıdaki "Hem iki deniz
eşit olmuyor" (Fâtır, 35/12) âyeti üzerine matuf denilmiş ise de
"Fakat sen ancak Rablerinden korkanları sakındırırsın." (Fâtır,
35/18) hükmünün açıklamasının devamında istinaf (yeni bir cümle) olması bizce
daha uygundur.
23-26- Sen ancak bir uyarıcısın, bir
habercisin, zorba ve musallat değilsin, yani âyette yapılan "kasr"
(ancak sen, diye yapılan tahsis) ifadesi, müjdeci olmadığını ifade için değil,
fiilen azab memuru olmadığını ifade etmek içindir. Nitekim bunu vurgulamak için
"Biz seni hak ile bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.."
buyurulmuştur. Ve hiçbir ümmet yoktur ki içlerinde bir korkutucu geçmiş
olmasın. Şu halde Araplarda da geçmiştir. Kasas Sûresi'nde beyan olunduğu üzere
Tevrat'tan önce, ilk zamanda (kurun-i ûlâda) geçmiştir. Kurun-i vustâ (orta
zamanda) yani Musa'dan Hz. Peygamber'in gönderilişine kadar geçmedi.
Meâl- Şerifi
27- Görmedin mi Allah gökten bir su indirdi.
Biz onunla renkleri başka başka meyveler çıkardık. Dağlarda da yollar, beyazlı
kırmızılı çeşitli renklerde ve kapkara topraklar var.
28- Yine insanlardan, hayvanlardan ve
davarlardan da türlü renklileri vardır. Kulları içinde Allah'tan ancak âlimler
korkar. Şüphe yok ki Allah çok güçlüdür. Hüküm ve hikmet sahibidir.
29- Allah'ın kitabını okuyan, namazı kılan ve
kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve açık olarak verenler, kesinlikle batma
ihtimali olmayan bir ticaret umarlar.
30- Çünkü Allah mükafatlarını kendilerine
tamamen ödedikten başka, lütfundan onlara fazlasını da verecektir. Çünkü O çok
bağışlayıcı ve şükrün karşılığını vericidir.
31- Kitaplar içinde sana vahyettiğimiz kitap
da kendinden öncekileri tasdik edici olmak üzere bir haktır. Şüphe yok ki,
Allah, kullarının bütün hallerinden haberdardır ve her şeyi görendir.
32- Sonra biz o kitabı kullarımızdan süzüp
seçtiklerimize miras bıraktık. Onlardan da nefislerine zulmeden var, orta yolu
tutan var, Allah'ın izniyle hayırlarda ileri geçenler var. İşte bu büyük
lütuftur.
33- Onlara Adn cennetleri vardır. Onlar oraya
gireceklerdir. Orada altın bilezikler ve incilerle süsleneceklerdir. Orada
elbiseleri de ipektir.
34- Onlar orada şöyle derler: "Hamd olsun
Allah'a, bizden o üzüntüyü giderdi. Gerçekten Rabbimiz çok bağışlayıcı ve
şükrün karşılığını vericidir."
35- "Lütfundan bizi durulacak bir yurda
kondurdu. Burada bize yorgunluk gelmeyecek, burada bize usanç
gelmeyecektir." 36- İnkâr edenlere gelince, onlara cehennem ateşi vardır.
Hüküm verilmez ki ölsünler, kendilerinden biraz azab da hafifletilmez. İşte biz
her nankörü böyle cezalandırırız.
37- Onlar, orada şöyle feryad ederler:
"Ey Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapageldiklerimizden başka salih bir amel
yapalım." (Onlara): "Size düşünecek olanın düşüneceği kadar bir ömür
vermedik mi? Hem size uyarıcı da gelmişti. O halde azabı tadın. Çünkü zalimleri
kurtaracak yoktur." (denir).
27- "Görmedin mi Allah gökten bir su
indirdi.." Burada yine yüce Allah'ın tabiat üzerinde tasarruf ve Rablığını
gösteren ve onu bir su gibi bir tek sebep altında, çeşitli özellikler ve
yetenek ile, çeşitli görüntülerle, değişik değişik cinslere ve çeşitlere ayıran
iradesinin bir alameti demek olan "ıstıfa", seçme kanunun açık ve
önemli bir hatırlatma ve uygulaması vardır. "Onunla çıkardık.."
Burada ifade üçüncü tekil şahıstan (gıyab) birinci çoğul şahsa (tekellüm)
yönelmektedir. Yani indirdik de, o su ile şunları çıkardık. Renkleri çeşitli
olmak üzere bir çok meyveler, ürünler. Demek ki onları çıkaran suyun özelliği,
yapısı değil, Allah'ın iradesidir ve meyvelerin birbirinden farklı olması,
çeşit çeşit olması yaratıcının muradıdır. Bilinmektedir ki çeşitli meyvelerin
yalnız renkleri değil, daha birçok özellikleri ve yapıları da değişiktir. Ancak
renkleri pek belirgin olduğu için, onların zikriyle diğerleri söylenmemiş,
bununla yetinilmiştir. Hem bu yalnız bitkilerde değil, dağlardan da
"cüdde"ler, yol yol alacalar var.
CÜDED: Cim harfinin ötresiyle
"cüdde"nin çoğuludur. Cüdde bir rengi diğer renkten ayıran yol gibi
ayırıcı çizgidir. Nitekim "cim" harfinin üstün okunması ile
"cedde" de cadde demektir. Ve kapkara, yani koyu kuzgûnî siyah
renkte. GARÂBÎB: "Ğayn" harfinin kesresiyle (girbîb)in çoğuludur.
Gırbîb, siyahın şiddetlisi demektir, ki pekiştirme olsun diye abartma için
kulanılır. İşte dağların taşlarında ve topraklarında böyle yol, değişik değişik
alacalar da sadece bir tesadüf eserinden ibaret değil, yaratıcının özel bir
seçimi ve ortaya çıkarmasıdır.
28- İnsanlardan, hayvanlardan, davarlardan da
böyle değişik değişik renklileri vardır. Bunlar da öyle şeklî ve manevî
görüntülere ayrılarak seçilmişlerdir. Öyle ki insanlar içinde ilmi olanlar,
olmayanlar vardır. Fakat Allah haşyetini, Allah korkusunu, Allah saygısını
kulları içinden ancak bilginler duyar, ancak Allah'ı bilenler o saygıyı
hissederler. Yani "Sen ancak görmeden Rabbinden korkmakta olanları
sakındıracaksın." (Fâtır, 35/18) buyurulduğu üzere, Allah saygısını
sürekli duyup da Peygamberin uyarmasından yararlanacak ve dolayısıyla
temizlenip korunacak olanlar, Allah'ı celal ve cemaliyle, kemal sıfatıyla bilen
ilim sahibleridir. Çünkü bir şey hakkında saygı, onun şanına olan bilgi ve
bilginin dercesiyle uyumlu olur. Bir kulun da Allah'a dair ilmi ne kadar
mükemmel ise, korkusu da o oranda mükemmel olur. Onun için Resulullah (s.a.v.)
"Ben sizin Allah'tan en çok korkanınız ve en çok müttaki olanınızım"
demiştir. Niçin Allah'ı bilmek korkmaya sebeb oluyor? Çünkü Allah çok güçlüdür,
bağışlayıcıdır. Yalnız bağışlayıcı değil güçlü bağışlayıcıdır. Sadece bir
bağışlayıcı olsaydı, O'nu bilmek belki nazlanmaya, mağrur olmaya, hiç korkusuz
ümit bağlamaya s ebeb olabilirdi. Fakat Allah yalnız bağışlayan, merhamet eden
değil, aziz, hiç bir sebebe boyun eğmeyen, yenilmeyen, hiçbir kanun altına alınma
ihtimali bulunmayan, dilediği anda kahredip yerle bir eden, çok kuvvetli, çok
azametli, galib ve kahredici bir bağışlayıcıdır. Mağfireti çok olduğu gibi
cezası, intikamı da çok şiddetlidir. Onun için Allah'ı bilmeyenler her haltı
ederler. O'nu bir kul ne kadar iyi bilirse, o kadar çok saygılı, o kadar çok
hürmetli olur. Bununla birlikte bilginlerin saygısı, korkusu, haşyeti ne kadar
yüksek olursa, ümidi de o oranda çok olacağı unutulmamalıdır.
29-Çünkü yani Allah kitabını vird ederek
okuyup içindekini izleyenler ve onunla birlikte namazı dürüst kılıp kendilerine
rızık kıldığımız şeylerden gizli ve açık, nasıl gerekirse öyle harcayanlar,
yani Allah'ın kitabındaki hükümlerin yerine getirilmesi için masraf yapıp zekat
ve sadaka verenler öyle bir ticaret ümdi ederler ki asla batmak, iflas etmek
ihtimali yoktur.
30- Çünkü Allah onlara ecirlerini tamamı ile
ödeyecek, hem de ihsanından artırıp fazlasını vercektir. Çünkü O, Allah hem
gafûr, hem şekûrdur O'nun kuvvetini saydıklarından dolayı, bağışlaması ile
onların günahlarını bağışlar. Hizmetlerini fazlasıyla takdir edip çalışmalarını
makbul kılar. Çünkü kuvvet, inkâr ve nankörlüğe karşı "kahr"ı
gerektirdiği gibi, hizmet ve şükre karşı da nimet ve ikramı gerektirir. Şu
halde Allah'tan en çok korku duyan bilginler olunca, Allah'ın kulları içinde en
çok şeref verdiği de bilginler olmuş olur. Bu yüzdendir ki, "İlim rütbesi
bütün rütbelerin üstündedir." İlmin bu özelliği de yalnız nazarî (teorik)
özelliği ile değil, amelî (pratik) özelliği iledir. Çünkü yukarıda "Onu da
iyi amel yükseltir." (Fâtır, 35/10) buyurulduğu gibi, burada da korku ve
makbuliyetin bir özelliğe dayanması gösterilmektedir.
31-Şimdi de ilâhî tercihde kitapların en
seçkini Kur'ân, ilmini Hakk'ın vahyinden alan peygamberler içinde de en seçkini
Muhammed Mustafa, ümmetlerin içinde en seçkini Muhammed ümmeti, onlar içinde de
en seçkini Kur'ân hafızları olan ilim adamları olduğu hatırlatılmak üzere
buyuruluyor ki: Kitaplar içinde sana vahy ile gönderdiğimiz kitap var ya,
önündekileri tasdik edici ve ayırıcı olmak üzere hak olan ancak odur.
Diğerlerinde onun tasdikine erişmeyen noktalarla amel edilemez. Şüphe yok ki
Allah kullarından herhalde haberdardır, onları görmektedir. Batın ve zahirleriyle
bütün özelliklerini kuşatmıştır.
32-Onun için seni layık görmeseydi, bunu sana
vahy etmez, seni böyle son Peygamber Muhammed Mustafa kılmazdı. Sonra o kitabı,
yani Kur'ân'ı kullarımızdan seçtiğimiz seçkinlere miras kıldık. Yani senden
sonra ümmetin olan kullarımız içinden seçip beğendiğimiz süzme kulları ona
varis kıldık. Bu şekilde Muhammed ümmeti en ileri, en süzme ümmet olduğu gibi,
onlar içinde de en seçkinleri, Kur'ân'ı ezberleyen kimseler olarak peygambere
varis olan bilginlerdir. Ki onlar içinden de kimisi nefsine zulmeder, kitaba
varis olduğu halde gereği gibi okuyarak, amel edemeyerek. kimi de muktesıd,
orta yoldadır. Kâh amel ediyor, kah etmiyor. Kimisi de Allah'ın izniyle
hayırlarda ileri gider. Hayırlarda öne geçer, imam, önder, reis başkan olur ki,
işte asıl peygamber varisi olanlar, "Hayır yarışlarında, ta öne geçip
kazananlar: Onlar öncüdürler. İşte onlar en çok yaklaştırılmış olanlardır.
Naiym cennetlerindedirler." (Vâkıa, 56/10,11,12) övgüsüne ermiş bulunanlar
onlardır. İşte büyük lütuf budur. Böyle hayırlarda ileri gidip öne geçmektir.
33- 37-Şöyle ki: Adn cennetlerine girecekler
ve orada altın bileziklerden zinetlenecekler, hem de inci ve altın
bileziklerden. Allah, en iyisini bilir. Dünyada o hayırlar yapmak için
ettikleri infakları kazanmalarına sebeb olan sanatlar, yükselmelerine araç olan
salih amellerdir. Bundan dolayı olsa gerektir ki "Sanat altın
bileziktir" sözü bizde meşhur bir atasözü olmuştur. Âyette geçen
"inci" kelimesi altınların duru ve saflıklarından kinayedir. Yani
ikamet yurdu, ikametgah, ikamet vatanı, kalınacak yurt, düşünüp anlayacak
kimsenin düşüneceği kadar bir süre size ömür vermedik mi? Tecrübe zamanı dahi
denilen bu süreyi yaşayan bir kimse için yaratanını bilmemekte bir özür
kalmamıştır. Bu süre hakkında çeşitli rivayetler gelmiştir. Altmış, kırk altı,
kırk, büluğ yaşı, yirmi, yirmiden altmışa kadar denilmiş ise de gerçek yüzünü
Allah bilir. Büluğdan sonra her ölen hakkında bu süre gerçekleşmiş demektir.
Altmış, Peygamberden rivayet edildiği üzere en üst sınırı demektir. Yani bundan
sonra kâfirliğe hiç mazeret kalmıyor demektir. "Size uyarıcı da
geldi." Bu da hükümlerin ayrıntısına göredir.
Meâl-i Şerifi
38- Şüphe yok ki Allah, göklerin ve yerin
gaybını bilir. Elbette o, sinelerin içinde olanları da bilir.
39- Sizi yeryüzünde halifeler yapan O'dur.
Artık kim küfrederse, küfrü kendi aleyhinedir. Kâfirlerin küfürleri, Rablerinin
katında kendilerine buğzdan başka bir şey artırmaz, kâfirlerin küfürleri
kendilerine zarardan başka bir şey artırmaz.
40- De ki: "Gördünüz ya, Allah'ı bırakıp
da tapmakta olduğunuz ortaklarınızı! Gösterin bana, yer yüzünden neyi
yaratmışlardır?" Yoksa onların gök yüzünde bir ortaklığı mı var? Yoksa biz
kendilerine bir kitap vermişiz de ondan bir delil üzerinde mi bulunuyorlar?
Hayır o zalimler, birbirlerine aldatmadan başka bir vaadde bulunmuyorlar.
41- Doğrusu gökleri ve yeri yok oluvermekten,
Allah tutuyor. Andolsun ki eğer yok oluverirlerse, onları O'ndan başka kimse
tutamaz. Gerçekten O, çok yumuşak davranır, çok bağışlayıcıdır.
42- Olanca güçleriyle Allah'a yemin etmişlerdi
ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelirse, mutlaka ilerideki ümmetlerin
herhagi birinden daha doğru yolda olacaklardı. Fakat kendilerine uyarıcı bir
peygamber geldiği zaman bu, onların sırf ürküntülerini artırdı.
43- (Bu da) yeryüzünde bir kibirlenme ve bir
suikast düzenidir. Halbuki fena düzen ancak sahibinin başına geçer. O halde
öncekilerin kanunundan başka ne gözetiyorlar? Sen Allah'ın sünnetinde asla bir
değişme bulamazsın. Sen Allah'ın sünnetinde asla bir başkalaşma da bulamazsın.
44- Yeryüzünde gezip bir bakmadılar mı,
kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş? Halbuki onlar, bunlardan daha
kuvvetliydiler. Ne göklerde ve ne de yerde hiçbir şey Allah'ı aciz bırakamaz.
Çünkü o her şeyi bilendir, her şeye kâdir olandır.
45- Bununla beraber Allah, insanları
kazandıkları (günahlar) yüzünden hemen yakalayıverseydi, yeryüzünde hiçbir
canlı bırakmazdı. Fakat onları belli bir süreye kadar erteliyor. Nihayet
ecelleri gelince gereğini yapar.
Şüphe yok ki Allah, kullarını görmektedir.
38-39- O'dur ki sizi yeryüzünde halifeler
kıldı. Hilafet verip bundan böyle ilâhî hükümlerin yerine getirilmesine memur
eyledi. Bu âyet Muhammed ümmetine geleceğin hükümranlığını vaad eden gayıb
haberlerindendir. Mekke'de bu sûrenin nazil olduğu zaman, düşünülürse, bu
âyetin ne büyük bir mucizeyi kapsamakta olduğu kolaylıkla kabul edilir. Şüphe
yok ki, bu çok büyük nimettir. İmdi her kim küfreder; böyle nimete karşı
nankörlük eder de iman ve şükür yolunu tutmazsa, inkârı sırf kendi aleyhinedir.
Cezasını kendi çeker, öyle ya, kâfirlere inkârları Rablarının katında, buğz
edilen kimseler olmaktan başka bir şeyi artırmaz. Küfür, bir küfran, bir
nankörlük olması itibariyle, Allah yanında buğz edilen, gazaba uğrayan, nefret
edilen kişi olmaktan başka bir sonuç vermez. Ve kâfirlere küfürleri zarardan
başka bir şey artırmaz. Çünkü imansızlık hem mahrumiyet, hem de felaket
sebebidir.
40-Ey Peygamber! De ki: Gördünüz mü Allah'tan
başkasından çıkardığınız ortaklarınızı? Yani Allah'a ortak koşarak taptığınız
veya adına davet eylediğiniz mabudlarınızı gösterin bana, bu yeryüzünden neyi
yaratmışlar? Başlıbaşına yaratmışlar da siz onlara tapıyor, onlara
yalvarıyorsunuz, halkı onlara çağırıyorsunuz? Yoksa onların göklerde mi bir
ortaklıkları var? Yeryüzünden hiçbir parçayı bağımsız olarak başlıbaşına
yaratmadılarsa da göklerde yaratma veya diğer bir hüküm ve tasarruf itibarıyla
Allah'a ortak olarak katılmaları mı var? Hâşâ, ne o, ne de o; hiçbiri de
olmadığı apaçık belli iken, bilinirken nasıl olur da siz onlara tapar veya davet
edersiniz? O ne cahillik, ne ahmaklık, ne haksızlık! Yoksa biz onlara bir kitap
vermişiz de kendileri ondan bir delil üzerinde mi bulunuyorlar? Yerde gökte bir
ortaklıkları olmadığı malum olmakla birlikte, biz onlara mabudluk payesi
verdik, ilahlığımıza ortak kıldık diye ellerine bir kitap, bir ferman vermişiz
de bundan dolayı açık bir delile, kesin bir hüccete mi sahip bulunuyorlar.
Hayır yalnız zalimler birbirlerine sadece bir gurur, sırf bir aldanış vaad eder
dururlar. Onlar bizim Allah yanında şefaatçilerimizden diye öncekiler
sonrakileri, başlar geridekileri aldatır giderler. Bu âyetin hükmün yalnız
putperestlere değil, Allah'tan başka gerek put, gerek melek, gerek hükümdarlar
ve gerekse diğer herhangi bir şeye tapan müşriklerin hepsine genel ve hepsini
kuşatır olduğunda şüphe yoktur.
41- Şüphe yok ki gökleri ve yeri yok
olmamaları için Allah tutuyor. Yani şirk ve zulüm öyle fena, o kadar büyük
cinayettir ki onun uğursuzluğundan yerler, gökler yıkılır; çünkü onlar ancak
adalet ve hak ile ayaktadırlar. Hakkın dengesi bozulunca kendilerini
tutamazlar. Varlıklarında, başkasına muhtaç oldukları için kendilerine yeterli
değildirler. Onun için haksızlık âlemin düzenini bozar. Allah'a şirk koşmak ise
en büyük zulüm olduğundan, müşriklerin meydan alan (yayılan) zulüm ve
fesatlarıyla alem yıkılmak üzere bulunuyor. Fakat Allah onların belirli
vakitlerinden önce yok olmalarını istemediği için tutuyor, muhafaza buyuruyor
da henüz yıkılmıyorlar. Yemin olsun ki, eğer yok olurlarsa onları ondan sonra,
o yok olmaktan sonra, yahut Allah'tan başka hiçbir tutacak yoktur. O cidden
halim ve gafur bulunuyor. Çünkü ululuğuna karşı yapılan o şirk ve zulüm
yüzünden "Neredeyse gökler parçlanacak, yer yarılacak, dağlar dağılıp
çökecektir". (Meryem, 19/90) âyetinin ifadesince, yıkılmak üzere bulunan
gökleri ve yeri tutuyor.
42- "Olanca güçleriyle yemin ettiler ki,
eğer kendilerine bir uyarıcı gelirse, diğer ümmetlerin herhangi birinden daha
doğru yolda olacaklardı." Çünkü Kureyş kitap ehlinin peygamberlerini
yalanladıklarını işitmişler ve şöyle demişlerdi: "Allah, yahudilere ve
hıristiyanlara lanet etsin, eğer bize bir peygamber gelseydi, herhalde biz
ümmetlerin her birinden daha çok doğru yola girerdik." Sonra da
kendilerine bir peygamber, yani Muhammed (s.a.v.) geldiği zaman onlara fazla
bir ürkeklik verdi,
43-yeminleri gibi hakkı kabul değil de, haktan
bir kaçınma yeryüzünde bir kibirlenme, yahut kibirlendikleri için kötülük
hilesi, suikast düzeni, "Hani bir zaman o inkâr edenler seni tutup
bağlamaları veya seni öldürmeleri yahut seni çıkarmaları için sana tuzak
kuruyorlardı." (Enfal, 8/30) ifadesince o Peygamberin canına kıymaya
hazırlanma tertibi. Halbuki kötü hile, tuzak, sırf sahibinin yani yapanın
başına geçer. Nitekim onların tuzağı da "Bedr"de başlarına geçti.
Demek ki onlar da sırf öncekilerin sünnetine bakıyorlar. Önceki inkâr eden,
kötülük yapan ümmetlerin başlarına gelen Allah'ın adetini, ilâhî kanunu
gözetiyorlar. O halde Allah'ın sünnetinde (adetinde) bir değişiklik bulamazsın.
Hakkı inkâr edenlere ve kötülük yapanlara azab kanununu, İslâm dinini
yürürlükten kaldıracak değildir. Ve Allah'ın sünnetinde (adetinde) bir
değiştirme de bulamazsın. O azabı, hak edenlerden başkasına çevirmezsin de.
44- Yeryüzünde dolaşıp da bir bakmadılar da
mı, bir kısım, âyetin önce geçen ifadesine (ma kabline) bir delil getimedir.
Yani Şam'a, Yemen'e, Irak'a, ticaret ve herhangi bir sebeble gidiş gelişlerinde
hiç bakıp görmediler de mi? Peygamberlerini dinlemeyen geçmiş ümmetler şu
yeryüzünde nasıl helak olmuşlar, yurtları nasıl harabelere dönmüş? Halbuki
onlar, o Âd'lar, Semud'lar, kendilerinden çok kuvvetli idiler. Allah'ın
emirleri dairesinde hareket etmedikleri için azab kanunlarıyla kökleri kazındı.
ne göklerde, ne yerde hiçbir şeyin Allah'ı aciz bırakmak ihtimali yoktur. Çünkü
O, âlim, kadir bulunuyor. Her şeye karşı ilmi, kudreti, nihayetsiz olan yüce
Zat ise, hiçbir şekilde aciz olmaz.
45-Peki öyle de, bu kadar kâfirleri,
müşrikleri niye yaşatıyor da mahvedivermiyor? denilirse, buyuruluyor ki: Eğer
Allah bütün insanları kazandıkları ile, kazandıkları günahları yüzünden hemen
hesaba çekiverecek olsa, yeryüzünde hiçbir deprenen bırakmazdı. İnsan
günahlarının uğursuzluğundan bir hayvan bile kalmazdı demişlerse de, deprenir
bir insan bırakmazdı mânâsına olması daha makuldür. Çünkü şu fıkralardaki
"onlar" zamirinin, akıllı olan varlıklarda kullanılması daha açıktır.
Fakat, derhal hesaba çekivermez de o insanları belirli bir süreye kadar te'hir
eder, geri bırakır ki o kıyamet günüdür. Ecelleri geldiği zaman da şüphe yok ki
Allah kullarını görüp duruyor. Hiçbirini kaçırmaz, her ne kazançları varsa, ona
göre iyiliğe iyilik, kötülüğe kötülük cezalarını verir. Bu cümle "onun
kulları" nitelemesiyle, kulluğunu bilen kullara bir teselliyi bildirmekle
birlikte, herkes için ağır bir azarlamayı hatırlatan korkunç bir uyarıdır. Ve
işte bu sonucu, açık bir heyecan ile doyurup yaşatmak için, Yasin Sûresi ilâhî
aşk ile çarpan, vuslata ulaşan bir kalbin çarpıntısı ile takib edecek ve
açıklayacaktır. Şüphesiz her şeyi görürsün Yâ Rab! Biz kullarını da bütün hallerimizle
görür gözetirsin, gözet, lütuf ve rahmetinle gözet, ilâhî!
----
Kategoriler
Hatim - Mukabele | Kuran Suresi | Kuran Meali | Kuran Öğreniyorum |
Fatır Suresi - Elmalılı Hamdi Tefsiri - Kuran Hatim sayfasını izlemektesiniz.
Kur’an’ı Kerim
Allah tarafından gönderilen ilahi kitapların sonuncusu olan Kur’an’ı Kerim, son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v.) indirilmiştir. Sözlükte toplamak, okumak, bir araya getirmek anlamına gelen Kur’an, terim olarak şöyle tarif edilir:
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi Kitapların Özelliği
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
KUR’AN’IN NÜZÛLÜ (İNDİRİLMESİ)
Kur’an-ı Kerim, Yüce Allah’tan Hz.Peygamber’e Cebrail aracılığıyla, vahiy yoluyla indirilmiştir. Kolayca ezberlenmesi, kısa zamanda insanlara ulaşması, manasının kolaylıkla anlaşılması, inançların ve hükümlerin müminlerin kalbinde yavaş yavaş kuvvetlenip kökleşmesi için Kur’an bir defada toptan indirilmemiş, yaklaşık yirmi üç senede, peyderpey indirilmiştir.
KURAN-I KERİM NASIL OKUNMALI? KURAN-I KERİM EN GÜZEL NASIL OKUNUR?
Kuran okurken dikkat edilmesi gerekenler
Kuran-ı Kerim'i doğru bir şekilde okumak için harflerin üzerilerindeki uzatmalarına ve mahreç yerlerine dikkat etmek oldukça önemlidir. Harflerin okunuşunu değiştiren medler yani uzatmalar kişinin Kuran-ı Kerim'i nağmeli okumasını sağlamaz. Nağmeli bir şekilde okumak demek, kişinin Kuran-ı Kerim'i okurken oluşturduğu güzel sesiyle dinleyicilerin gönlüne hitap etmesidir.
Nağmeli okunan bir ayet ise insanlara karşı Kuran-ı Kerimin daha fazla okunup, daha fazla dinlenmesini teşvik eder.