Elmalılı Hamdi Tefsiri - Kuranı Kerim
| |||
- Mukabele - Cüz
- Kuran Süreleri
- Kuran Meali
- Kuran Dersleri
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- Ders 01 - Diyanet
- Ders 02 - Diyanet
- Ders 03 - Diyanet
- Ders 04 - Diyanet
- Ders 05 - Diyanet
- Ders 06 - Diyanet
- Ders 07 - Diyanet
- Ders 08 - Diyanet
- Ders 09 - Diyanet
- Ders 10 - Diyanet
- Ders 11 - Diyanet
- Ders 12 - Diyanet
- Ders 13 - Diyanet
- Ders 14 - Diyanet
- Ders 15 - Diyanet
- Ders 16 - Diyanet
- Ders 17 - Diyanet
- Ders 18 - Diyanet
- Ders 19 - Diyanet
- Ders 20 - Diyanet
- Ders 21 - Diyanet
- Ders 22 - Diyanet
- Ders 23 - Diyanet
- Ders 24 - Diyanet
- Ders 25 - Diyanet
- Ders 26 - Diyanet
- Ders 27 - Diyanet
- Ders 28 - Diyanet
- Ders 29 - Diyanet
- Ders 30 - Diyanet
- Tecvidli Kuran Dersleri
- 00 - Giriş
- 01 - Harfler
- 02 - Harflerin Çıkış Yerleri
- 03 - Harekeler
- 04 - Harflerin Yazılışları
- 05 - Bitişmeyen Harfler
- 06 - Kalın ve İnce Harfler
- 07 - Peltek Harfler
- 08 - Cezm
- 09 - Şedde
- 10 - Tenvin
- 10.1 - Tevcid Kuralları
- 11 - Med Harfleri
- 12 - Elifin Yerini Tutan Vav ve Ya
- 13 - Çeker
- 14 - Meddi Tabii ve Meddi Feri
- 15 - Meddi Muttasıl
- 16 - Meddi Munfasıl
- 17 - Meddi Lazım
- 18 - Meddi Arız
- 19 - Meddi Lin
- 19.1 - Tekvin ve Nunu Sakin
- 20 - İhfa
- 21 - İzhar
- 22 - İklab
- 23 - İdğamı Mael Gunne
- 24 - İdğamı Bila Gunne
- 25 - İdğamı Misleyn
- 26 - Cezimli Mimin Okunuşu
- 27 - İğdamı Mütecaniseyn
- 28 - İğdamı Mütekaribeyn
- 29 - İğdamı Şemsiyye
- 30 - İzharı Kamerriye
- 31 - Kalkale
- 32 - Lafzatullahın Okunuşu
- 33 - Zamirin Okunuşu
- 34 - Ra Harfinin Okunuşu
- 35 - Sekte
- 36 - Hurufu Mukattaa
- 37 - Vakıf ve Durma işaretleri
- 38 - Küçük Nun ile Okuma
- Elmalılı Hamdi Tefsiri
- Submenu 4.4
- Submenu 4.5
- Submenu 4.6
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- İlmihal
- Submenu 5.1
- Submenu 5.2
- Hadis-i Şerif
- Kütüb-ü Sitte 1-100
- Kütüb-ü Sitte 101-200
- Kütüb-ü Sitte 201-300
- Kütüb-ü Sitte 301-400
- Kütüb-ü Sitte 401-500
- Kütüb-ü Sitte 501-600
- Kütüb-ü Sitte 601-700
- Kütüb-ü Sitte 701-800
- Kütüb-ü Sitte 801-900
- Kütüb-ü Sitte 901-1000
- Kütüb-ü Sitte 1001-1100
- Kütüb-ü Sitte 1101-1200
- Kütüb-ü Sitte 1201-1300
- Kütüb-ü Sitte 1301-1400
- Kütüb-ü Sitte 1401-1500
- Kütüb-ü Sitte 1501-1600
- Kütüb-ü Sitte 1601-1700
- Kütüb-ü Sitte 1701-1800
- Kütüb-ü Sitte 1801-1900
- Kütüb-ü Sitte 1901-2000
- Kütüb-ü Sitte 2001-2100
- Kütüb-ü Sitte 2101-2200
- Kütüb-ü Sitte 2201-2300
- Kütüb-ü Sitte 2301-2400
- Kütüb-ü Sitte 2401-2500
- Kütüb-ü Sitte 2501-2600
- Kütüb-ü Sitte 2601-2700
- Kütüb-ü Sitte 2701-2800
- Kütüb-ü Sitte 2801-2900
- Kütüb-ü Sitte 2901-3000
- Kütüb-ü Sitte 3001-3100
- Kütüb-ü Sitte 3101-3200
- Kütüb-ü Sitte 3201-3300
- Kütüb-ü Sitte 3301-3400
- Kütüb-ü Sitte 3401-3500
- Kütüb-ü Sitte 3501-3600
- Kütüb-ü Sitte 3601-3700
- Kütüb-ü Sitte 3701-3800
- Kütüb-ü Sitte 3801-3900
- Kütüb-ü Sitte 3901-4000
- Kütüb-ü Sitte 4001-4100
- Kütüb-ü Sitte 4101-4200
- Kütüb-ü Sitte 4201-4300
- Kütüb-ü Sitte 4301-4400
- Kütüb-ü Sitte 4401-4500
- Kütüb-ü Sitte 4501-4600
- Kütüb-ü Sitte 4601-4700
- Kütüb-ü Sitte 4701-4800
- Kütüb-ü Sitte 4801-4900
- Kütüb-ü Sitte 4901-5000
- Kütüb-ü Sitte 5001-5100
- Kütüb-ü Sitte 5101-5200
- Kütüb-ü Sitte 5201-5300
- Kütüb-ü Sitte 5301-5400
- Kütüb-ü Sitte 5401-5500
- Kütüb-ü Sitte 5501-5600
- Kütüb-ü Sitte 5601-5700
- Kütüb-ü Sitte 5701-5800
- Kütüb-ü Sitte 5801-5900
- Kütüb-ü Sitte 5901-6000
- Kütüb-ü Sitte 6001-6100
- Kütüb-ü Sitte 6101-6200
- Kütüb-ü Sitte 6201-6300
- Kütüb-ü Sitte 6301-6400
- Kütüb-ü Sitte 6401-6500
- Kütüb-ü Sitte 6501-6600
- Kütüb-ü Sitte 6601-6700
- Kütüb-ü Sitte 6701-6800
- Kütüb-ü Sitte 6801-6900
- Kütüb-ü Sitte 6901-7000
- Kütüb-ü Sitte 7001-7100
- Kütüb-ü Sitte 7101-7200
- Kütüb-ü Sitte 7201-7300
Ankebut Suresi - Elmalılı Hamdi Tefsiri
29-ANKEBUT:
1- 3- Allah (daha) iyi bilir. bu âyetlerin
indiriliş sebebinde üç rivayet vardır.
1- Ammâr b. Yasir ve Ayyaş b. Ebı Rebia ve
Velid b. Velid ve Seleme b. Hişam Mekke'de müşrikler tarafından işkence
ediliyorlardı, o sebeble indirildi. Ammar b. Yasir'in annesi Ebu Cehil
tarafından feci bir şekilde parçalattırılmış, kendisine sıcak günde demirden
zırhlı gömlek giydirilerek güneşin karşısında eziyet edilmişti, Velid b. Velid
ve Hişam de işkenceye uğratılmışlardı.
2- Mekke'de birkısım insanlar, İslâm'a girmeye
söz vermişlerdi. Hicret âyeti inince ashab-ı kiram Medine'den bunlara yazmışlar
"İkrarınız, İslâm'ınız hicret etmezseniz, kabul olunmayacak"
demişlerdi. Hemen Medine'ye doğru yola çıktılar, müşrikler de takip edip geri
çevirdiler; işte o zaman haklarında bu âyet indi. Bu defa da hakkınızda şöyle
şöyle âyet indi, diye yazdılar. Bunun üzerine çıkarız, yine takip eden olursa
çarpışırız, dediler ve çıktılar. Müşrikler de takip ettiler, bunun üzerine
çarpıştılar; kimi şehid oldu, kimi de kurtuldu. Allah Teâlâ da haklarında
"Sonra şüphesiz Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret edip, ardından da
sabrederek cihad edenlerin (yardımcısıdır). Çünkü Rabbin onların bu
âmellerinden sonra elbette çok bağışlayan, pek merhamet edendir" (Nahl,
16/110)
3- "Bedir" günü ilk şehid olan Mihca
b. Abdullah hakkında indiği söylenmiştir ki, ana babası ve eşi çok üzülmüşlerdi
ve hakkında "Seyyidü'ş-şüheda" (şehitlerin efendisi) buyurulmuştu. Bu
iki görüşe göre bu âyetler Medine'de indirilmiş oluyor. İlk ikisinde ise
hicretle ilgili oluyor.
"Allah elbette bilir." Fahreddin
Razi der ki: Müfessirler zannettiler ki, bu âyetin görünen mânâya alınması,
Allah'ın ilminin yenilenmesini gerektirir. Halbuki Allah, doğruyu ve yalancıyı
imtihandan önce bilirken, imtihan sırasında bilecek demek nasıl mümkün olur?
diye; buna, gösterecek, ortaya koyacak ayırdedecek mânâlarını verdiler. Biz de
deriz ki, âyet olduğu gibi görünen mânâsındadır, çünkü Allah'ın ilmi bir
sıfattır ki, onda her olay, olduğu gibi ortaya çıkar. Mesela tekliften önce
Allah bilir ki, Zeyd itaat edecek, Amir de isyan edecek, sonra teklif vaktinde
de bilir ki o itaatkar, öbürü isyankar; yapıldıktan sonra da bilir ki, o itaat
etti, o isyan etti; hallerin hiç birinde O'nun ilmi değişmez, değişen ancak
bilinendir.
İbnü Münir'in ifadesi daha güzeldir: Gerçekten
yüce Allah'ın ilmi birdir. Mevcuda varlığı, zamanında ve önce ve sonra olduğu
gibi uygun gelir, demiştir. Fakat şunu da unutmamak gerekir ki, burada
"bilecek" demekten maksat, sebebi zikir ile, müsebbebe dikkat
çekmektir. İmtihan eder gibi araştıracak ve meydana çıkarttıracak da mükafat ve
ceza verecek demektir. Nitekim Kadî Beydâvî şöyle demiştir:
"O'nun ilmi imtihana, meydana geliş
anında taalluk eder ki, o imtihanla imanda sadık olanlarla yalancı olanlar
birbirinden ayrılır. Sevabları ve cezaları da kendilerine ait olur. İşte bundan
dolayı mânânın: 'Onları elbette ayırd eder veya elbette yaptıklarının
karşılığını verir.' şeklinde olduğu da söylenmiştir."
4- Yoksa o kötülükleri yapanlar sandılar mı?
Amel kalp ve organlarla yapılan fiiller itibariyle genel olduğu için,
"Seyyiat" küfür ve isyan ile tefsir edilmiştir. Bununla birlikte bu
baştaki karşıtı olduğundan burada özellikle müminlere karşı yapılan kötülükler
söz konusudur. Yani küfür, dinsizlik taassubu veya bir dünya menfaati, şehvet
ve hırs sebebiyle müminlere, düşmanlık, zulüm ve eziyyet eden kimseler ki, her
türlü kötülüğü işlemekten kaçınmazlar, bunlar sandılar mı ki bizi savuşup
geçecekler, çaresiz bırakıp kurtulacaklar? Ne kötü hükmediyorlar! Ne kadar
yanlış hüküm, ne kadar çirkin hükümet? İmkanı yok, onlar Allah'tan
kurtulamazlar.
5- Kim Allah'a kavuşmayı umarsa, Allah'ın
cemaline ermeyi veya vaad ettiği sevaba erişmeyi isterse elbette Allah'ın tayin
ettiği vakit, vade gelecek, gelince o vaad, gerçekleşecektir. Bundan dolayı, o
gelinceye kadar sabredip o kavuşmaya layık imtihanları geçirmek, güzellikleri
kazanmak için çalışsın çabalasın. O, her şeyi işiten ve bilendir. Bütün o
söylenenleri, bütün o sızıltıları, iniltileri işitir. Hem yegane işiten O'dur.
Ve bütün inanışları, bütün niyetleri, bütün yapılan işleri, iyisini kötüsünü,
hepsini bilir; hem yegane bilen O'dur. Edilen duaları işitecek, yapılan
ibadetleri bilecek O'dur, başkası değil.
6-12- Her cihad eden de. Bu cümle
şartıyyesinin hazfedilmiş cezasına veya söylenilmiş cezasının neticesine
matuftur ki, "Cihad etsin ve cihad eden de..." demektir. Bu iki âyet
İslâm'ın bütününü; en yüksek gayesi ile en yüksek vazifesini özetlemektedir.
Allah'a ermek için, ecel gelinceye kadar mücahede etmek, çalışıp çabalamak. Bu
uğurda çalışıp çabalayan, fitnelere, imtihanlara göğüs geren her kimse de sırf
kendisi için, kendi hesabına, kendi menfaatine çalışıp çabalar. Çünkü o
mücahedenin, çalışıp çabalamanın karşılığı ve faydası Allah'a değil, kendisine
ait olur. Çünkü Allah ganîdir, bütün âlemlerden müstağnidir, hiçbir şeye ve
hiçbir kimseye muhtaç değildir.
Bu âyetlerin Medine'de indirilmiş olması daha
çok düşünülür, çünkü münafıklar, Medine'de idiler. Eğer bu âyetler de Mekke'de
indirilmiş idiyseler, gayb haberi verilmiş olur. Zamanımızda ise bu âyetin
mânâsına girenler çoğalmıştır. Allah muhafaza etsin.
"Halîm ve Kerîm olan Allah'tan başka ilâh
yoktur. Yüce ve büyük Allah'tan başka ilâh yoktur. Yedi göğün ve yüce arşın,
yerlerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbı olan Allah'ın şanı ne yücedir.
Âlemlerin Rabbı olan Allah'a hamd olsun. Sana yakın olup meded uman aziz olur.
Senin kudretin yücedir. Senden başka ilâh yoktur."
13- Kendi işledikleri günahların ağırlıklarını
ve o ağırlıklarıyla beraber daha birçok ağırlıkları, başkalarını saptırmaya,
günaha sokmaya çalışmalarının günahlarını yüklenecekler.
Meâl-i Şerifi
14- Andolsun ki Nuh'u kendi kavmine gönderdik
de, o dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı. Sonunda, onlar zulümlerini
sürdürürken tufan kendilerini yakalayıverdi.
15- Fakat biz onu ve gemidekileri kurtardık ve
bunu âlemlere bir ibret yaptık.
14-"Andolsun ki Nuh'u kendi kavmine
gönderdik." Yukarda "Gerçekten biz onlardan öncekileri de imtihandan
geçirmiştik" buyurulduğu için burada, onun birkaç örneği gösterilecektir.
Onun için bu "vav" harfi kasem değil, oraya atıftır. Derken içlerinde
bin seneden elli yıl eksik durdu. Elli yılı yok bin sene, dokuz yüz elli sene
eder. Kâdî Beydâvî der ki: Galiba bu tabirin seçilmesi tamamıyla sayıya delalet
içindir. Çünkü dokuz yüz elli tahmini olarak da söylenebilir, bir de bin ismini
söylemekle, karşıdakine müddetin uzunluğunu düşündürmek vardır. Çünkü kıssadan
maksat, Resulullah'a teselli ve kâfirlerden gördüğü sıkıntılara karşı çaba ve
gayretinde sağlamlaştırmaktır. Rivayet olunduğuna göre Nuh, kırk yaşında
peygamber olarak gönderilmiş, dokuz yüz elli sene kavmini Hakk'a davet etmiş,
tufandan sonra da altmış yıl yaşamıştır.
15- Ve onu, yani gemiyi veya hadiseyi bütün
akıl sahibi âlemlerine bir âyet kıldık. Onunla ibret alır, delil getirirler.
Demek ki, Allah'ın azabından maddî sebeplerle korunmaya çalışmak da Allah'ın
emrindendir.
Meâl-i Şerifi
16- İbrahim'i de gönderdik. O kavmine şöyle
demişti: "Allah'a kulluk edin, O'na karşı gelmekten sakının. Eğer bilmiş
olsanız bu sizin için daha hayırlıdır."
17- "Siz Allah'ı bırakıp sadece birtakım
putlara tapıyor, asılsız sözler uyduruyorsunuz. Bilmelisiniz ki, Allah'ı
bırakıp da taptıklarınız, size rızık veremezler. O halde rızkı Allah katında
arayın. O'na kulluk edin. Ancak O'na döndürüleceksiniz."
18- Eğer (size tebliğ edileni) yalan
sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de yalan saymışlardı.
Peygambere düşen yalnız açık bir tebliğdir.
19- Allah'ın mahlukunu ilk baştan nasıl
yarattığını, sonra bunu tekrarladığını görmediler mi? Şüphesiz bu, Allah'a göre
kolaydır.
20- De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da,
Allah ilk baştan nasıl yaratmış bakın. İşte Allah bundan sonra (aynı şekilde)
ahiret hayatını da yaratacaktır." Gerçekten Allah her şeye kadirdir.
21- O, dilediğine azab eder, dilediğine rahmet
eder. Ancak O'na döndürüleceksiniz.
22- Siz ne yeryüzünde, ne de gökte (Allah'ı)
aciz bırakamazsınız. Allah'tan başka bir dost ve yardımcı da bulamazsınız.
23- Allah'ın âyetlerini ve O'na kavuşmayı
inkâr edenler var ya, işte onlar benim rahmetimden ümitlerini kesmişlerdir ve
onlar için acıklı bir azab vardır.
24- Kavminin (İbrahim'e) cevabı ise, "Onu
öldürün, yahut yakın!" demelerinden ibaret oldu. Ama Allah onu ateşten
kurtardı. Doğrusu bunda, iman eden bir kavim için ibretler vardır.
25- (İbrahim onlara) dedi ki: "Siz, sırf
aranızdaki dünya hayatına has muhabbet uğruna Allah'ı bırakıp birtakım putlar
edindiniz. Sonra kıyamet günü (geldiğinde) ise, kiminiz kiminizi tanımayacak,
kiminiz kiminizi lanetleyecektir. Varacağınız yer cehennemdir. Ve hiç
yardımcınız da yoktur."
26- Bunun üzerine ona sadece Lut iman etti.
(İbrahim) de dedi ki: "Ben Rabbime hicret edeceğim. Şüphe yok ki O çok
güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir."
27- O'na İshak ve Yakub'u bağışladık.
Peygamberliği ve kitapları, onun soyundan gelenlere verdik. Onu dünyada
mükafatlandırdık. Şüphesiz o, ahirette de salihler (zümresin)dendir.
16-18- Evsân, tekili vesendir. Taş ve saireden
tapılan herhangi bir şey (fetiş) ki, "esnâm"dan daha geneldir. Mesela
heykeller ve haç hep puttur. Ve hep ifk, yalan uyduruyorsunuz, yalan yere mabud
ve şefaatçi diyorsunuz. Onlar ise birer hayaldir. Mesela herhangi bir kimsenin
resminde bile, o kimseden bir hakikat yoktur. O resim, bir kıymeti olan o
kimsenin değil, toprağa gömülecek ölü bedenin bir hayalidir. O bedeni, kokar
diye gömmekte acele etmek zorunluluğunda bulunanların, tutup da onun cansız bir
hayalini, mesela filancadır diye saklamalarında şüphesiz ki muhakkak bir
yalancılık vardır. O halde böyle hayal olan fanilere mabud payesi vermek, ne
büyük bir iftiradır. Size bir rızık veremezler. Allah'ın yardımı olmayınca
mesela bir lokmacığı dahi hazmettiremezler.
19-27- 'e kadar, Allah Teâlâ tarafından
doğrudan sevkedilmiş ilâhî kelâmdır. İbrahim'e hitap olarak hikaye olması
muhtemel ise de, onun sözünü nakletme esnasında Resulullah'a hitap olması daha
uygundur; onun için fâsıla değişmiştir. Yani sırf dünya hayatında birbirinizin
duygularını okşayarak toplanıp sevişmek için veya dünya hayatında
sevdiklerinizin hayalini sürdürerek yakınlaşmak için; çünkü bütün putlar, bazı
sevilenlerin bir hatırası olmak üzere, etraflarında toplanılmak için edinilmiş
şeylerdir.
Fakat birer yalan olan o hayaller üzerine
kurulmaya çalışılan sevginin, haksız ve yersiz duygular üzerine toplanan
topluluğun neticesi ne olur bilir misiniz? "Sonra kıyamet günü birbirinizi
tanımayacaksınız..." , "Dedi ki: Ben Rabbim'e hicret edeceğim."
ye matuf olarak Lut'a ait olması uygun görülürse de, İbrahim'e ait olmak üzere
yukardaki ye atfı, mânâ yönünden daha ahenkli, hem de "Ben Rabbime
gidiyorum, o bana doğru yolu gösterecek." (Sâffât, 37/99) âyetine de
uygundur.
Meâl-i Şerifi
28- Lut'u da gönderdik. O kavmine demişti ki:
"Gerçekten siz, daha önce hiçbir milletin yapmadığı bir hayasızlığı
yapıyorsunuz!"
29- "(Bu ilâhî ikazdan sonra) siz, ille
de erkeklere yaklaşacak, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlik yapacak
mısınız?" Kavminin cevabı ise, şöyle demelerinden ibaret oldu: "Doğru
söyleyenlerden isen Allah'ın azabını getir bize!"
30- (Lut:) "Ey Rabbim! Şu fesatçılar
güruhuna karşı bana yardım eyle" dedi.
31- Elçilerimiz İbrahim'e (iki oğul
vereceğimize dair) müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: "Biz bu memleket
halkını helak edeceğiz. Çünkü oranın halkı zalim kimselerdir."
32- (İbrahim) dedi ki: "Ama orada Lut
var!" Şöyle cevap verdiler: "Biz orada kimlerin bulunduğunu çok iyi
biliyoruz. Onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Yalnız karısı müstesna; o
geride (azabda) kalacaklar arasındadır. "
33- Elçilerimiz Lut'a gelince, onlar hakkında
tasalandı. Ve onlar(ı düşünmesi) sebebiyle takatten düştü. O'na: "Korkma,
tasalanma! Çünkü biz seni de, aileni de kurtaracağız. Yalnız (azabda)
kalacaklar arasında bulunan karın müstesna" dediler.
34- "Biz şüphesiz bu memleket halkının
üzerine, yoldan çıkmalarına karşılık (feci) bir azab
indireceğiz."(dediler).
35- Andolsun ki biz, aklını kullanacak bir
kavim için oradan apaçık bir ibret nişanesi bırakmışızdır.
28-35- O kasabadan bir âyet, bir nişane ki
hikayesi veya harabesidir. Meâl-i Şerifi
36-40-36- Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı
gönderdik ve Şuayb, "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ahiret gününe ümit
bağlayın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın!" dedi.
37- Fakat onu yalancılıkla itham ettiler.
Derken, kendilerini bir sarsıntı yakalayıverdi ve yurtlarında diz üstü
çökekaldılar.
38- Ad ve Semud'u da (helak ediverdik). Sizin
için, (onların başına nelerin geldiği) oturdukları yerlerden apaçık
anlaşılmaktadır. Şeytan onlara yaptıkları işleri güzel gösterip onları doğru
yoldan çıkardı. Oysa bakıp görebilecek durumdaydılar.
39- Karun'u, Firavun'u ve Hâmân'ı da (helak
ettik). Andolsun ki, Musa onlara apaçık deliller getirmişti de onlar yeryüzünde
büyüklük taslamışlardı. Halbuki (azabımızı aşıp ) geçebilecek değillerdi.
40- Nitekim onlardan herbirini günahları
sebebiyle suç üstü yakaladık: Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgarlar
gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik,
kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine yazık
ediyorlardı.
Meâl-i Şerifi
41- Allah'tan başka dost edinenlerin durumu,
kendine yuva yapan örümceğin durumu gibidir. Halbuki, evlerin en çürüğü
şüphesiz örümcek yuvasıdır. Keşke bilselerdi.
42- Allah, onların kendisini bırakıpta hangi
şeye yalvardıklarını şüphesiz ki bilir. O mutlak güç ve hikmet sahibidir.
43- İşte biz bu temsilleri insanlar için
getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler düşünüp anlayabilir.
44- Allah gökleri ve yeri hak olarak yarattı.
Şüphesiz bunda, iman edenler için bir nişane bulunmaktadır.
45- Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı kıl.
Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette
en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.
41- Allah'tan başka birtakım velilere
tutunanların örneği; yani Allah'tan başkalarını, ihtiyaçlarına karşı yardım
eder, menfaatleri dokunur, işlerini görür, tehlikeden kurtarır diye veli,
sahip, koruyucu edinerek mabud sayanların örnek olacak halleri örümceğin örnek
ve mesel olmuş haline benzer bir ev edinmiştir, hiç dini olmayanlar gibi
büsbütün evsiz değil, bir sinek avlayacak kadar bir eve tutunmuştur. Fakat
muhakkak ki evlerin en çürüğü her halde örümcek evidir.
Evinde ev kavramından bir şey yoktur; ne gölge
yapar, ne korur: Bir rüzgarla tarumar olur; onun için örümcek evinin çürüklüğü
meşhur bir meseldir. İşte o örümcek kafalı müşriklerin de dayanakları,
tutamakları böyle çürüktür. Bütün tutundukları fanidir, yok olucudur. Eğer
bilselerdi. Razi der ki: Burada "âlihe" yani ilâhlar denilmeyip
"evliya" yani veliler denilmesi, yalnız açık şirki değil, gizli şirki
dahi yok edip kaldırmaya işaret içindir. Çünkü başkasına gösteriş ederek riya
ile Allah'a ibadet edenler de Allah'tan başkasını veli edinmiş olur. O'nun
meseli de örümcek meseline benzer. Peygamberleri yalanlayıp şirke giden
kavimlerin yok edilmesi örnekleriyle açıklandıktan sonra, bu örümcek örneğinin
getirilmesi peygambere ve müminlere öyle büyük ve öyle etraflı bir vaad ve
müjdeyi ifade etmektedir ki, bütün bu sûrenin ruhu denilebilir.
Evet, Allah'tan başkasına dayanan her ümid,
dipsizdir.
42- Allah, onların kendisini bırakıp da O'ndan
gayrı nelere, ne gibi şeylere çağırıyorlar, şüphesiz ki bilir. O, mutlak güç ve
hikmet sahibidir. Her şey fani, hepsi zayıf ve hakir, anlatıldığı üzere mağlub
edilmek ihtimali olmayan, dilediğini dilediği anda mahvedebilir, nihayetsiz bir
güç ve kudret sahibi, mabudluğa layık ancak O, gayet onurlu, yegane aziz, her
işi hikmet olan yegane hakim yalnız o iken, O'nun karşısında O'ndan başkasına
yalvarmak ne kadar boş, ne büyük tehlike!
43- Bu meseller, biz onları insanlar için
getiriyoruz. Kâfirler demişlerdi ki, gökleri ve yeri yaratan Allah nasıl olur
da böyle örümcek, sinek gibi böcekler ve haşereler ile misal getirir? Bununla
Allah ne demek istiyor: "Allah böyle misal vermekle ne murad eder?"
(Bakara, 2/26) Bu soruya karşı Bakara Sûresi'nde "Şüphesiz Allah,
sivrisinek ve ondan daha büyüğü ile (hakkı açıklamak için) misal getirmekten
çekinmez." (Bakara, 2/26) buyurulduğu gibi, burada da böyle cevap
veriliyor. Yani bu mesellerin ne için getirildiğini soranlar bilsinler ki, biz
onları insanlar için getiriyoruz, hayvan değil de, insan iseler anlarlar. Gerçi
onları, onların hakikatini ancak âlimler idrak edebilir. Yani Allah'ın
gayrısının fani ve aciz ve bu sebepten O'ndan gayrısına ibadetin batıl olduğuna
ilim sahibi olanlardır ki, bu meselin bütün incelikleri ve detayları ile
zevkini ve faydalarını idrak ederler. Bu ilim ve cehalet farkı neden,
denilirse:
44- Allah, o gökleri ve yeri, o yüksekleri ve
aşağıyı hak ile yarattı, boşuna değil, gelişigüzel de değil, bir hak sebebi ve
hikmeti iledir. Göğü de öyle, yeri de, yukarısı da, aşağısı da, âlimi de,
cahili de, hepsinin hakkı da, yaratıcının hakkı önünde baş eğmek, boyun
bükmektir. Şüphesiz bunda müminler için bir âyet var. İlmin kıymetini, hakkın
önemini, Hak'tan gayrısının hiçliğini ve bundan dolayı Allah'ın gayrısından
veli, dost edinmenin çürüklüğünü ve bunun neticesinde müminlerin muvaffak
olacaklarını isbat eden bir âyet.
45- Sen, sana vahyedilen kitabı oku, vird
ederek, devam üzere, tekrar tekrar, güzel güzel oku. Yani o örümcek kafalı
kâfirlerin fitnelerine gam yeme de onlara karşı olmazsa, kendi âleminde bu
Kur'ân'ı güzel güzel oku, adı geçen peygamberlerin ve ümmetlerin halleriyle
Allah'ın âyetlerini düşün. Onun için "Onlara oku" buyurulmamış,
mutlak olarak "Oku" buyurulmuştur. Ve namazı devam üzere kıl,
gerçekten namaz fahşadan, yani açık çirkinlikten, edebsizikten, fuhşiyattan ve
münkerden; aklın ve şer'in beğenmeyeceği uygunsuzluktan, günahtan meneder. Bir
kere namaz içinde bunlar yapılmaz.
Bundan başka namaz hakikati, ne olduğu
bilinerek kılınan sahih namaz, namaz dışında da, çirkinlikten, uygunsuzluktan
uzaklaştırır. Yasaklamak, uzaklaştırmayı mutlak olarak sağlamasa bile herhalde
gerektirir. Sahih ve doğru bir şekilde namaza devam edildikçe iyilik artar.
Resulullah (s.a.v) tan rivayet olunmuştur ki: "Kim bir namaz kılar da, o
namaz kendisini açık ve gizli kötülüklerden alıkoymazsa o namazla Allah'tan
uzaklaşmaktan başka bir şey artırmış olmaz" buyurmuştur. Onun için İbnü
Mes'ud Hazretleri demiştir ki: "Namazını gereği gibi yerine getirmeyen
Allah Teâlâ'dan uzaklığı artırmaktan başka bir şey yapamaz." Bunun sebebi,
çünkü namaza itaat, onun sınırlarını gözeterek hakkıyla kılmaktır. Onun
sınırında ise açık ve gizli bütün kötülüklerden men ve alıkoyma vardır. Şu
halde namaza itaat onu hakkıyla kılıp yasağını tutmakla olur. "Yazıklar
olsun o Allah huzurunda duranlara ki namazlarını yanlış olarak (veya yanlış
yere) kılıyorlar" (Maun, 107/4-5) buyurulduğu üzere namaz kılıyor görünüp
de namazın ne demek olduğundan habersiz olanların vay haline! Onun içindir ki
"Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki namazlarında huşû
içindedirler" (Mü'minun, 23/1-2) buyurulmuştu. Zira Tâhâ Sûresi'nde
"Beni anmak için namaz kıl." (Tâhâ, 20/14) buyurulduğu üzere namazın
hikmeti, gayesi Allah'ın zikridir. Yani Allah'ı anmak ve bu sayede "Öyle
ise beni (taat ve ibadetle) anın ki, ben de sizi anayım." (Bakara, 2/152)
âyetince Allah Teâlâ'nın anmasına ermektir. Bu suretle namaz bir miracdır. Bunu
bilenler "Herhalde Rablerine kavuşmayı uman kimseler" (Bakara, 2/46)
âyetine göre kendilerini her an Rablerinin huzurunda mülakat (kavuşma) halinde
buluyorlar gibi zevk içinde bir niyet ve ihlas ile kılarlar. Ve herhalde
Allah'ı anmak; namaz en büyük iştir. Yani asıl bütün incelikleri, detayları ve
gerçeği ile Allah Teâlâ'yı anmak ve O'nun azamet ve kibriyası huzurunda kulun
değişiklikleri ve tavırları ile acizlik ve ihtiyacını arzetmesi demek olan
namaz, en büyük amel veya açık ve gizli kötülüklerden men için en büyük
sebeptir. Veya Allah Teâlâ'nın sizi anması, sizin O'nu anmanızdan daha
büyüktür. Kul, Allah Teâlâ'yı azameti ve cemaliyle hatırladığı zaman, O'nun
yüce huzurunda açık ve gizli kötülüklerden kaçınarak edeb ve samimiyet ile
yükseleceği gibi, Allah Teâlâ'nın onu hatırlamasını düşündüğü zaman, ilâhî
huzurda zerre kadar kötülük ile anılmayı kimse arzu etmeyeceğinden, her an
Allah'ın hoşnutluğuna ve rızasına yükselmek için , iyilik duygusu ile dopdolu
olur. Ve şüphe yok ki, bu duygu, evvelkinden daha büyük bir kurtuluş vesilesi
olur. Düşünmeli ki Allah, Kur'ân'ında Firavun gibileri nasıl anıyor,
peygamberleri ve müminleri nasıl anıyor? Hem Allah, her ne işlerseniz bilir.
Ona göre anar ve ona göre ceza veya mükafat verir.
Meâl-i Şerifi
46- İçlerinden zulmedenleri bir yana, ehl-i
kitapla ancak, en güzel yoldan mücadele edin ve deyin ki: "Bize indirilene
de, size indirilene de iman ettik. Bizim ilâhımız da, sizin ilâhınız da birdir
ve biz O'na teslim olmuşuzdur."
47- (Resulüm!) İşte sana (önceki kitapları
tasdik eden) bu kitabı indirdik. Onun için, kendilerine kitap verdiklerimiz ona
iman ediyorlar. Şunlardan da ona iman eden nice kimseler vardır. Ayetlerimizi
ancak kâfirler bile bile inkâr eder.
48- Sen bundan önce, ne bir yazı okur, ne de
elinle onu yazardın. Öyle olsaydı, batıla uyanlar kuşku duyarlardı.
49- Hayır, o (Kur'ân), kendilerine ilim
verilenlerin sinelerinde (yer eden) apaçık âyetlerdir. Ayetlerimizi ancak ve
ancak zalimler bile bile inkâr eder.
50- "Ona Rabbinden (başkaca) mucize
indirilmeli değil miydi?" derler. Cevaben de ki: "Mucizeler ancak
Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir uyarıcıyım."
51- Sana indirdiğimiz ve onlara okunmakta olan
kitap, kendilerine yetmedi mi? Bunda iman edecek bir kavim için elbette bir
rahmet ve öğüt vardır.
46- Yahudiler ve hıristiyanlar ancak en güzel
yoldan mücadele suretiyle. Mesela kabalığa incelikle, sertliğe yumuşaklıkla,
öfkeye hazm ile, gevezeliğe nasihat ile, şiddete vakar ile karşılık vererek hak
ve gerçek delilleri açıklamak ve izah etmek gibi. Ancak içlerinde zulmedenler
başka. Yeterli olan delili kabul etmeyip, haksızlıkla inada, aşırılığa sapan,
mesela hâşâ Allah'ın oğlu var demekle veya "Allah'ın eli bağlıdır
(sıkıdır)" (Mâide, 5/64) gibi laflar söylemekte ısrar ile kibirlilik
taslayan zalimler müstesna, zira o zaman hallerine uygun şekilde müdafaa yapmak
vacip olur.
Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir.
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.
Ve deyin ki, bununla en güzel mücadelenin
nasıl olacağı tarif edilmiş oluyor. Birdir. Uluhiyette ortağı yoktur. Biz
yalnız O'na teslim olmuş, müslümanlarız. O'nun birliğine samimiyetle teslim
olmuş, müslümanlarız. Bu ifadede onlara bir sataşma vardır. Zira onlar ki
yahudiler kendi bilginlerini, hıristiyanlar da rahiblerini rab edinmişler;
özellikle hıristiyanlar teslis (üçlü ilâh akidesin)e inanmışlardır.
47- ve işte böyle, bu güzel, bu apaçık indiriş
tarzıyla sana kitabı indirdik ya Muhammed! Onun için kendilerine kitap
verdiklerimiz, gerek yahudiler ve gerekse hıristiyanlar, Abdullah b. Selam gibi
gerçekten kitaptan istifade etmek nimetine erenler Ona, o sana indirilen kitaba
iman ediyorlar. Şunlardan da, yani Araplardan da ona iman eden var ve bizim
âyetlerimizi ancak kâfirler inkâr eder. Hakkı ve gerçeği örtmeye alışmış
gavurluğu âdet edinmiş, inkârcı kâfirler ki, yahudi Kâb b. Eşref ve arkadaşları
gibi.
48- Halbuki sen bundan önce yani bu
indirilmezden önce kitap okur değildin hala elinle yazmazsın da. O vakit, yani
ümmi olmayıp da okuyup yazsa idin batıla uyanlar, yani batıl peşinde giden,
yahut iptal etmeye sebep arayan o haksız kâfirler şüphe edebilirlerdi. Gerçi
hakkı arayan insaflı hak arayıcı kimseler, yine şüphe etmezlerdi. Çünkü icaz
için ümmilik şart değildir. Nitekim diğer peygamberler ümmi değillerdi, ancak
öyle olsaydı, gerek müşrikler ve gerek ehl-i kitap'tan olan haksızlar için hiç
olmazsa şüpheye bir sebep bulunmuş olurdu.
49- Fakat o Kur'ân ilim verilmiş kimselerin
sinelerinde parıldayan açık açık âyetlerdir.Burada nin "beyyinat"a
müteallik olması ve şüpheyi kaldırması, sözün gelişine göre apaçık olduğu gibi,
haziften kurtarma yönüyle de daha çok tercih edilir. Yani Allah tarafından
birer işaret, parlak mucizeler olduğu ilim ehlinin gönüllerinde apaçık ve
hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde parlamaktadır. Ve bizim âyetlerimizi
ancak zalimler inkâr eder.
50-Bildikleri halde hakkı tanımak istemeyen,
zulmü âdet edinmiş zalimler, nitekim o zalimler kitap ehlinin hakkı kabul
etmeyen kısmı, Kur'ân'ın âyet, yani mucize olmasını inkâr ettiler de dediler
Rabbin'den üzerine birtakım âyetler, yani Musa'nın asâsı, Salih'in devesi gibi
mucizeler inse ya! De ki: Bütün âyetler ancak Allah'ın yanındadır. Yani gerek
Kur'ân, gerek sizin istediğiniz mucizeler, hepsi Allah'ın katındadır. Kur'ân'ı
indiren Allah olduğu gibi, öbürlerini indiren ve indirecek olan da yalnız
Allah'tır, başkaları değil. Bundan dolayı, ne dilerse indirir, ben ona
karışmam. Ve ben ancak açık bir uyarıcıyım, inanmayanlara azabın habercisiyim.
51- daha onlara yetmedi mi? O başka âyet,
başka mucize isteyenlere kâfi gelmedi mi, daha mucize olarak bizim senin
üzerine demin söylenildiği şekilde, bundan önce okuması yazması olmadığı
muhakkak olan senin üzerine şüphesiz kitap indirmemiz karşılarında okunup
dururken şüphe yok ki onda mutlak bir rahmet,büyük bir nimet ve bir ilâhî ihtar
ve nasihat var iman edecek bir kavim için; inat, taassub, aksilik edecekler
için değil, iman edecekler için. Bu âyetin, öncesine ve sonrasına göre
"Rabbinden birtakım mucizeler inseydi ya" diyen zalimlere cevap
olarak indirildiği anlaşılıyor. Bununla birlikte sebeb-i nüzul olarak şu da
haber verilmiştir: Müslümanlardan bazıları, yahudilerden işittikleri bazı
şeyleri yazmış oldukları bir kürek ile gelmişlerdi. Resulullah (s.a.v):
"Bir kavmin kendi peygamberinin getirdiğini bırakıp da başkasının
başkalarına getirdiğine rağbet etmeleri düşüncesizlik ve sapıklıklarına
yeterlidir" buyurdu. Bunun üzerine "Kitabı sana indirmemiz onlara
yetmemiş mi?" âyeti indirildi. Gerçi bu âyet bu olay üzerine inmiş
olabilir. Fakat bunun sebeb-i nuzül olması âyetin altına ve üstüne uygun
düşmüyor. Çünkü altına ve üstüne göre zamiri müslümanlara değil "Başkaca
mucizeler indirilmeli değil miydi?" diye soranlara yöneliktir. Rivayet
edilir ki, Abdullah b. Amir b. Rükn, Hz. Aişe (r.anha) ye bir hediye vermişti.
Hz. Aişe bu kişiyi "Abdullah b. Amr" zannedip reddetti ve: "O
başka kitapları okuyor, Allah Teâlâ ise 'Kendilerine okunmakta olan kitabı sana
indirmemiz onlara yetmemiş mi?' buyuruyordu dedi. Bunun üzerine: "Size
hediyeyi veren Abdullah b. Amir'dir." dediler; o zaman kabul etti.(1) Hz.
Hafsa (r.anha) da bir kürek üzerinde Yusuf kıssasından bir yazı getirmiş, Hz.
Peygamber'e okumuştu. Peygamberimizin mübarek yüzü renkten renge girerek
buyurdu ki: "Nefsim kudret elinde olan yüce Allah'a yemin olsun ki, ben
aranızda iken, size Yusuf gelse de, beni bırakıp ona uyacak olsanız, sapmış
olursunuz. Ben sizin peygamberden payınıza düşenim, siz de benim ümmetlerden
payımsınız." Hz. Ömer b. Hattab (r.a) bir gün bir adama uğramıştı, bir
kitap okuyordu; bir saat dinledi, hoşuna gitti. O adama: "Bana bu kitabı
yazıver" dedi. O da peki deyip bir deri aldı, onu hazırlayıp içine dışına
yazıverdi. Sonra Ömer onu alıp Hz. Peygamber'e getirdi, okumaya başladı,
Resul-i Ekrem (s.a.v)'in mübarek yüzünde de bir renk peyda olmaya başladı.
Derhal Ensar'dan bir zat o kitaba vurdu da, "Anan kaybetsin seni ey
Hattâboğlu! Bu gün sen bu kitabı okuyalıberi Resulullah'ın yüzüne bakmıyor
musun?" dedi. O zaman Peygamber (s.a.v) buyurdu ki, "Ben hem ilk ve
hem son peygamber olarak gönderildim ve bana hem Allah kelâmının tamamı ve
sonuncusu verildi ve bana söz sadeleştirildi ve kısaltıldı da kısaltıldı.
Sakının sizi mütehevvikler helake sürüklemesinler." Mütehevvikler,
seviyesiz, her işe dalanlar veya hayrette kalmış, şaşırmışlar, demektir.
Meâl-i Şerifi
52- De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak
Allah yeter. O, göklerde ve yerde ne varsa bilir. Batıla inanıp inkâr edenler
var ya, işte ziyana uğrayacaklar onlardır.
53- Senden azabı çarçabuk (getirmeni)
istiyorlar. Eğer önceden tayin edilmiş bir vade olmasaydı, azab elbette onlara
gelip çatmıştı. Fakat yine de, hiç farkına varmadıkları bir sırada o
kendilerine mutlaka gelecektir.
54- (Evet) senden azabı çarçabuk (getirmeni)
istiyorlar. Halbuki cehennem, hiç şüpheleri olmasın, kâfirleri kuşatacaktır.
55- O günde azap, onları hem üstlerinden, hem
ayaklarının altından saracak ve Allah (onlara), "Yaptıklarınızın cezasını
tadın!" diyecektir.
56- Ey iman eden kullarım! Şüphesiz benim
yarattığım yeryüzü geniştir. O halde yalnız bana kulluk edin.
57- Her can ölümü tadacaktır. Sonunda bize
döndürüleceksiniz.
58- İman edip güzel işler yapanları, (evet)
muhakkak ki onları, altlarından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları
cennet köşklerine yerleştireceğiz. (Böyle iyi) işler yapanların mükafatı ne
güzeldir!
59- Ki onlar, sabretmiş olup yalnız Rablerine
güvenip dayanmaktadırlar.
60- Nice hayvanlar var ki, rızkını (biriktirip
yanında) taşımıyor. Çünkü onların da, sizin de rızkınızı Allah veriyor. O, her
şeyi işitir ve bilir.
61- Andolsun ki onlara, "Gökleri ve yeri
yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?" diye sorsan
"Allah" derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar?
62- Allah, kullarından dilediğine rızkı bol
bol verir, dilediğine de kısar. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.
63- Andolsun ki onlara, "Gökten su
indirip, onunla ölümünün ardından yeryüzünü canlandıran kimdir?" diye
sorsan, mutlaka, "Allah " derler. De ki: (Öyleyse) hamd de Allah'a
mahsustur. Fakat çokları akıllarını kullanmazlar.
52-56- Ey iman eden kullarım!
"İbadî" hitabı, şereflendirme hitabıdır. Mükellef olan kulların en
şerefli rütbesidir. "Bize kul olarak" gibi mutlak "İbâd"
(kullar) tabirinde kâfir bile dahil olabilirse de "İbâdî" (benim
kullarım) izafetinde kâfir dahil olmaz. Çünkü kâfir şeytanın hakimiyeti ve
etkisi altındadır. Halbuki "Şüphesiz kullarım (benimdir). Onların aleyhine
sana verilmiş bir hakimiyet yoktur." (Hıcr, 15/42) buyurulmuştur. Dikkate
değer ki, Cenab-ı Allah, Âdem'i yarattığında şanlı bir isim olan hilafet
ünvanıyla yad etti. Öyle iken İblis bu isimden yılmadı, aksine o sebeple
gayretini artırdı, düşmanlık etti ve sonunda galebe edip (Bakara, 2/36)
âyetinde buyurulduğu üzere "her ikisini de cennetten kaydırdı." Sonra
onun çocuklarında "benim kullarım" sözüyle şereflenen iyi kimselere
gelince şeytan onlardan kaçındı "Şüphesiz kullarım (benimdir). Onların
aleyhine sana verilmiş bir hakimiyet yoktur." (Hıcr, 15/42) buyurulduğu
gibi, şeytanın kendisi de: "Onların hepsini mutlaka azdıracağım, ancak
onlardan senin ihlaslı kulların müstesna." (Hıcr, 15/39-40) dedi. Demek
ki, "Allah'ın kulları" olma mevkiini elde eden mükellef, derece
yönünden yeryüzünde halife olandan daha yüksektir. Şu halde "İman
edenler" sıfatı ihtirazî (ilerisi için hesaba katılan) bir kayıt değil,
şerefin yönünü ve şeklini açıklamak için kâşîfe (açıklayıcı) bir sıfattır. Bu
şekilde bu hitap, kâfirlerin engellemesinden dolayı, dinini gereği gibi
yapamayan bazı müminlere kurtuluş yolunu göstermek için bir şereflendirme
hitabıdır. Yani ey benim iman şerefi ile şereflenmiş olan kullarım haberiniz
olsun, benim yeryüzüm geniştir. Bulunduğunuz yerden ibaret değildir, geniştir.
O halde bana ibadet ve kulluk edin, o halde yalnız bana. Yani bulunduğunuz
memlekette yalnız bana ibadet etmek kolay olmaz, dininizi açıklamada baskıya uğrar,
daralırsanız bir yere gidin, kaçın, hicret edin. O darlıktan genişliğe çıkmak
için ne yapmak gerekiyorsa yapın, bana kulluk edin. Peygamber efendimizden bir
hadiste şöyle rivayet edilmiştir: "Her kim dini sebebiyle bir yerden bir
yere kaçarsa, bir karış da olsa cenneti hak eder. Ve İbrahim ile Muhammed
(a.s)'e arkadaş olur." Ya ölüm tehlikesi, tehdid olursa ne yapmalı?
57-59-- Her nefis, her nasıl olsa ve her
nerede bulunsa, ölümü tadacak sonra da hep bize döndürüleceksiniz. Yeniden
diriltilip hakkın huzuruna dikilerek mükafatınızı veya cezanızı alacaksınız.
Bundan dolayı, ondan kaçmakla kurtulamazsınız, aksine Allah'tan başkasına
kulluk etmemek için, zorlama karşısında bile her fedakarlığı göze alarak
Hakk'ın huzuruna tam bir samimiyet ve hürriyet ile gitmeye çalışmalı.
60-63- "Nice hayvanlar var ki..."
Hicret emrolununca bazıları, geçimliğimiz olmayan memlekete nasıl gideriz
demişlerdi, bu âyet indirildi. "Eğer onlara sorsan..." Sorulacaklar,
Mekke müşrikleridir. O halde nasıl çevriliyorlar? Her şeyin yaratıcısı olduğunu
ister istemez kabul ederlerken, uluhiyyete gelince nasıl ondan dönüp şirke
sapıyorlar? Bu hususta en çok ileri sürülen rızık meselesi olduğu için
buyuruluyor ki; "Allah, kullarından dilediğine rızkı bol verir..."
Meâl-i Şerifi
64-69-64- Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve
oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke
bilmiş olsalardı.
65- Baksana, gemiye bindikleri zaman, dini
yalnız O'na has kılarak (ihlasla) Allah'a yalvarırlar. Fakat onları salimen karaya
çıkarınca, bir bakarsın ki, (Allah'a) ortak koşmaktadırlar.
66- Kendilerine verdiklerimize nankörlük
etsinler ve safâ sürsünler bakalım! Ama yakında bilecekler.
67- Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken
(öldürülürken, ya da esir edilirken), bizim (Mekke'yi) güven içinde kudsî bir
yer yaptığımızı görmediler mi? Hâlâ batıla inanıp Allah'ın nimetine nankörlük
mü ediyorlar?
68- Allah'a karşı yalan uyduran, yahut
kendisine hak gelmişken onu yalan sayandan daha zalim kimdir? Cehennemde
kâfirlere yer mi yok?
69- Ama bizim yolumuzda cihad edenleri,
elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi
davrananlarla beraberdir.
----
Kategoriler
Hatim - Mukabele | Kuran Suresi | Kuran Meali | Kuran Öğreniyorum |
Ankebut Suresi - Elmalılı Hamdi Tefsiri - Kuran Hatim sayfasını izlemektesiniz.
Kur’an’ı Kerim
Allah tarafından gönderilen ilahi kitapların sonuncusu olan Kur’an’ı Kerim, son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v.) indirilmiştir. Sözlükte toplamak, okumak, bir araya getirmek anlamına gelen Kur’an, terim olarak şöyle tarif edilir:
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi Kitapların Özelliği
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
KUR’AN’IN NÜZÛLÜ (İNDİRİLMESİ)
Kur’an-ı Kerim, Yüce Allah’tan Hz.Peygamber’e Cebrail aracılığıyla, vahiy yoluyla indirilmiştir. Kolayca ezberlenmesi, kısa zamanda insanlara ulaşması, manasının kolaylıkla anlaşılması, inançların ve hükümlerin müminlerin kalbinde yavaş yavaş kuvvetlenip kökleşmesi için Kur’an bir defada toptan indirilmemiş, yaklaşık yirmi üç senede, peyderpey indirilmiştir.
KURAN-I KERİM NASIL OKUNMALI? KURAN-I KERİM EN GÜZEL NASIL OKUNUR?
Kuran okurken dikkat edilmesi gerekenler
Kuran-ı Kerim'i doğru bir şekilde okumak için harflerin üzerilerindeki uzatmalarına ve mahreç yerlerine dikkat etmek oldukça önemlidir. Harflerin okunuşunu değiştiren medler yani uzatmalar kişinin Kuran-ı Kerim'i nağmeli okumasını sağlamaz. Nağmeli bir şekilde okumak demek, kişinin Kuran-ı Kerim'i okurken oluşturduğu güzel sesiyle dinleyicilerin gönlüne hitap etmesidir.
Nağmeli okunan bir ayet ise insanlara karşı Kuran-ı Kerimin daha fazla okunup, daha fazla dinlenmesini teşvik eder.