- Mukabele - Cüz
- Kuran Süreleri
- Kuran Meali
- Kuran Dersleri
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- Ders 01 - Diyanet
- Ders 02 - Diyanet
- Ders 03 - Diyanet
- Ders 04 - Diyanet
- Ders 05 - Diyanet
- Ders 06 - Diyanet
- Ders 07 - Diyanet
- Ders 08 - Diyanet
- Ders 09 - Diyanet
- Ders 10 - Diyanet
- Ders 11 - Diyanet
- Ders 12 - Diyanet
- Ders 13 - Diyanet
- Ders 14 - Diyanet
- Ders 15 - Diyanet
- Ders 16 - Diyanet
- Ders 17 - Diyanet
- Ders 18 - Diyanet
- Ders 19 - Diyanet
- Ders 20 - Diyanet
- Ders 21 - Diyanet
- Ders 22 - Diyanet
- Ders 23 - Diyanet
- Ders 24 - Diyanet
- Ders 25 - Diyanet
- Ders 26 - Diyanet
- Ders 27 - Diyanet
- Ders 28 - Diyanet
- Ders 29 - Diyanet
- Ders 30 - Diyanet
- Tecvidli Kuran Dersleri
- 00 - Giriş
- 01 - Harfler
- 02 - Harflerin Çıkış Yerleri
- 03 - Harekeler
- 04 - Harflerin Yazılışları
- 05 - Bitişmeyen Harfler
- 06 - Kalın ve İnce Harfler
- 07 - Peltek Harfler
- 08 - Cezm
- 09 - Şedde
- 10 - Tenvin
- 10.1 - Tevcid Kuralları
- 11 - Med Harfleri
- 12 - Elifin Yerini Tutan Vav ve Ya
- 13 - Çeker
- 14 - Meddi Tabii ve Meddi Feri
- 15 - Meddi Muttasıl
- 16 - Meddi Munfasıl
- 17 - Meddi Lazım
- 18 - Meddi Arız
- 19 - Meddi Lin
- 19.1 - Tekvin ve Nunu Sakin
- 20 - İhfa
- 21 - İzhar
- 22 - İklab
- 23 - İdğamı Mael Gunne
- 24 - İdğamı Bila Gunne
- 25 - İdğamı Misleyn
- 26 - Cezimli Mimin Okunuşu
- 27 - İğdamı Mütecaniseyn
- 28 - İğdamı Mütekaribeyn
- 29 - İğdamı Şemsiyye
- 30 - İzharı Kamerriye
- 31 - Kalkale
- 32 - Lafzatullahın Okunuşu
- 33 - Zamirin Okunuşu
- 34 - Ra Harfinin Okunuşu
- 35 - Sekte
- 36 - Hurufu Mukattaa
- 37 - Vakıf ve Durma işaretleri
- 38 - Küçük Nun ile Okuma
- Elmalılı Hamdi Tefsiri
- Submenu 4.4
- Submenu 4.5
- Submenu 4.6
- Kuran Öğreniyorum - Diyanet
- İlmihal
- Submenu 5.1
- Submenu 5.2
- Hadis-i Şerif
- Kütüb-ü Sitte 1-100
- Kütüb-ü Sitte 101-200
- Kütüb-ü Sitte 201-300
- Kütüb-ü Sitte 301-400
- Kütüb-ü Sitte 401-500
- Kütüb-ü Sitte 501-600
- Kütüb-ü Sitte 601-700
- Kütüb-ü Sitte 701-800
- Kütüb-ü Sitte 801-900
- Kütüb-ü Sitte 901-1000
- Kütüb-ü Sitte 1001-1100
- Kütüb-ü Sitte 1101-1200
- Kütüb-ü Sitte 1201-1300
- Kütüb-ü Sitte 1301-1400
- Kütüb-ü Sitte 1401-1500
- Kütüb-ü Sitte 1501-1600
- Kütüb-ü Sitte 1601-1700
- Kütüb-ü Sitte 1701-1800
- Kütüb-ü Sitte 1801-1900
- Kütüb-ü Sitte 1901-2000
- Kütüb-ü Sitte 2001-2100
- Kütüb-ü Sitte 2101-2200
- Kütüb-ü Sitte 2201-2300
- Kütüb-ü Sitte 2301-2400
- Kütüb-ü Sitte 2401-2500
- Kütüb-ü Sitte 2501-2600
- Kütüb-ü Sitte 2601-2700
- Kütüb-ü Sitte 2701-2800
- Kütüb-ü Sitte 2801-2900
- Kütüb-ü Sitte 2901-3000
- Kütüb-ü Sitte 3001-3100
- Kütüb-ü Sitte 3101-3200
- Kütüb-ü Sitte 3201-3300
- Kütüb-ü Sitte 3301-3400
- Kütüb-ü Sitte 3401-3500
- Kütüb-ü Sitte 3501-3600
- Kütüb-ü Sitte 3601-3700
- Kütüb-ü Sitte 3701-3800
- Kütüb-ü Sitte 3801-3900
- Kütüb-ü Sitte 3901-4000
- Kütüb-ü Sitte 4001-4100
- Kütüb-ü Sitte 4101-4200
- Kütüb-ü Sitte 4201-4300
- Kütüb-ü Sitte 4301-4400
- Kütüb-ü Sitte 4401-4500
- Kütüb-ü Sitte 4501-4600
- Kütüb-ü Sitte 4601-4700
- Kütüb-ü Sitte 4701-4800
- Kütüb-ü Sitte 4801-4900
- Kütüb-ü Sitte 4901-5000
- Kütüb-ü Sitte 5001-5100
- Kütüb-ü Sitte 5101-5200
- Kütüb-ü Sitte 5201-5300
- Kütüb-ü Sitte 5301-5400
- Kütüb-ü Sitte 5401-5500
- Kütüb-ü Sitte 5501-5600
- Kütüb-ü Sitte 5601-5700
- Kütüb-ü Sitte 5701-5800
- Kütüb-ü Sitte 5801-5900
- Kütüb-ü Sitte 5901-6000
- Kütüb-ü Sitte 6001-6100
- Kütüb-ü Sitte 6101-6200
- Kütüb-ü Sitte 6201-6300
- Kütüb-ü Sitte 6301-6400
- Kütüb-ü Sitte 6401-6500
- Kütüb-ü Sitte 6501-6600
- Kütüb-ü Sitte 6601-6700
- Kütüb-ü Sitte 6701-6800
- Kütüb-ü Sitte 6801-6900
- Kütüb-ü Sitte 6901-7000
- Kütüb-ü Sitte 7001-7100
- Kütüb-ü Sitte 7101-7200
- Kütüb-ü Sitte 7201-7300
Kütüb-i Sitte Hadis-i Şerif ( 651-660 )
651 - Ali
Ibnu Ebi Talib (radiyallahu anh) anlatiyor: "Ben, musrik olan anne babasi
icin, Allah'tan af ve magfiret dileyen birini gordum. Kendisine: "Sen
musrik olan anne baban icin istigfarda mi bulunuyorsun, (olur mu bu?)"
dedim. Adam bana: "(Niye olmasin, Kur'an-i Kerim'de) Hz. Ibrahim
(aleyhisselam) musrik olan babasi icin istigfar etmektedir" diye cevap
verdi.
Ben durumu
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a anlattim. Bunun uzerine su mealdeki ayet
indi: "Cehennemlik olduklari anlasildiktan sonra, akraba bile olsalar,
puta tapanlar icin magfiret dilemek Peygambere ve muminlere yarasmaz.
Ibrahim'in, babasi icin magfiret dilemesi, sadece ona verdigi bir sozden oturu
idi. Allah'in dusmani oldugunu anlayinca ondan uzaklasti..." (Tevbe,
113-114).
Tirmizi,
Tefsir, Berae (3100); Nesai, Cenaiz 102, (4, 91).
652 -
Muhammed Ibnu Sihab ez-Zuhri anlatiyor: "Bana Abdurrahmen Ibnu Abidllah
Ibni Ka'b Ibni Malik nakletti: Abdullah Ibnu Ka'b -ki babasi Ka'b gozlerini
kaybettigi zaman kardesleri degil, kendisi babasina rehberlik etmisti- kavmi
icinde Resulullah (aleyhissalatu vesselam)' in ashabinin hadislerini en iyi
bilen ve en iyi ogrenmis olaniydi. Abdullah dedi ki: "Babam Ka'b Ibnu
Malik'in, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) Tebuk seferine ciktigi zaman,
sefere katilmayisi ile ilgili hikayeyi kendisinden dinledi. Soyle anlatmisti:
"Ben Tebuk gazvesi haric Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in cikardigi
gazvelerden hicbirine katilmamazlik etmemistim. Gerci Bedir gazvesine istirak etmedim.
Ancak buna katilmayanlardan kimseyi Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
kinamadi. O seferde Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ve Muslumanlar savasi
degil, Kureys'in kervanini ele gecirmeyi dusunuyorlardi. Ne var ki Cenab-i Hakk
bunlarla dusmani beklenmedik anda karsi karsiya getirdi.
Ben Akabe
gecesinde Islam'la muserref olup ilk andlasmayi yaptigimiz esnada Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'la beraberdim. Ben Akabe'de hazir bulunmayi Bedir'de
hazir bulunmaya degismem, halk Bedir gazasini Akabe biatindan daha cok ansa da.
Benim Tebuk
seferinden geri kalisimla ilgili habere gelince, gercekten ben hicbir zaman, o
siradaki kadar guclu ve zengin olmamistim. Allah'a kasemle soyluyorum, daha
once hicbir zaman iki devem olmamisti. Ama o gazve sirasinda iki tane binmeye
mahsus devem vardi. Bir de Resulullah (aleyhissalatu vesselam) gazaya niyet
etti mi mubhem ifadeler kullanarak asil hedefi belli etmezdi. Fakat bu gazvede
oyle yapmadi. Cunku Tebuk seferi cok sicak bir mevsimde oluyordu. Uzak bir seferi
ve tehlikeleri goze almis, buyuk bir dusmani hedef edinmisti. Muslumanlar gazve
hazirliklarini tam yapsinlar diye durumu butun ciddiyetle aciklamis,
gidecekleri istikameti gizlemeksizin bildirmisti.
Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'la sefere katilacak Muslumanlar pek coktu. Askerlerin
kunyelerini kayit defteri almiyordu. Kayit defterinden maksat kunyelerin
yazildigi divandi." Ka'b (rivayetine devamla) der ki: "Pek az kimse
gozden kaybolmayi(katilmamayi) arzu ediyordu. Bunlar da vahiy gelmedikce,
gizlendikleri, Resulullah (aleyhissalatu vesselam) tarafindan
bilinilemiyecegini zanneden kimselerdi.
Bu gazve, tam
meyvelerin erdigi, golgelerin iyice tatlilastigi bir zamana rastlamisti. Ben de
meyve ve golgeye duskun bir kimseydim.
Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) ve Muslumanlar yol hazirligi yaptilar. Ben de onlarla
yol hazirligi yapmak uzere sabahleyin evden cikar (kararsizlik icinde) hicbir
sey yapmadan geri donerdim. Kendi kendime: "Bu da bir sey mi, dilersem
hazirligi cabucak yapabilirim" diye teselli olur, avunurdum. Bu hal
boylece devam etti. Oyle ki, baskalari ciddi ciddi hazirligini tamamlamisti.
Derken
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) ve Muslumanlar yola ciktilar. Ben hala
hicbir hazirlik yapmamistim. Yine hazirlik icin gittim geldim ama bir sey
yapmaya bir turlu elim varmiyordu. Bu hal de surdu gitti. Askerler sur'atle yol
aldilar. Gazve elimden kacti. Yine de yola cikip onlara kavusmayi dusundum.
Keske bunu yapsaydim. Bana bu da nasib olmadi.
Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) Medine'den ayrildiktan sonra halkin arasina cikinca
gordugum bir husus beni uzmeye basladi: Carsi-pazarda benim gibi kalanlar
meyaninda gorduklerim ya munafiklik damgasini yemis olanlardi veya zayifliklari
sebebiyle Cenab-i Hakk'in mazur addettigi kimselerdi.
Ote yandan
Resulullah (aleyhissalatu vesselam) da beni Tebuk'e varincaya kadar hic
anmamis. Orada kalabaligin arasinda otururken: "Ka'b Ibnu Malik ne yapti,
(ondan ne haber var?)" diye sormus. Benu Seleme'den birisi: "Ey
Allah'in Resulu, onu, yakisikli iki elbisesi ve calimla iki tarafina bakmasi
(Medine'de) hapsetti" demis. Muaz da ona su cevabi vermis: "Ne kotu
konusuyorsun. Ey Allah'in Resulu Allah'a kasem olsun Malik hakkinda hayirdan
baska bir sey bilmiyoruz" demis.
Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) sukut buyurmuslar. Resulullah (aleyhissalatu vesselam)
bu durumda iken, uzaktan beyazlara burunmus bir adamin siluetini gorur ve:
"Bu gelen Ebu Heyseme olmasin!" der. Gercektende o Ebu Heyseme
el-Sari'dir. Yani, sefer hazirligi sirasinda bir sa'lik hurma verdi diye
munafiklarin birbirlerine kas-goz ederek istihza ettikleri zat".
Ka'b
(sozlerine devamla) der ki: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in
Tebuk'ten ayrilip yola ciktigi haberi bana ulasinca keder ve uzuntum tekrar
artti. Bir yalan hazirlamaya basladim. "Yarin, Resulullah (aleyhissalatu
vesselam)'in ofkesinden, ne soyleyerek kurtulabilirim?" diyordum. Bu
hususta ailemde akli basinda herkesin fikrine muracat ediyordum.
Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'in gelmesi yaklasti dendigi zaman benden yanlis dusunceler
zail oldu. Iyice anladim ki, hicbir yalan asla beni kurtaramaz. Dogruyu
soylemeye karar verdim. Derken Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bir sabah
Medine'ye geldiler. O, bir seferden donunce ilk is olarak mescide ugrar, iki
rek'at namaz kilar, ondan sonra halka gorunurdu. Bu gelisinde de namazini kilip
halki kabul etmeye baslayinca sefere katilmayip geride kalanlar gelip ozur
dilemeye, ozurleri hususunda inandirici olmak icin yeminler etmeye basladilar.
Bunlar seksen kadar erkekti. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) onlarin
ozurlerini kabul ediyor, onlardan beyat aliyor, onlara istigfarda bulunuyor,
islerini Allah'a havale ediyordu.
Ben de
geldim. Selam verdim. Selamimi isitince ofkeli ofkeli tebessum etti ve
"Gel" dedi. Yaklastim ve onune oturdum.
-"Niyegeride
kaldin, sen (Akabe'de) biat edip itaati sirtina almis degil miydin?" dedi.
Ben su cevabi verdim:
-"Evet
ey Allah'in Resulu! Ben senin degil de dunya ehlinden bir baskasinin yaninda
oturmus olsaydim, inandirici bir ozur soyleyip, mutlaka ofkesini gidererek
yanindan ayrilirdim. Cunku, Allah bana yeterli bir ifade gucu vermis
bulunmaktadir. Ancak, Allah'a kasem olsun kesinlikle inaniyorum ki, bugun sizi,
benden razi kilacak bir yalan soylesem cok gecmeden Allah sizi bana
ofkelendirecektir. Size dogruyu soylesem bana kizacaksiniz. Ama ben de o
hususta Allah'tan af dilerim. Gercegi soyluyorum, kasem olsun hic bir ozrum
yoktu. Vallahi baska hic bir vakit, sizden geri kaldigim zamanki kadar guclu ve
zengin degildim."
Benim bu
itirafim uzerine Resulullah (aleyhissalatu vesselam): "Iste bu dogru
konustu" dedi ve bana da: "Kalk, Allah senin hakkinda hukmedinceye
kadar bekle!" buyurdu. Ben de kalktim. Benu Seleme'den bir kisim insanlar
da kosarak beni takip ettiler ve bana:
-"Allah'a
kasem olsun bundan once herhangi bir gunah isledigini bilmiyoruz. Savastan geri
kalan digerlerinin yaptigi gibi Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in senin icin
yapacagi istigfar bu gunahini affettirmeye yeterdi" dediler."
Malik
(devamla) sunlari anlatti: "Sonra: Benim vaziyetime dusen baska biri var
mi? diye sordum. "Evet iki kisi daha tipki senin gibi itirafta bulundular.
Onlara da sana soylenen soylendi" dediler.
-"Murare
Ibnu'r-Rebi el-Amiri ile Hilal Ibnu Umeyye el-Vakifi (radiyallahu anhuma)"
dediler. Bana cok salih iki kisi zikretmis oldular. Bunlar Bedir gazvesinde
bulunmus, numune-i imtisal kisilerdi. Bunlarin ismini duyunca, geri gidip ozur
beyan etme fikrinden vazgectim.
Derken
Resulullah (aleyhissalatu vesselam), Muslumanlara gazveye katilmayanlardan
sadece ucumuzle konusmayi yasakladi. Bunun uzerine halk bizden cekindi ve yuz
cevirdi. Oyle ki yeryuzu bana yabancilasti. Dunya, onceden bilip tanidigim
dunya olmaktan cikti.
Bu minval
uzere elli gece gecirdik. Diger iki arkadasim, halktan uzaklasip evlerinde
oturup aglayarak vakit gecirdiler. Onlardan daha genc, daha guclu olan ben
disari cikiyor, namazlara katiliyor, carsi pazar dolasiyordum. Ama kimse
benimle konusmuyordu. Bazan namazdan sonra, ashabiyla oturmakta olan Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'a ugrayip selam veriyordum. Icimden, "Acaba,
benim selamimi alarak dudaklarini kipirdatir mi?" diye kendi kendime
sorardim. Sonra yakinina durup namaz kilar, goz ucuyla da ona bakardim. Namaza
durunca bana baktigini da gorurdum. Ama ben ona yonelecek olsam derhal benden
yuzunu cevirirdi.
Muslumanlarin
cefasindan cektigim bu izdirapli hal uzayinca bir gun dayanamayip gittim. Ebu
Katade'nin bahce duvarini astim. O amcamin oglu idi ve herkesten cok severdim.
Yanina varinca selam verdim. Hayret! Vallahi selamimi almadi. Kendisine: Ey Ebu
Katade Allah askina soyle. Allah ve Resulu'nu sevdigimi bilmiyor musun? dedim.
Sustu, cevap vermedi. Tekrar Allah askina diye yemin verdim, yine konusmadi.
Ucuncu sefer Allah adina yemin verdim. Bu defa:
"-Allah
ve Resulu daha iyi bilir!" dedi. Bunun uzerine gozlerimden yas bosandi.
Geri dondum, duvari astim."
Ka'b
hikayesine devamla der ki: "(Bir gun) Medine carsisinda yururken Medine'ye
bugday satmaya gelmis, Sam ahalisinden Nabati bir fellah: "Ka'b Ibnu
Malik'i bana kim gosterecek?" diyordu. Halk beni ona gosterdi. Adam bana
yaklasti. Gassan Krali'ndan bir mektup getirdi. Ben okuma-yazma bilirdim, hemen
okudum. Mektupta soyle diyordu: "Bana gelen habere gore arkadasin sana
sikinti veriyormus. Allah seni hakaret gormek, sikinti cekmek icin yaratmadi.
Bize gel, sana iyi davranalim."mektubu okur okumaz: "Bu da bir baska
bela" dedim. Tandira goturup attim ve yaktim.
Nihayet bu
(bogucu) elli gunden kirki gecmis, (hakkimizda) vahiy de gecikmisti. Aniden
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in elcisi geldi. Bana: "Resulullah,
hanimini terketmeni emrediyor" dedi. ben: "Bosayacak miyim, yoksa
baska sekilde bir terk mi?" diye sordum. "Hayir, bosamiyacaksin,
ondan ayril, sakin yaklasma!" dedi.
Resulullah
(aleyhissalatu vesselam) ayni haberi diger iki arkadasima da gondermisti.
Hanimima: "Ailene don, onlarin yaninda kal, Allah bu meselede bir hukum
bildirinceye kadar da orada bekle" dedim.
Hilal Ibnu
Umeyye'nin hanimi Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a muracaat ederek:
"Ey Allah'in Resulu, Umeyye Ibnu Hilal kendini kaybetmis bir ihtiyardir,
hizmetcisi de yoktur. Ona hizmetini yapiversem bir mahzuru var mi?" diye
izin istemis. Ve: "Hayir, hizmet edebilirsin, ancak sakin yakinlasmada
bulunma" cevabini almis. Kadin da: "Hayir ya Resulullah! Vallahi,
zaten onda kimildayacak mecal kalmadi. Vallahi cezalandigi gunden su ana kadar
hic ara vermeden habire agliyor" dedi.
Ailemden
bazisi bana: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a gidip hanimin,
hizmetlerini yapivermesi icin izin istesen iyi olur. Nitekim o, Hilal'in
hanimina hizmet etmesi icin musaade etti" diye tavsiyede bulundu.
"Hayir, dedim, boyle bir talepte bulunmayacagim. Bana ne diyecegini nasil
bilebilirim, ben genc bir kimseyim."
Boylece
sikintisi daha da artan on gece daha gecirdim. Konusmaktan yasaklandigimizin
uzerinden tam elli gece gecti. Ellinci gecenin sabah namazini evlerimizden
birinin daminda kilmistim. Ben Allahu Teala'nin hakkimizda belirttigi o
dehsetli hal icinde oturmus duruyordum. Ruhum sikilmis, butun genisligine
ragmen dunya daralmisti. Sanki bir cendere icerisindeydim. Bir ses isittim. Bu,
Sel dagi uzerine cikmis yuksek sesle bagiran birinin sesiydi. (Dikkat kesildim:
Bana sesleniyor ve):
"Ey Ka'b
Ibnu Malik mujde!" diyordu. Hemen secdeye kapandim. Hakkimizda bir
kurtulusun geldigini anlamistim.
Meger
Resulullah (aleyhissalatu vesselam), Cenab-i Hakk'in bizi affettigine dair
mujdeli haberi o gun sabah namazinda halka duyurmus, halk da bize mujdelemek
uzere kosusmus, bazilari da diger iki arkadasima gitmismis. Bir zat bana at
kosmustu, Eslemli biri de yaya olarak segirtip daga cikmis... Tabii ki ses,
attan daha hizli yol aldi.
Mujdeci
sesini duydugum kimse bir muddet sonra bizzat yanima gelince, derhal iki parca
elbisemi cikarip mujde bedeli olarak kendisine giydirdim. Yemin olsun o gun
icin baska bir seyim yoktu. Emanet iki giyecek te'min ettim, onlari giyip,
Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'i gormek arzusuyla disari firladim. Yolda
halk grup grup beni karsiliyor. Cenab-i Hakk'in affi sebebiyle tebrik ediyordu.
Bu minval
uzere Mescid'e geldim. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) etrafini saran
ashabinin ortasinda oturuyordu.
Beni gorunce
Talha Ibnu Ubeydillah (radiyallahu anh) kalkti, bana dogru kosup musafaha yapti
ve beni tebrik etti. Yemin olsun, onun disinda muhacirlerden baska kalkan
olmadi."
Ka'b onun bu
samimi davranisini omru boyu unutmayacaktir.
Ka'b,
(sozlerine devam ederek) sunlari soyledi: "Resulullah (aleyhissalatu
vesselam)'a selam verince memnuniyetten isil isil, mutebessim bir yuzle:
"Mujdeler olsun! Annenden dogalidan beri yasadigin en hayirli gununu
tebrik ederim" dedi. Ben hemen sordum:
"Ey
Allah'in Resulu, bu sizin bagisladiginiz bir lutuf mu, Cenab-i Hak'tan gelen
bir lutuf mu?"
"Hayir,
Allah'tan gelen bir lutuf!" dedi.
Ka'b,
ilaveten dedi ki: "Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in vech-i
mubarekleri, sururlu anlarinda, bir ay parcasi gibi nurlanir ve parlardi. Biz,
bunu derhal anlardik.
Ben onune
oturunca: "Ey Allah'in Resulu! Mazhar oldugum bu af sebebiyle ne var ne
yok butun malimi Allah ve Resulu'ne bagisliyorum" dedim.
"Hayir,
dedi. Hepsi olmaz, bir kismini kendine ayir, bu senin icin daha hayirli."
"Ey
Allah'in Resulu, biliyorum ki, Allah beni sidkimdan, dogru sozlulugumden dolayi
kurtardi. Benim tevbemden biri de artik, yasadigim muddetce hep dogru soylemek
olacaktir."
Allah'a yemin
olsun, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a bunu soyledigim gunden beri, dogru
soz hususunda, Allah'in bana lutfettigi ihsandan daha guzeline mazhar olan
birisini bilmiyorum. Yine Allah'a kasem ederek soyluyorum, Resulullah
(aleyhissalatu vesselam)'a soz verdigim gunden beri bir kerecik olsun yalan
soylemeyi dusunmedim. Geri kalan omrumde de Allah'in beni yalandan korumasini
diliyorum."
Ka'b sunu da
soyledi: "Bizimle ilgili olarak Allahu Teala su ayeti indirmisti:
"And
olsun ki, Allah, sikintili bir zamanda bir kisminin kalpleri kaymak uzere iken
Peygambere uyan Muhacirler'le Ensar'in ve Peygamber'in tevbelerini kabul etti.
Tevbelerini, onlara karsi sefkatli ve merhametli oldugu icin kabul etmistir.
butun genisligine ragmen dunya onlara dar gelerek nefisleri kendilerini
sikistirip Allah'tan baska siginacak kimse olmadigini anlayan, (savastan) geri
kalmis uc kisinin tevbesini de kabul etti. Allah, tevbe ettikleri icin onlarin
tevbesini kabul etmistir. Cunku O, tevbeleri kabul eden, merhametli olandir. Ey
iman edenler! Allah'tan sakinin ve dogrularla beraber olun!" (Tevbe,
117-119).
Ka'b sunu da
dermis: "Allah'a yeminle soyluyorum, Allah beni Islam'la sereflendirdikten
sonra, bana gore, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'a soyledigim dogru sozden
daha buyuk bir nimet vermemistir. (Allah'in bana lutfettigi birinci buyuk nimeti
Islam'la muserref olmam, ikinci buyuk nimeti de Resulullah (aleyhissalatu
vesselam)'a dogru soz soylememi nasib etmis olmasidir). Aksi takdirde, diger
yalan soyleyenler gibi ben de helak olacaktim. Nitekim Cenab-i Hak, vahiy
indirdigi zaman, yalan soyleyenler hakkinda, bir kimse icin soylenebilecek en
kotu seyi soylemistir. Allahu Teala soyle buyurmustur: "Dondugunuzde,
kendilerin cikismamaniz icin, Allah'a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yuz
cevirin. Cunku onlar pistirler. Yaptiklarinin karsiligi olarak varacaklari yer
cehennemdir. Kendilerinden hosnud olasiniz diye, size yemin verirler. Siz
onlardan razi olsaniz bile, Allah yoldan cikmis fasik kimselerden razi
olmaz" (Tevbe, 95-96).
Ka'b sunu
soyledi: "(Resulullah Tebuk seferinden dondugu zaman, sefere katilmayanlar
gidip ozur diledikleri, Resulullah (aleyhissalatu vesselam)'in da, yemin
etmeleri uzerine ozurlerini kabul buyurup kendileriyle bey'atlasip, haklarinda
istigfarda bulundugu kimselerden, biz uc kisi ayri tutulmus, (onlarin mazhar
oldugu aftan istifade edememistik.) Resulullah (aleyhissalatu vesselam) bizim
isimizi, Allah hakkimizda hukmedinceye kadar tehir etmisti. Hakkimizda gelen
ayette, Cenab-i Hakk'in: "..geri kalmis uc kisi.." sozunden kasid,
savastan geri kalmamiz degildir, bu geri kalis Resulullah (aleyhissalatu
vesselam)'in hakkimizdaki hukmu geri birakmasi, yemin ederek ozur dileyenlerin
ozrunu kabul ettigi kimselerden ayri tutmasidir."
Buhari,
Vesaya 16, Cihad 103, Menakib 23, Menakibu'l-Ensar 43, Megazi 3, 78, Tefsir,
Berae, 17, 18, 19, Isti'zan 21, Eyman 24, Ahkam 53; Muslim, Tevbe 53, (2769);
Tirmizi, Tefsir, Berae, (3101); Ebu Davud, Talak 11, (2202), Cihad 173, (2773),
Nuzur 29, (3317); Nesai, Talak 18, (6, 152), Nuzur 37, (7, 22).).
653 - Ibnu
Abbas (radiyallahu anhuma), "(Allah yolunda savasa) cikmazsaniz Allah size
can yakici azabla azab eder..." (Tevbe, 39) ayeti ile, "Medinelilere
ve cevrelerinde bulunan bedevileri, savasta Allah'in Peygamberinden geri
kalmak, kendilerini ona tercih etmek yarasmaz" (Tevbe, 120) ayetini su
ayet neshetmistir: "Muminler toptan savasa cikmamalidir. Her topluluktan
bir taifenin, dini iyi ogrenmek ve milletlerini geri donduklerinde uyarmak
uzere geri kalmalari gerekli olmaz mi?..." (Tevbe, 122).
(Ebu Davud,
Cihad 19. (2503).)
654 - Necdet
Ibnu Naki' diyor ki: "Ibnu Abbas (radiyallahu anhuma)'a su ayet hakkinda
sordum: "(Allah yolunda cihada) cikmazsaniz, Allah size can yakici azabla
azab eder..." (Tevbe, 39). Su aciklamayi yapti: "Allah onlardan
yagmuru kesti. Boylece (kuraklik Allah'in onlara takdir ettigi) azablari
oldu."
Ebu Davud,
Cihad 19. (2506)H.
YUNUS
(ALEYHISSELAM) SURESI
655 - Ubade
tu'bnu's-Samit (radiyallahu anh) anlatiyor: "Resulullah (aleyhissalatu
vesselam)'a Cenab-i Hakk'in su ayeti hakkinda sordum: "Dunya hayatinda da,
ahirette de mujde onlaradir.." (Yunus, 64). Su cevabi verdi: "Burada
kastedilen mujde salih ruyadir. Mu'min kul onu gorur veya kendisine
gosterilir."
Tirmizi,
Ru'ya 3, (2276).
656 - Ibnu
Abbas (radiyallahu anhuma) anlatiyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)
buyurdular ki: "Cenab-i Hakk Firavun'u suda bogdugu zaman: "Beni
Israil'in inandigindan baska ilah olmadigina inandim" dedi. (Yunus, 90).
Cebrail buyurdu ki: "Ey Muhammed, sen beni denizin camurundan alip,
(Allah'in) rahmeti ona ulasiverir korkusuyla agzini tikarken gorseydin."
Tirmizi,
Tefsir, Yunus, (3106).
HUD
(ALEYHISSELAM) SURESI
657 - Ibnu
Abbas (radiyallahu anhuma) anlatiyor: "Hz. Ebu Bekir (radiyallahu anh):
"Ey Allah'in Resulu, saclarin agardi, yaslandin" dedi. Resulullah
(aleyhissalatu vesselam): "Beni, Hud, Vaki'a, Murselat, Amme yetesaelun ve
Iza's-Semsu Kuvviret sureleri ihtiyarlatti" cevabini verdi."
Tirmizi,
Tefsir, Vaki'a, (3293).
658 - Yine
Ibnu Abbas (radiyallahu anhuma)'in anlattigina gore, kendisine Cenab-i Hakk'in
su mealdeki kelamindan sual sorulmustur: "Bilin ki, onlar, Kur'an
okunurken gizlenmek icin iki buklum olurlar. Bilin ki elbiselerine
burunduklerinde bile Allah onlarin gizlediklerini ve aciga vurduklarini bilir.
Cunku o, Kalplerde olani bilendir (Hud, 5).
Ibnu Abbas
(radiyallahu anhuma) su aciklamayi yapmistir: "Bunlar helada soyununca
avret mahallerinin acilip, o manzaralarinin semaya ulasmasindan, keza
hanimlariyla cinsi mukarenet sirasinda soyununca ciplak hallerinin semaya
ulasmasindan korkup haya duyan, (bu yuzden kendilerine sikinti veren) kimseler
hakkinda nazil olmustur."
Buhari,
Tefsir, Hud 1.
659 - Ebu
Musa el-Es'ari (radiyallahu anh) anlatiyor: Resul-i Ekrem (aleyhissalatu
vesselam) buyurdular ki: "Allahu Teala, zalime biraz firsat tanir, amma
bir de yakaladi mi artik pacayi kurtaramaz." Sonra da su ayeti okudular:
"Allah kasabalarin zalim halkini yakalayinca boyle yakalar, yakalamasi da
siddetli ve elimdir" (Hid, 102).
Tirmizi,
rivayetinde: "Firsat tanir (yumli) degil, "muhlet tanir"
(yumhil) olmasi muhtemeldir" demistir.
Buhari,
Tefsir, Hud 5; Muslim, Birr 61, (2583); Tirmizi, Tefsir, Hud, (3109); Ibnu
Mace, Fiten 22, (4018).
660 - Ibnu
Mes'ud (radiyallahu anh) anlatiyor: "Bir adam gelerek: "Ey Allah'in
Resulu! Ben sehrin obur tarafinda bir kadina elledim, cima yapmaksizin onunla
nefsimi tatmin ettim. Ve iste ben buradayim, istedigin cezayi ver" dedi.
Hz. Omer
atilarak: "Allah seni ortmus, keske sen de kendini ortup
aciklamasaydin" dedi. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) hicbir cevap
vermedi. Adam kalkip gitti. Resulullah (aleyhissalatu vesselam) pesine bir adam
gondererek onu cagirtip su ayeti okudu: "Gunduzun iki ucunda ve gecenin
gunduze yakin zamanlarinda namaz kil. Dogrusu iyilikler kotulukleri giderir...
Bu, ogut kabul edenlere bir oguttur" (Hud, 114). Bunun uzerine bir adam:
"Ey Allah'in Resulu bu hukum sadece soru sahibi icin mi (baskasina da
samil mi)?" diye sordu. Resululah (aleyhissalatu vesselam): "Herkes
icin" cevabini verdi.
Buhari,
Mevakitu's-Salat 4, Tefsir, Hud 6; Muslim, Tevbe 39, (2763); Tirmizi, Tefsir,
Hud, (3111); Ebu Davud, Hudud 32, (4468).
Kütüb-i Sitte, İslam dininin en önemli iki kaynağından biri niteliğindeki sünnet
malzemesini meydana getiren ve en sahih (güvenilir) hadislerden oluşan altı
hadis kitabına verilen genel isimdir. Söz konusu bu altı kitap Kur’ân-ı
Kerim’den sonra en sahih kitaplar olarak kabul edilen Buharî ile Müslim’in
Câmiu’s-Sahîh adlı eserleri ile Ebû Davud, Tirmizî, Nesai ve İbn
Mace’nin sünen türündeki eserlerinden ibarettir.Kütüb-i Sitte, Arapça
“kitaplar” manasına gelen “kütüb” kelimesiyle “altı” manasına gelen “sitte”
kelimesinden meydana gelmiş bir tabir olup, “altı kitap” anlamındadır.
.
----
Kategoriler
Hatim - Mukabele | Kuran Suresi | Kuran Meali | Kuran Öğreniyorum |
Kütüb-i Sitte Hadis-i Şerif ( 651-660 ) - Kuran Hatim sayfasını izlemektesiniz.
Kur’an’ı Kerim
Allah tarafından gönderilen ilahi kitapların sonuncusu olan Kur’an’ı Kerim, son peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v.) indirilmiştir. Sözlükte toplamak, okumak, bir araya getirmek anlamına gelen Kur’an, terim olarak şöyle tarif edilir:
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
“Hz. Peygamber’e indirilen, mushaflarda yazılı olup, peygamberimizden bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş olan; okunmasıyla ibadet edilen ve insanlığın benzerini getirmekten aciz kaldığı “ilahi kelâm”dır.
İlahi Kitapların Özelliği
İlahi kitapların en büyük özelliği ve değeri şüphesiz onların Allah’ın sözlerinden ibaret olmalarıdır. Ancak bugün bu özellik sadece Kur’ân-ı Kerîm’e mahsustur. Zira diğer ilâhî kitaplar peygamberlerinden sonra insanlarca tahrifat ile karşı karşıya kalmış ve sonunda bir insanın kaleme aldığı kitaplar haline gelmişlerdir. Zâten Kur’ân-ı Kerîm’in gönderilmesinin bir sebebi de budur. Son vahyedilen ilahi kelam olan Kur’ân-ı Kerîm, kendisinden önce gönderilen ilâhî kitapların bilgi ve hikmetlerini de içeren en mükemmel ilahi kitaptır. Kur’an Son ilahi kitap olması itibarıyla da bizzat Allah’ın muhafazası altındadır. O, hiç değişmeden kıyamete kadar insanlığa kurtuluş ve huzur reçetesi olmaya devam edecektir.
KUR’AN’IN NÜZÛLÜ (İNDİRİLMESİ)
Kur’an-ı Kerim, Yüce Allah’tan Hz.Peygamber’e Cebrail aracılığıyla, vahiy yoluyla indirilmiştir. Kolayca ezberlenmesi, kısa zamanda insanlara ulaşması, manasının kolaylıkla anlaşılması, inançların ve hükümlerin müminlerin kalbinde yavaş yavaş kuvvetlenip kökleşmesi için Kur’an bir defada toptan indirilmemiş, yaklaşık yirmi üç senede, peyderpey indirilmiştir.
KURAN-I KERİM NASIL OKUNMALI? KURAN-I KERİM EN GÜZEL NASIL OKUNUR?
Kuran okurken dikkat edilmesi gerekenler
Kuran-ı Kerim'i doğru bir şekilde okumak için harflerin üzerilerindeki uzatmalarına ve mahreç yerlerine dikkat etmek oldukça önemlidir. Harflerin okunuşunu değiştiren medler yani uzatmalar kişinin Kuran-ı Kerim'i nağmeli okumasını sağlamaz. Nağmeli bir şekilde okumak demek, kişinin Kuran-ı Kerim'i okurken oluşturduğu güzel sesiyle dinleyicilerin gönlüne hitap etmesidir.
Nağmeli okunan bir ayet ise insanlara karşı Kuran-ı Kerimin daha fazla okunup, daha fazla dinlenmesini teşvik eder.